Cahiliye Çukurluğundan İslam Ufkuna

Kur’an-ı Kerim’i dikkatli bir gözle okuyan birisi, Kur’an’ın muhataplarına kavramlar üzerinden hitap ettiğini ve indiği toplumun kullandığı kavramların içini kendi öz değerleriyle doldurduğunu rahatlıkla fark edecektir. Zira kavramlar insan zihninin inşasında toparlayıcı bir işlev görmekte, muhatabın bir meseleyi belli bir çerçeveye oturtmasına katkı sağlamakta ve alıcılarını daha diri bir çizgide tutmasını kolaylaştırmaktadır. Yazımızı Kur’an’ın farklı surelerinde ele aldığı cahiliyye kavramı üzerinden şekillendireceğiz.
Bu kavramın geçtiği ayetlere baktığımızda dört farklı ifade tarzı ile karşılaşırız; zanne’l câhiliyye (Âli İmrân/154), hükme’l câhiliyye (Mâide/50), teberrüce’l câhiliyye (Ahzab/33) ve hamiyyete’l câhiliyye (Fetih/27). Kur’an’ın bu kavramları ne anlamda kullandığına dair âyetler çerçevesinde kısaca tefsirlere temas ettikten sonra son bölümde, Kur’an’ın zemmettiği bu kavramlar üzerinden biz muhataplara aslında nasıl bir hareket tarzı tavsiye ettiğini kısaca ortaya koymaya çalışacağız.
Âli İmran 154’ü ele aldığımızda zihnimizde canlandırmamız gereken tablo kısaca şu; Mü’minler, Uhud savaşında okçuların yerlerinden ayrılması ve müşriklerin onları arkadan kuşatmasının ardından bir sendeleme yaşıyorlar ve bir önceki ayetin beyanıyla Rasulullah aleyhisselam onları arkalarından çağırmasına rağmen arkalarına bakmadan kaçışıyorlar ve bunun sonucunda da Allah acı üstüne acıyı Uhud meydanında onlara tattırıyor. İşte tam bu sahneden sonra Rabbimiz buyuruyor ki; Allah bu çektiğiniz gam ve kederden sonra üzerinize içinde güven duygusu olan bir uyuklama hali indirdi ki, bu uyuklama hali içinizden bir grubu(hakiki mü’minleri) sarıp sarmalıyor, âdeta onlar için bir iç huzuru oluyor. Diğer bir grup ise(münafıklar) sadece kendi canlarının derdine düşmüş bir halde Allah hakkında hak olmayan bir zanla, cahiliye zannı ile düşünüyorlardı… Müfessirlerin ortak kanaati ile buradaki cahiliye zannı şöyle bir düşünceye sahip olmaktır; şayet Muhammed hak bir dava üzerinde olsaydı kâfirler ona musallat olamazlardı, onu mağlup edemezlerdi, başımıza böyle bir olay da gelmezdi. Şimdi Allah bizi bu savaş meydanında düşmanların pençesine terk edecek ve bizde helak olup gideceğiz.
Mâide 50’ye gelmeden önceki ayetlerde, Allah’ın hükmü ile insanlar arasındaki hukukun düzenlenmesi gerektiğine dair ifadeler yer almış, her ümmet için Allah’ın bir şeriat kıldığı ortaya konmuş, Efendimizin de Allah’ın indirdiği ile hükmetmesi gerektiği kesin bir dille zikredilmişti. İlgili ayetimizde de âdeta önceki pasajın final cümlesi mahiyetinde Rabbimiz buyuruyor ki; Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Yakînen inanan bir topluluk için Allah’ın hükmünden daha güzeli olabilir mi? Yani hak ve gerçek bu kadar ortadayken, insanların maslahatına ve fıtratına en uygun sistemin Allah’ın ortaya koymuş olduğu sistem olduğu gün gibi açıkken onlar hâlâ cahiliye hükümleriyle idare olunmak mı istiyorlar? Hâlâ karanlığa mı oynamak istiyorlar? Müfessir Beyzâvi rahimehullah ayetteki cahiliye hükmünü hevâların peşinden gitmek olarak tefsir ediyor. Seyyid Kutup ise bu ayetin tefsirinde diyor ki; cahiliyet insanın insana hükmetmesidir. Çünkü o kulların kullara kulluğudur, Allah’ın kulluğundan uzaklaşmak ve Allah’ın ulûhiyetini reddetmektir. Bu ayete göre cahiliyet, belli bir zamana mahsus değildir, o bir durum, bir vaziyettir. Bu durum, dün olduğu gibi, bugün de yarın da olabilir.
