İMBİK- Tekasür Huzur Verir mi?

İlk insandan günümüze, kendini öne çıkartma aracı olarak tekasüre kapılan her fert dünya hayatında mutsuz son ile karşılaşmıştır. Bu, bizzat musibet ve azaplarla olabildiği gibi ruhî bunalımlar şeklinde de ortaya çıkmıştır. Yaratılış amacının tersine bir eylem olan çoklukla, farklılıklarla övünmek insana anlık gurur ve nefis tatmini dışında elbette hiçbir kalp huzuru sağlamayacaktı.
Tekasür ile oyalanan her insan aslında Allah ile irtibatını kopartmış demektir. Rabbi ile bağlarını kesmiş olan bir kul, kendisini gözetleyenin izni olmadan haylazlıklarla benliğini pohpohlamaya başlar. Nefsinin iğvaları ile azdıkça azar. Tekasürüne tekasür katacak alanlar icad etmeye çalışır. Bulur da. Lakin neticede yalnız ve huzursuz bir varlık olduğunu keşfetmekte gecikmez. Yaradan ile irtibat olmadığı zaman dua hakkı da yok olmuş demektir. Dua edememek ise stres kaynağıdır.
Tarihte ilk tekasür örneğini gösteren Kabil’dir. Kardeşi Habil ile birlikte Allah’a birer kurban sundular. Kabil’in kurbanı Allah tarafından kabul edilmedi. Bu sonuç Kabil’in nefsini öne çıkartmasına sebep oldu. Allah’ın imtihanını geri plana itip kardeşine uygun görülen kabul nimetini, o’na layık görmedi. Kıskandı. Kardeşine haset etti. Öyle bir gururlandı ki, kendisinin daha üstün olduğu düşüncesinin getirdiği hışımla Habil’i öldürdü. Lakin peşi sıra mutsuzluğa duçar oldu. Kardeş kaybının getirdiği huzursuzluk ailesinden kopmasına sebep oldu. Babasından, anasından ve kardeşlerinden uzaklaşarak ücra bir köşede vicdan azabı ile yaşamaya gayret etti.
Kur’an’da yetmiş dört yerde zikri geçen Firavun, tam manası ile tekasürü tatbik eden meşhur bir örnektir. Yani mütekasirdir. Tevhidin karşısında yer alması, büyüklük taslaması, böbürlenmesi, ilahlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenmesi, Mûsâ’nın ilahına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık göstermesi, halkını küçümseyip zayıfları ezmesi, hakikatleri reddetmesi, en somut tekasür örnekleridir. Firavn bu konuda tek başına değildir. En önde gelen adamlarından Karun ve Haman da birer tekasür uygulayıcılarıdır. Firavun ve ailesi yıllarca kıtlıkla karşı karşıya yaşamanın zorluğu yanında tufanla, çekirgelerle, haşeratla, kurbağalarla beraber acı ve ıstırap ile günlerini geçirmek zorunda kalarak, tekasürün sonuçlarını peşinen görmüş oldular. Üstelik denizde boğularak öbür âleme geçiş yapmaları da yanlarına kâr kalmıştı.
Nemrut ismi Kur’an’da yer almaz. Ancak meşhur malumata göre Hz. İbrahim ile mücadele eden, kendisine hükümdarlık verilmiş şahıstır. Gördüğü bir rüya sonucunda, kâhinlerin yorumlarını dikkate alıp, hükümdarlığını yok edebilir endişesi ile ilk tekasürünü gerçekleştirdi: Şehirdeki yeni doğmuş bütün erkek çocukları öldürmüş ve erkeleri yeni doğumlara sebep olurlar düşüncesi ile şehir dışına sürerek eşleri ile bir araya gelmelerine (Hz.İbrahim’in ana rahmine düşüşünü engelleyemese de!) mani olmuştu.
İlk defa kötülüğe teşvik eden, kibir için başına ilk defa taç giyen, ilkin yıldızların durumunu ortaya koyan, ilk defa ateşe tapan ve insanları kendisine tapınmaya davet eden kişi olarak Nemrut ilk tekasürüne tekasürler katmaya devam etmişti. Nihayetinde Allah ile savaşmak için göğe yükselmeye karar verdi. Böylece kibir ve bencillik tekasürü ile ne yaptığını bilemez bir hale evrilmişti. Dört kartalın taşıdığı bir sandığa oturarak göğe doğru yükselmeye başladı. Yeteri kadar yükseldiğini düşündüğü sırada göğe bir ok attı. Ok geri geldiğinde üzerinde kan lekesi görüp Allah’ı vurduğunu düşündü ve etrafına bunu anlatmaya başladı. Bu hali, Allah’a meydan okuma formundaki bir başka tekasürü idi.
Nemrut burnundan başına giren bir sivrisinek tarafından cezalandırılmaya başlandı. Günlerce ölme nimetine kavuşamadı. Kafasını tokmakla dövdürmesine rağmen sivrisineğin vızıltı sesinden ve gıdıklanma hissinden kurtulamadı. Huzur bulamadan, acılar içerisinde, garip bir ölüm biçimi ile kendisi için başka bir azap âlemine geçiş yaptı.
Ebu Leheb, âlemlere rahmet olarak gönderilen mümtaz bir insanın amcası olmasına rağmen, bu rahmetin kıymetini bilemeden tekasür fırtınasına yakalanmıştı. Karısını da aynı fırtınanın içine attı. Gece gündüz batıl inançları için beraber koşturdular. Allah’ın elçisini engellemeye uğraştılar. Bu uğurda yapmadıkları kalmadı. Kendilerini oyalayan bencillik ve atalar dini tekasürünün kışkırtması ile ayaklarına zarar versin diye dünyanın en şerefli insanının yoluna dikenler serdiler. Ebu Leheb’i mal ve evlat çokluğu oyaladı. Hep oğulları ve malı ile övündü. Ne var ki mal ve evlatla tekasür o’na hiçbir fayda vermedi. Çektiği ruh bunalımlarına ek olarak ileriki yaşlarında bulaşıcı bir hastalığa yakalandı. Kimse yanına yaklaşamadı. Boy boy oğullar bile yalnızlığına çare olmadı. Acılar içiresinde kıvrana kıvrana can verdi. Hastalığı nedeni ile cesedine bile kimse dokunamadı. Uzun ağaç parçaları vasıtası ile bir çukura köleler tarafında itilerek tekasürünün cezasını daha bu dünyada görmüş oldu.
Çağımızda en belirgin tekasür örneğini gösteren Batılıların nefsanî tekasürüne, Muhammed Esed aşağıdaki olayda anlatıldığı şekli ile şahitlik etmiş ve Müslüman olmuştu:
Kudüs’teki çalışmalarını bitirdikten sonra Berlin’e dönen ve burada Elsa ismindeki bir hanımla evlenen Esed, bir gün Berlin metrosunda eşi Elsa ile beraberken çevresindeki insanların yüzüne baktığında herkesin derin ve gizli bir acıyla hayatlarını sürdürdüğünü düşündü. Duyduğu bu üzüntüyü Elsa ile paylaştı. Elsa “Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki.” diyerek karşılık verdi. Bu halet-i ruhiye ile eve döndüklerinde masasında araştırma yapmak için sayfaları açık bırakılmış Kur’an’a gözü takıldı. Karşısına Tekasür Suresi’nin 1-8. ayetleri çıktı. Metroda yaşadıklarının tam karşılığı olarak gördü bu ayetleri.