İMBİK-NİMETLERDEN STRESLER ÜRETMEK

İMBİK-NİMETLERDEN STRESLER ÜRETMEK

İnsanın yapısında mündemiç olan mal hırsı ve dünya sevgisi kendisini mezarlığa kadar takip eder. İnsanın canı hançeresine dayandığında ömür boyu zihninde taşıdığı düşüncelerini, sevgilerini ve emellerini terk etmek zorunda kalır. Yıllar yılı tattığı nimetler ve edindiği varlıklar da yok olmuştur. Bu ana kadar faal durumdaki elde etme potansiyeli de tükenmiş olur. Artık elde etme çabası yerini “ne olacak” endişesine bırakır. Böylece ekip-dikme zamanı nihayete ermiş, harman zamanı hâsıl olmuştur.

Âlemlerin Yaratıcısı, insanlara en önemli nimet olarak aklı sunmaktadır. Akıl nimetinin verilmediği varlıklardan hesap sorulmayacağı herkesin malumudur. Aslında bütün nimetler, insanlara bir imtihan malzemesi olarak bahşedilmektedir. Malzemeyi iyi kullanan başarılı addedilir. Malzemeyi yanlış kullanmak, kullananı hatalı yollara sürükler. Nimeti berhava edenleri kötü sonuçlar bekleyeceği kesindir. Nimeti sadece kendisi kullananlar da ilerde yalnız bırakılacakları bir neticeye razı olmuş olurlar. Nimeti yekdiğerleri ile paylaşamayanlar, istikbalde az bir paya razı olmak durumundadırlar. Nimetin kadrini bilemeden ahirete irtihal edenler ise, nimetin bedelini ağır bir şekilde ödemeye mahkûm olabilirler. Çünkü her şeyin bir bedeli vardır. Hiç bir şey boş ve hikmetsiz değildir. Sebepsiz varlık olmaz.

Tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadarki süreçte, kâinattaki nimet paylaşımı çetrefilli olmaktan bigâne kalamamıştır. Bunun yegâne sebebi elbette ki insanlıktır. İnsanlara hâkim olan güçler hükmetme kaynaklarının beşeri ya da ilahi olmasına göre, zaman zaman adaleti, zaman zaman zulmü hâkim kılmışlardır. Nimetler içerisinde hayat süren fertler ya da toplumlar nimet içerisinde nimetten başka bir sıkıntı çekmemişler, zevklerini katlamanın mücadelesini yaparken hemcinslerini sinek gibi ezmekten sakınmayan fillere benzemişlerdir. Diğer taraftan güç odaklarının hükümranlığı altında baskı ve işkenceler nedeniyle inim inim inleyen kişiler ya da milletler, bırakın nimetlerin hayalini kurmayı, kendilerini düşünme fırsatı bile yakalayamadan şu âlemden göçüp gitmişlerdir. Elbette dünya bu iki gruptan müteşekkil değildir. Dünya nimetini sebep ve sonuçları ile kavrayıp iyi değerlendiren insanların hiçbir zaman yok olmayacağı gerçeği mutlak bir hakikattir. Öte yandan nimetlerin kadrini bilen, nimetlerin kendini hiçbir şekilde şımartamadığı insanların daima var olacağı gerçeği ortadadır. Dahası kendi varlığı ve istifade ettiği her şeyin şahsına emanet edilen en önemli nimetler olduğunun idrakinde olan kişiler yok olmadıkça kıyamet kopmayacaktır.

Dünya hayatı iniş ve çıkışlarla bezenmiştir. Zorluk ve kolaylık, kullar için mutlaka tadacakları iki mukadderattır. Bu mukadderatı gereği gibi anlayıp kavrayamayan kişiler zorluk anında isyana meylederek, kolaylık ve nimet anında ise şımarıp kibirlenmeye meylederek ana eksenden sapabilir.

Yaşadığımız hayatta, hakikatte normal sayılması gereken bazı haller insanoğlu tarafından anormal addedilerek hor görülür, beğenilmez, isyan sebebi kabul edilir. Onlardan birisi de fakirliktir. İnsanlığın hakiki örnek ve önderleri umumiyetle gücü önemsemeyen, fakirlerle beraber olmayı arzulayan kişiler arasından çıkmasına rağmen, kaynağı nefis ve şehevi arzular olan bir takım düşünceler daima fakirliği hor görmeyi ve fakirleri tahkir etmeyi telkin eder.

