Melek Mi, Ben Mi?

 Melek Mi, Ben Mi?

“Andolsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyuruyor, Tin Suresi 4. ayetinde Yüce Rabbimiz. Ahsen-i Takvim; yani en güzel bir kıvamda yaratılan insan, kendisine dönüp tekrar tekrar bakmalıdır. O vakit kendisini fark edecek kapalı gözler arasında, o vakit farklı bir ivme kazanacak yürüyüşünde ve o vakit kat çıkacaktır ubudiyet binasında, insan.

Mükellef bir sofrada önümüze gelen bir pilavın biraz lapa olduğunu düşünelim veya buharı üstünde bize göz kırpan bir çorbanın tuzlu olduğunu, hatta malzeme zenginliğiyle göz alan bir türlünün dibinin yanmış olduğunu da düşünebiliriz. Böyle bir senaryoyu yaşamak bir hayal kırıklığı olurdu. Çünkü sofranın değerini artıran en büyük unsur, yemeklerdeki kıvamdı. Kıvamı tutmayan bir yemek de gözümüzde değer kaybına maruz kalacak ve tüm albenisini kaybedecektir. Böyle bir örneği insana kıyas ettiğimizde; nasıl bir değerle bezenmiş insan, bunu anlamak çok da zor olmuyor. Zira ‘Ahsen’ olarak, yani en güzel bir kıvamda yaratıldı insan. Ne lapa bir pilav ne tuzlu bir çorba ne de yanmış bir türlü gibi; nasıl en güzeli olacaktı ise öyle bir kıvamda. Tam kıvamında. Öyleyse kim değersiz görebilir insanı, kim basite indirgeyebilir, kim küçümseyebilir onu?

Âlemin özü olan insan kendine kötü gözle bakamaz ve yaratılmışların göz bebeği olarak asla kendini değersizleştiremez. Öyle demiyor mu Şeyh Galib;

Hoşça bak zâtına ki zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Sen Ahsen-i Takvim olan insan, en güzel kıvamda yaratılan genç! Yarışılabilir mi sendeki güzellikle? Sana kıymet biçilebilir mi ey genç? Senin önüne ulaşamayacağın bir ideal koyulabilir mi? Hangi engel sana mani olabilir ey genç? Sen böyle bir konumdayken.

Gördük ki insan olarak bu kadar değerli ve eşsiz olarak yaratılmış canlılarız. Peki, bu değere sahip olan genç kardeşim, meleklerle de yarışmaya var mısın? Allah Teâlâ’nın emrinden bir saniye olsun çıkmayan, yalnızca O’na hizmet eden, nurdan yaratılmış olan, şeytanın tuzaklarına kapılmayan, yeryüzünde türlü günahlara batma tehlikesi yaşamayan, kan akıtmayan, hırsızlık yapmayan, iftira atmayan, iffet kusurları olmayan, öfkelenmeyen ve hepsinden de öte günahları olmayan meleklerle yarışmaya ne dersin? Neden onların da üstünde olmayasın. Bunu istemez misin?

Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını sakın senden duymayayım. Bunca hataya, kusura, günaha rağmen Allah’ın emrinden hiç bir an çıkmayan meleklerle nasıl yarışayım deme. Şeytan her an ensemde gezerken bu ihtimalin uzağında bile bulunmayan o nurani varlıklarla nasıl kapışayım da deme. Sen en güzel kıvamda yaratıldın ve sen en güzel makamların gencisin. Pilava ne kadar su, çorbaya ne kadar tuz katıldığını, türlünün ateş ayarını öğrenir gibi dinini öğrenince melekleri senin hizmetçin olmuş göreceksin. Sana gıpta ile bakıp arkanda kalmışlar, fark edeceksin. Sen yeter ki kendini bil ve kul ol!

Namaz kılmak için seneler sonrasını, Kur’an-ı Kerim’in önünde diz çökmek için yaşlanmayı, Allah’ı tesbih için aksakallı olmayı, muhtaçlara uzanmak için zenginliği, tevbe için günahtan kurtulmayı ve her türlü mücadele olan cihad için savaşı bekleme! Alnının secde görmesi yalnızca bir namaz vaktine, Kur’an’ın ışığına ulaşman sadece bir abdeste, Allah’ın zikriyle itminana kavuşman birkaç kelimeye, senden uzatılacak eli bekleyenlerle olman zengin bir gönüle, günahlarınla dahi tertemiz yaşaman pişman bir kalbe, nihayet İslam’ın bir neferi olarak kımıldanman ise içten bir niyete bağlıdır. 

Ey genç! Sen kendini bildiğinde ve bulduğunda İslam kazanacak. Ümmet-i Muhammed kazanacak. Sen kazanacaksın. ‘Benden olmaz’ demeyip ‘bensiz olmaz’ diye haykırdığın gün adın kıyamet günü gölgeliğine altın harflerle yazılacak. Gençliği elinden gittikten sonra diğer altı sınıfta bulunanların elde edemeyeceği; ancak senin tüm sınıflara dâhil olmaya aday olabileceğin öyle bir paye biçti ki sana Peygamberin aleyhisselam. Kıyamet günü arşın gölgesindeki yedi sınıftan birindesin, diğer sınıfların da bekleyeni. İşte senin müjden:

Ebû Hüreyre r anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:

“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:

Âdil devlet başkanı,

Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,

Kalbi mescitlere bağlı Müslüman,

Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,

Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,

Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,

Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.”(Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2)

Böylesine bir konuma melek bile özenir genç kardeşim! Artık sana düşen dine bağlılığı sadece yaşlıların işi görmemen, camilerde en ön safları ihtiyarların doldurmasını beklememen ve elinde tesbihinle gülünç olmadığını bilmendir. Asıl komik olanın, İslam’ın, adım atacak takati ve kendisini günaha düşürecek arzusu bile kalmamış kocamışlara hitap ettiğini vehmedenler olduğunu ise sen zaten görürsün. Şimdi temiz bir hayat içinde serpil ve büyü. Rabbinin emaneti olan kitabını ve bugüne kadar capcanlı kalan Resulünün sünnetini kendine yoldaş edin. Seni başka bir şey büyütemez. Büyük olduğunu gör ve göster ey gencim!

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.