Mücadelemiz ve Biz

Mücadelemiz ve Biz

İslam, insanlığın ebedi hayatını, ahiretini kurtarmayı hedeflediği gibi yaşadığımız dünyayı imar ve inşa için de tanzim edilmiştir. Dünyası olmayan, dünyayı gündem etmeyen, onu dönüştürme amacı olmayan bir din bizim dinimiz değildir. Elbette Yahudi zihindeki gibi cenneti garanti görüp sırf dünyaya odaklanmış ve dünyevi menfaatler için her yolu mubah gören bir bakış açımız olmadığı gibi Hristiyanlığın mistik, dünyadan el etek çeken, ruhban zihniyetini de reddederiz.

“Bu dünyada bir işe yaramayan din, öteki dünyada da hiçbir işe yaramayacaktır.” der Doktor Şeriati. Yani din bizim için sadece vicdanımızda saklı bir mesele olarak kalıyorsa, hayatımızda görünür değilse ahirette de muhtemelen pek bir işe yaramayacaktır. Çünkü Müslüman iddiası, talepleri olan kişidir. Umursamaz, boş vermiş, dinini yaşama noktasında kendine verilen alanla yetinip bütüne talip olmayan birisi İslam’ı tam anlamamış demektir.

Şehid Seyyid Kutub’un da dediği gibi; “Sırf kendisi için yaşayan kimse zevk içinde yaşayabilir, fakat küçük olarak yaşar ve küçük olarak ölür.” Bizler yalnızca kendimiz için yaşayamayız. Mü’minlerin, mü’min olmasa bile tüm insanların hatta Allah’ın (dininin) derdiyle dertlenmek zorundayız. Bu dert bizi harekete geçirmeli. Örgütlü (yani bireysel çabalarla sınırlı kalmadan başka Müslümanlarla birlikte) ve sistemli bir şekilde (yani kısa ve uzun vadeli hedeflerle, iş bölümü yaparak vs.) mücadele etmeliyiz. Batıl böyle yapıyor. Hem de dur durak bilmeden çabalıyorlar batılın hâkimiyeti için. Ya bizler? “Hakkın tesisi için çalışmamakla, batılın hâkimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur.” dememiş miydi rahmetli Erbakan. Cihad da bu değil midir? Gücün son sınırıyla çabalamak. Yani parmağımızın ucuyla değil, taşın altına değil elimizi gerekirse yüreğimizi koyarak mücadele…

Eğer dünyayı dinimizin tüm insanlık üzerine ikamesi için bir mücadele alanı görmüyorsak dünya için mücadele ediyoruz demektir. Dünyevileşmenin panzehiri dünyaya takılıp kalmadan, adanmış bir şekilde yol almakla mümkündür. Kasa, masa, nisa sınavlarından ancak bu şekilde sıyrılabiliriz. Devrimci ruhu kaybettiğimiz zaman dünyacılığa evriliriz.

Tüm peygamberler dünyaya bu tevhidî mücadele için gelmemiş midir? Dünyayı ahiretin tarlası olarak görmek bu değil midir? Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak ve yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak hadisini genelde dünyadan tarafa yontarlar lakin bu hadis bize ahirete ait olan işlerimizi asla ertelememeyi öğütler. Dünyaya ait bir iş sonra olsa da hatta hiç gerçekleşmese de telafi edilebilir bir yanı vardır ama davamızın ertelenebilir bir tarafı olamaz. Mücadelemiz bir boş zaman aracı veya hobi mesabesinde olmamalıdır, hayatımızın merkezinde, bizi yönlendiren, sınırlandıran ve özgürleştiren olmalıdır.

Sahabe bu mücadeleyi en iyi yaşayan topluluktur. Yüz bini aşkın sayılarına rağmen çok azı Mekke ve Medine’de metfundur. Gerisi yeryüzüne dağılmış, İslam’ın hâkimiyeti için benliklerinden vazgeçmiş, hayatları bu cehd ü gayretle nihayete ermiştir. Hatta Emevîler devrinde, fethin müjdesine ermek isteyen İslâm ordusu, İstanbul önlerine gelmişti. Ordunun içinde Ebû Eyyûb el-Ensârî de bulunmaktaydı. Rumlar, arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırlarken, Ensar’dan bir zât, atını Bizanslıların ortasına kadar sürdü. Bunu gören bir asker; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” ayetinden hareketle o askeri eleştirdi. Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî şöyle dedi: “Ey mü’minler! Bu ayet, biz Ensar hakkında nazil oldu. Allah, Peygamberine yardım edip dinini galip kıldığında biz, artık mallarımızın başında durup onlarla meşgul olalım, demiştik. Bunun üzerine; Allah yolunda infak edin de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın! Bir de ihsanda bulunun! Zira Allah muhsinleri sever.” (Bakara, 195) ayeti nazil oldu.

Peki, mücadelemiz ne zamana kadar sürecektir? Bunun cevabını da yine kitabımızdan alalım:

“Hattâ ye’tiyeke’l-yakîn”

Yakîn yani ölüm sana gelinceye dek…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.