Modern insan artık kutsal değerlerden kendini olabildiğince soyutlamaya çalışmaktadır. Kâinatı bir emanet kabul edip, bütün varlığa kardeşçe yaklaşanlar, yerlerini hırs ve tamahına köle olmuş insancıklara bırakmaktadır. İnsanın maddi isteklerini ihtiva eden ve bu istekleri amaç edinen anlayış zamanla ideoloji halini almaktan geri kalmamıştır. Günümüzde bütün dünya, dünyevi hayatı tek hedef haline dönüştüren bu anlayışın kölesi haline dönüşmektedir. Bugün öyle bir kasırga esmektedir ki, önüne geleni küller gibi savurup yokluğa mahkûm etmektedir.

Asrımızda inansın inanmasın herkes birbirinden etkilenmektedir. Herkes birbirine bir yaşama biçimi sunmaya gayret ettiğinin farkında bile değildir. Ancak bütün insanlar arasında kabul gören görüş, nimetin soyut olanlarının, diğer bir söyleyişle manevi nimetlerin, sanki Allah’ın vermesi değil; insanın kendiliğinden elde ettiği faydalanmalar olduğu görüşüdür.

19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyıl başlarında İslâm Âlemi de bütün beşeriyete pompalanan “açlık korkusu” düşüncesiyle karşı karşıya geldi. 21. yüzyıl başlarında pompalama sonuçlarını vermeye başladı. Artık dünya hayatı uğruna kendini helak etme, menfaatperestlik, inananların da özelliklerinden olmaya başladı. Dünya metaı en önemli nimetlerden sayıldı. “Dünya Mutluluğu” kavramı gelişti, yaygınlaştı. Müminler evlatlarına maddi hedefler tespit ederken, öbür âlemi neredeyse hiç hesaba katamaz hale dönüştüler. Şu anda bizlere hâkim olan rahat etme düşüncesi belki de bin yıllık tarihimizde hiç bu kadar revaçta olmamıştı. Evet, rahatça yaşamak, kimseye muhtaç olmamak, kendi ayakları üzerinde durabilmek, birçok insanın elde ettiklerine ulaşabilmek, bulunduğumuz mevkilerden daha da üstlere tırmanmak, daha çok ve daha farklı nimetleri elde edebilmek kulağa hoş geliyor. Belki de bütün bunlar bize ne zaman aşılandığını bilemediğimiz, doğruluğunu ya da yanlışlığını sorgulamadığımız, içimizde büyüyüp kabaran uhdelerimizdir. Belki de günlük hayatlar bu uhdelerimizin kazandırdığı enerjilerle istekle yaşanır hale geliyor. Ama ne kadar doğru?

Geçmişte ümmetlerin geneli, kahır ekseriyetle nimetler sebebiyle helak olmuşlardır. İstifade ettikleri nimetlerin külfete dönüştüğü toplumlar azımsanmayacak kadar çoktur. Nimetle sapıtmak, yoklukla sapıtmaktan daha hızlı ve daha kolaydır. Yokluk, nedenini kavrayamayan kişiler için acı vererek o kişileri yoldan çıkarttığından süreç oldukça yavaş gelişir. Ama nimette şımarmanın ana unsur olmasından ve daima sahibine sahte bir gurur vermesinden sapıtma süreci çok hızlı gelişir. Nimetler sebebiyle “yoldan çıkma” olayında, nimeti elinde bulunduran kişinin, nimet sebebiyle sapıttığının farkına bile varamayacak olması gibi tehlikeli bir durum da söz konusudur.

Eski çağların ahalisinin mağaralarda kendilerini soyutladığı gibi, kendilerini sitelere hapseden günümüz insanı da nimetler sebebiyle ıstırap içindedir. İlk bakışta tenakuz gibi algılanacak olan bu durum maalesef hakikatin ta kendisidir.

Etrafımıza dikkatlice baktığımızda, konuşmalara kulak verdiğimizde, insanların hallerini, telaşlarını anlamaya gayret ettiğimizde görürüz ki yoksulluk nedeniyle mutsuzluk döneminin yerini, varlıklı mutsuzluğun aldığını göreceğiz. Evet, varlıkla mutsuz olma çağında yaşıyoruz. Evet, bir tarafta açlıkla pençeleşirken mutlu olmak için aza kanaat etmeye hazır insanlar, diğer tarafta nimetlerin bolluğu yüzünden ne yapacağını şaşırmış, bu sebeple streslere giren topluluklar… Şu andaki yerküre manzarası ne yazık ki böyle… Ne ki nimet bolluğu yüzünden yeni yeni hastalıklara yakalanan mutlu insanlar, stresin ana sebebinin nimetler olabileceğini bir türlü akıllarına getiremiyorlar. Biraz akleden bir beyin kavrayacaktır ki, yanlış anlaşılan ve yerinde ve zamanında kullanılmayan nimetler stresin ana kaynağı olmaktadır.

