İMBİK – Tüketmek

Yeryüzüne inmesinin bile bir maliyeti olan insan, bu maliyetini bilmeden ve maliyetin bedelini ödemeden bu âlemden göç etmemelidir.
İhtiyaç duyduğumuz her bir şey aslında bizlerin tüketimine hasredilmiş demektir. İmtihan için dünyaya gönderildiğimizi beyan eden Yaratıcımız, imtihan salonunun her türlü araç-gerecini noksansız var etmiştir. Bu nedenle, “Bu yoktu, şu olmadığından muvaffak olamadım” gibi gerekçeler ortadan kalkmış olmaktadır. Hayatın devamı için sonsuz nimetler önümüze serilmiş; bunların hesabı daha sonraya ertelenmiş durumdadır. Buna rağmen hesapsız nimetler, insan bilincinin yaşadığımız asırda biraz daha kör olması nedeniyle sorumsuzca tüketilmektedir.
Biz bu yazımızda, maddi tüketimin detaylarına inmek yerine, milletimizin olmazsa olmaz niteliklerinin yok olmasına sebep olabilecek ahlaki-manevi normların nasıl tüketildiğini incelemeye gayret edeceğiz.
Evren ve evrenin bir parçası olan çevre, bütün insanlığa tevdi edilmiş bir emanettir. İmar edeceğiz, istifade edeceğiz, ama tüketip yok etmeyeceğiz.
“Bilmek, egemen olmaktır.” fikrini savunan Bacon’dan sonra insanlık, bilgiyi tabiata egemen olmak için kullanmıştır. Oysa egemen olmak için değil, korumak için tabiata yaklaşmalıydı. Yaşadığımız yıllar ve mekânlara baktığımızda bizim de çevreyle ilgili bakış açımızın hayli değiştiğini fark etmemiz mümkündür. Kanaati tüketen hırslarımız her şeyi yok etmekten geri durmamaktadır. Günümüzde, “Kanaat hazinedir.” cümlesi aramızda uygulama alanı bulmak yerine, birkaç eski model kamyonun arka bölümlerinde süslü harflerle yazılı kalabilmiştir.
Kur’an kültürüne biraz aşina olan her fert bilir ki, insanın yapısında iyilik ve kötülük yapma istidadı mevcuttur. Bedenî istekler ve ruhi talepler insanın tercihine sunulmuştur. İsteyen nefsini tatmin eder, arzu eden de ruhunu yüceltir. Aslolan ruhun doyurulmasını sağlarken, bedenî-fiziki ihtiyaçları da ihmal etmemektir. Şu bir gerçektir ki modern hayat, önceliği maddi-bedeni isteklere vermektedir. Bunu yaparken öne çıkardığı “değerler” ve araçlar insanın özünde var olan birçok erdem özelliğini tüketmekte veya bu özelliklerin üzerini kapatmaktadır.
Yaşadığımız çağ görme, dokunma, haz, maddi tatmin, hırs, menfaat, vb. dünyevi kavramların çok kullanıldığı bir çağdır. Son yüzyıllarda dünyaya öncü olarak kendilerini lanse edenlerin, Afrika’daki çıplak kabileleri önce onlara ne kadar kumaş satabileceğini hesap ederek incelemeye başlaması sizce ne ifade eder? Bu davranışta bulunanların dünya insanlığına neler verebileceklerini merak etmeye gerek yoktur. Ancak bizi esas ilgilendiren, üstü kapalı tek tipleştirme faaliyetleri olmalıdır. Bugün dünyanın en ücra köşelerine bile kola ulaşmıştır. Sanki “kola içmeyen adam değildir” anlayışı bütün insanlığa zerk edilmektedir. Onların gözünde kola içen insan çağdaş ve modern insandır.
21. asır bireyin öne çıkarıldığı bir asır olarak sunuldu. Fakat bireyin bencilleşip azmanlaşacağı hesap edilemedi. Her türlü konfora ulaşan fertler yekdiğerini unuttu. Unutmakla kalmadı, onun sırtından geçinmeyi mubah kabul etti. Adeta insan insanın kurdu oldu. Bireysellik bencilliği doğurdu. Bencilliğin, benmerkezciliğin esiri olan kişiler kardeşliği, tarih boyunca bütün cihana insan olmanın meyvelerini sunan kardeşliği tükettiler.
Dikkat ediyor musunuz? Son yıllarda daha çok seyrediyoruz. Her şeyi seyrediyoruz; bigâne kalıyoruz içimizi titreten olaylara. Midemizi bulandıran yüz kızartıcı cürümlere kılımız kıpırdamıyor. Oysa seyretmek bizim bin yıllık medeniyetimize has bir olgu değildir. Seyretmek dinlemeyi ve müdahil olmayı tüketiyor. Dinlemek, anlamak demektir. Anlamak ise müdahil olmanın ilk halkasıdır. Anlamayan kişilerin suya sabuna dokunmaları tabii ki mümkün değildir. Anlayan paylaşır, dert ortağı olur. Anlayamayan, çöp evlerdeki garibanları sadece seyreder.
Hep kendinden bahseden, hakaret eden, azarlayan, söven, tahkir eden, fertlerin sayısı gittikçe artıyorsa bilin ki, saygıyı tüketiyoruz.
Cömertlik kılı kırk yararcasına para hesabı yapanların işi değildir. Devir hesap devridir, diyebilirsiniz. Lakin bu hesabın içinde muhtaçlar yok ise, cömertlik tükeniyor, yok oluyor demektir.
Nefsimizi hesaba çekmeyi, kendimize nazar etmeyi, kendi kendimize nasihat etmeyi tüketiyorsak, bunun sebebi, burnumuzdan kıl aldırmadan aklımızı hep başkalarının kusurlarına yoğunlaştırmamızdır.
Sebepleri maddi kılmak, yaşadığımız hayatı tek gerçek kabul etmek, inandığımızı zannettiğimiz halde inancı tüketmektedir.
Tüketim araçlarının çokluğu ve bilinçaltına dayatılan hayat standartları muhabbetin yanında, insanın insanla yaşayabilmesini sağlayacak birçok insanî-ahlakî donanımı da yok etmektedir.
Bugün ülkemiz gençliğine tahakküm eden popüler kültür, adab-ı muaşereti tüketip; nereden geldiğini bile araştırmadığımız görgü kurallarını sunmaktadır. Ya bunlar bünyeye uymuyorsa? Hoş, hangilerinin bünyeye uymadığını hatırlatacak toplumsal baskı unsurları da tek tek tükenmektedir. Adab-ı muaşeretin tüketilmesi, bizi biz yapan değerlerin yavaş yavaş kemirilerek tüketilmesi anlamına gelir. Değerlerin yerlerine elbette yenileri gelecektir. Fakat milli bünye yeni normları kabul edecek mi? Yoksa değerler bünyeyi değiştirecek mi? Orası meçhul!