Mevdudi Alem Adamdır

Şehid Seyyid Kutub’un “Fî Zilali’l Kur‘ân” tefsirinde ‘Büyük Müslüman’ diyerek ismini andığı bir hayata dair iki bölümlük yazı dizisinin ikincisidir.
Konferanslara katılıyor, imana çağırıyordu. Rahman ve Rahim olanın adıyla başlıyor, Kahhar ism-i şerifiyle ikaz ve itiraz ediyordu. İnsanlara iyiliği emrediyor, onları kötülükten uzak tutabilmek için gece gündüz ümmet adına, hak rızasına ek mesaiye kalıyordu.
Bir müsteşrikin/ oryantalistin çalışmalarını artırabilmek için günde sadece altı saat uyuyup, geri kalan vakitlerde daha çok çalıştığını öğrenince, “Ben bir Müslüman olarak ondan daha fazla çalışmalı, daha az uyumalıyım!” diyerek yakınlarının uyarılarına rağmen günde beş saat uyumaya kendini alıştırdı.
Ümmetin Uygarlık Düzeyini Koruyamazsak
Geriye kalan on dokuz saatte cemaatin (Cemaat-i İslami) ve Müslümanların yardımına sabırla koştu. Tesellisini er kitapta buluyordu: “Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü hatırlatmak mü’minlere fayda verir.” (Zariyat, 55) çağrısına kayıtsız kalamıyordu. O da herkes gibi ‘bildiğinin âlimi’ydi. Peygamber varisiydi. Anlatmak zorundaydı. Nasihat olmazsa, olmazdı.
Bizim, Beşiktaş JK’nın kuruluş tarihi olarak bildiğimiz 1903 yılında ilk kez nefes aldı. Yaşamak için bu nefese muhtaçtı. Yaşatmak içinse nefisle nefes nefese bir kavga içerisine girdi. Mücadele içinde yaşadı. Örnek oldu. Diklenmedi, dik durdu. İlhamları Kur’ânî ve nebevîydi. Dertlilere ilham olmayı ve almayı öğretti.
“Eğer ümmetimizi diğer milletlerden ayıran uygarlık özelliklerini koruyamaz ve yeni yetişen nesillerimiz, örneğin, Amerikan uygarlığına kendilerini adapte edip, ona hayranlık besler ve İslami kalıptan başka bir kalıba bürünürse, işte o zaman bu toprak parçaları kesinlikle İslam toprakları olarak kalamayacak er ya da geç Amerikan toprakları haline dönüşecektir.” dedi.
Fikrî ve Ahlakî Yenilgi Kalpleri Harap Eder
Yaptığı benzetmelerle gaflete kement attı. Pansumanla yetinmedi; düşüncelerde ameliyat yaptı. Zihnî mukavemet ve üstünlüğe dikkat çekmeye çalışıyordu: “Müslümanlar, Batı’nın gücü karşısında siyasi ve askerî olarak hezimete uğramıştır. Ama bundan daha tehlikeli olan Batı felsefesi, ahlakı ve kültürü karşısında boyun eğmektir. Çünkü siyasi ve askerî yenilginin zararı maddi boyutu aşmaz; ama fikrî ve ahlaki yenilgi akılları, kalpleri, zihinleri ve düşünceleri harap eder.” diyordu.
Donmuş inançları yumuşattı. Putlaşmış şahısları yıktı. Tevhid bayrağı altında tağuta karşı tavır aldı, inananları mücadeleye çağırdı. Onarmaya çalıştığı tek şey imandı. Kalpleri bir maden ocağına benzetirsek eğer orada bir maden işçisi gibi çalıştı. İman cevherini aradı. Göçükte kalmaktan korkmadı. Susadıkça belki de Kevser’i hatırladı, Kevser’in başında duran mübareği –sallallahu aleyhi ve selem- andı.
İman bir aksiyon olup hayatı kuşatmalıydı. Evdeki adamlardan dışarıdaki adımlara kadar yansımalıydı. Soluklardan sokaklara kadar ulaşmalıydı.
Namaz, Değiştirme Gücünü mü Kaybetti?
“Namaz, insan hayatını değiştirme gücünü kaybetti mi?” sorusuna, duvarlarda asılı duran saati örnek gösterdi;
“Duvardaki saate bakın; birbirine bağlanmış pek çok küçük parçası vardır. Eğer gerektiği şekilde kurmazsanız ya durur ya da zamanı yanlış gösterir. Bazı parçalarını çıkarmanız veya onları bir dikiş makinesinin parçalarıyla değiştirmeniz hiçbir işe yaramaz; bu defa ne zamanı gösterir, ne de dikiş diker. Eğer saatin bütün parçalarını içine atar fakat bağlantılarını sağlamazsanız kurduğunuz halde hiçbir parçası çalışmaz.
İslam’ın da bu saat gibi olduğunu farz edin…
İslam Saatinin İçine Atmadığınız Vida Kalmamış
Ahlaki değerler ve inançlar; günlük yaşamdaki kurallar; Allah’ın, kulların ve bu dünyada gözünüzle görebildiğiniz her şeyin hakları; para kazanmanın ve harcamanın kuralları; savaş ve barış kanunları, devlet düzeni ilkeleri ve devlete itaatin sınırları, bütün bunlar İslam’ın parçalarıdır.
Fakat siz şimdi, saatin pek çok parçasını çıkararak yerine aklınıza gelen her şeyi yerleştirdiniz. Bir dikiş makinesinden, belki de bir fabrikadan ya da bir araba motorundan aldığınız yedek parçalara varıncaya kadar…
Sadık bir şekilde küfre hizmet ettiğiniz ve faiz aldığınız halde kendinizi Müslüman sayıyorsunuz… İslam saatinin içine atmadığınız, İslam’a uygun olmayan tek bir vida bile kalmamış. Buna rağmen, kurduğunuz zaman saatin çalışmasını istiyorsunuz!”
Merhum Mevdudi ‘yaptıklarıyla yaşayan’ ihtiyarlardan değildi. ‘Yapacaklarıyla yaşayan’ gençlerdendi.
Mevdudi’yi okuyan her yaştan insana da bu yakışır; yaptıklarıyla değil, yapacaklarıyla yaşamak!