Ahzab 33 de ise Rabbimiz annelerimiz üzerinden ümmetin bütün kadınlarına hitap ediyor ve buyuruyor ki; Vakarınızla evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi/teberruce’l cahiliyyetil ûlâ sizde açılıp saçılmayın… Teberrüc; çalımlı yürüyerek ziynetleri ortaya koymak olarak açıklanmış, başka bir tefsirde ise kadının örtüyü başına atıp da bağlamadan bırakması, gerdanlık, küpe, boyun ve boğazının açık bırakması olarak ifade edilmiştir.
Fetih 26’ya geldiğimizde ise Rabbimiz, umre için geldikleri Mekke’ye girmekten mü’minleri alıkoyan müşriklerin içinde bulundukları psikolojik durumdan bahsederek buyuruyor ki; Hani kâfirler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu/hamiyyete’l cahiliyye yerleştirmişlerdi. Allah ise, Rasulü’nün ve Mü’minlerin üzerine huzur indirdi ve onları takva sözüne bağlı tuttu… Âyette geçen hamiyyete’l cahiliyye ifadesi kibir ve taassup olarak tefsir edilmiştir. Dolayısıyla mü’minleri umre yapmaktan alıkoyan müşrik zihniyet kibrin ve taassubun içlerine işlediği hastalıklı bir zihniyettir.
Peki, bu dört kavramı kınayıcı ifadeler kullanarak kitabında önümüze koyan Rabbimiz, bunlara mukabil bize neleri tavsiye etti, hangi ahlak üzerinde sebat etmeyi bize öğütledi, nasıl bir kulluk stratejisi ile yol almamız gerektiğini bize tembih etti… Kısaca özetlemek gerekirse yazımızı dört madde ile toparlayabiliriz;
*Allah’ın zafer vaadinden şüpheye düşmek olarak da ifade edebileceğimiz cahiliye zannına karşılık Allah azze ve celle, mü’minleri yüreklendirecek şu hitabını ortaya koydu; Eğer Allah size yardım ederse artık size galip gelecek olan yoktur! (Âli İmran, 160) Yani davanın sahibi Allah ise, sizde bu davanın şerefli erleri iseniz davanızda sebat edin, Allah’ın yardımından asla şüpheye düşmeyin, Allah hakkında hak olan zanla hareket edin.
*Hevâların, arzuların ve bedihi güdülerin egemen olduğu sistemi ifade eden cahiliye hükmüne karşılık Rabbimiz, Rahmani, fıtri ve aşkın olan bir sisteme davet etti biz kullarını ve buyurdu ki; Sonra (Ey Peygamberim) seni din konusunda bir şeriat üzere kıldık, (seni bir şeriat sahibi yaptık) öyleyse o şeriata uy ve sakın ha hevasının peşinden gidenlere tabi olma! (Câsiye, 18).
*Cahiliyenin örtünme anlayışını ifade eden ‘teberrüc’e karşılık olarak da Rabbimiz iffeti, tesettürü ve hayâyı biz kullarına tavsiye etti ve buyurdu ki; Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerini üzerlerine örtsünler. Bu onların tanınmaları ve incitilmemeleri için daha uygundur. (Ahzab, 59).
*Cahiliye taassubunu ve kibrini ifade eden hamiyyete karşılık ise Rabbimiz merhameti ve tevazuyu tavsiye ederek buyurdu ki; Muhammed Allah’ın Rasulüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çetin, birbirlerine karşı ise merhametlidirler. (Fetih, 29)
Peki, bizler bu cahiliye sınavının neresindeyiz, Allah hakkında ve Onun davası hakkında hak olan bir zan üzere miyiz, Allah’ın bize vadettiklerine karşı yakîni bir imana sahip miyiz? Her zaman ve zeminde hevanın tahriklerine karşı gem vurup Allah’ın emrettiğine tabi olma refleksini gösterebiliyor muyuz? Teberrücten tamamıyla arındırılmış bir tesettür pratiğinin hayatlarımıza hâkim olduğu söylenebilir mi? Mü’min ahlakının temel dinamiklerinden olan merhamet ve tevazuyu gerçek anlamda pratize edebiliyor muyuz? Bu soruların sahibi olarak başta kendim olmak üzere şöyle bir muhasebe etmenin lehimize olacağı kanaatindeyim… Sözlerimizin sonu “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” dur…