Son yüzyıllarda, düşünce üreten Batılı kuruluşlar bireyselliği takdim ettiklerinden beri, kişiler bireysel olabilmek için paylaşmayı, kardeşliği, yardımı, sosyal sorumluluğu unutma yolunda hızla yol almaktadırlar. Bireysel olabilmek için özgür olma gerekir. Özgür olabilmenin yolu da ayak bağlarından kurtulmaktır. O halde elde edilen nimetler ve menfaatler önce kişinin kendisi için hasredilmelidir. Böyle düşünen bir kişi nimetleri daima kendisine kullanmak için zihnî ve fizikî çaba harcayacaktır. Bu yolda başarısız olmak insanın kendini yalnız hissetmesine sebep olabilecektir.

“Açlık korkusu” bütün insanları etkilemekte ve bu korku daha çok mal edinme, daha çok mal bırakma duygusunu kışkırtmaktadır. Bu uğurda, kendini kahredercesine ortaya atan fertler başarısızlık durumunda veya kazandıklarını kaybetme durumunda sığınacak bir varlık bulamayacak bir hâle düşmektedirler. Bütün hayatı parayla aynı değerde kabul edenler, bu anlayışları nedeniyle gözü hiçbir şeyi göremez hale gelmektedir Elde ettikleri mallar ve nimetlerle yetinme anlayışı da peşinen bulunmadığından daha fazlasını istemek, mutluluk yerine yeni yeni sıkıntılar doğurmaktadır. Mesela, yakın çevremizde bile, mevcut arabasını beğenmeyip, bir üst modelini elde etmek için bütün araçları mubah kabul eden insanlar ve evi, mülkü olduğu halde bununla yetinmeyip daha modernini ve daha konforlusunu elde etmek için gece gündüz kafa yoran tanıdıklar artmaktadır. İnsanların ellerindekini korumak ve kollamak için katlanmak zorunda kaldıkları sıkıntıların ve streslerin bininin bir paraya olduğunu hatırlatmaya ise zaten gerek yok.

Yediği önünde, yemediği arkasında bulunan günümüz insanları, gelecek öğünde ne yiyecekleri konusunda düşünmekten strese düşer hale gelmişlerdir. Çünkü tatmadıkları nimet kalmamış gibidir. Artık nimetlerin çokluğu onları sıkmaya başlamıştır. Ne yeseler, ne tatsalar zevk almaz hale gelmişlerdir. Oysa açlık nimetini tükettiklerinden habersizlerdir.

Evinin her köşesini, birinci sınıf eşya ile donatmış aileleri de daha iyisinin komşuları tarafından elde edilme korkusu sarmıştır. Ya komşuları yeni marka koltukları alıp salonlarına döşedi ise… Ya ailenin küçük oğlanı arkadaşının evindeki avizeyi beğenip, kendi evlerini beğenmez hale düşerse… Bu nedenle çocukta aşağılık kompleksi oluşursa ne olacak?

Kendini beğenen, günümüz tabiriyle ”kendini seven” bir beyefendi sabah işine gitmek için hazırlanırken ne giyeceği konusunda mesele çıkarır hale gelmiştir. Stresin sebebi, yokluk değil çokluktur. Son aldığı takıma hangi kravat uyabilir, ya birisi kıyafetine “banal” derse ne olacak? O kişi traşını iyi olamazsa ve bir kenarda tüyler kalırsa, kıl birisi bu kıllara laf etmez mi? Saçlarını jölelemezse, saçlar dağıldığında ne olur? Sahi jöle sürse mi, sürmese mi daha iyi olur? İşte size günlük stres numuneleri!

Zannetmeyelim ki, nimetler nedeniyle sıkıntılar içinde yaşamak sadece zenginlere has bir olgudur. Mesele eşyaya ve maddeye bakışla ilgilidir. At gözlüğü ile eşyaları algılamaya çalışan herkes elindeki her şey nedeniyle boş yere, hiç de beklenmeyen bunalımlara girebilir. Boşu boşuna kendisine sunulan ömür nimetini külfete dönüştürür. Yanlış kullanma nedeniyle hayatını mahvu perişan eyler. Bu neticeyi hakiki göçten önce öğrenmemesi belki de en büyük nimettir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.