CİHAD DERSLERİ- Ayasofya’yı Açtıran Rüya

Bir önceki yazımın başlığını ‘Celal Hoca’ koymuş ve İmam-Hatip okullarının açılmasında üstün gayretleri olan bu İslâm âliminden söz etmiştim. Hüseyin Yorulmaz’ın yazdığı ‘Celal Hoca’ isimli kitabın herkes tarafından okunmasını tavsiye etmiştim. ‘Celal Hoca’ başlıklı yazımdan bir önceki yazımın başlığını da ‘Uğrumuzda Cihad Edenler Var Ya…’ şeklinde koymuş ve bu ibâreyi bir âyetin meâlinden aldığımı söylemiştim. İlgili âyet-i kerimenin tamamının meâli şöyleydi: “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, elbette biz onları kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah, iyi davrananlarla beraberdir” (Ankebût sûresi, 29/69).
O yazımda bu âyetin meâli üzerinde durmuş, meâl yazan birkaç müellifin bu âyete verdikleri meâli değerlendirmiş ve yazıyı bitirirken şöyle demiştim: “Bu âyetin meâlinden hareketle bu köşede birkaç yazı yazmak istiyorum. Yüce Allah, âyetin birinci cümlesinde bir taahhütte bulunuyor ve ‘bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, elbette biz onları kendi yollarımıza eriştireceğiz’ derken, ikinci cümlede de kendi adını zikrederek bu taahhüdü şöyle tekrarlıyor: ‘Muhakkak ki Allah, elbette muhsinlerle beraberdir.’ Bu sütunda size bu taahhüdün asrımızda da gerçekleştiğini canlı misalleri ile anlatacağım. Bir sonraki yazımı bekleyiniz.”
Evet, o yazımda işte böyle demiştim. İkinci yazımda ise ‘şimdi sıra geldi size verdiğim sözde durmaya’ demiş ve Türkiye’de İmam-Hatip okullarının açılması için gece-gündüz çalışan, yani cihad eden ve neticede Yüce Allah’ın yardımı ile başarıya ulaşan Celal Hoca’yı kısaca tanıtmıştım. Bu yazımda da size, Ayasofya’nın açılması için bir ömür boyu cihad eden bir mücâhidi tanıtacağım. Bu mücâhid, İsmail Kandemir isimli emekli bir öğretmendir.
Süleyman Şahin, Gerçek Hayat Dergisi’nin 20-28 Temmuz 2020 tarihli 1030. sayısında İsmail Kandemir ile yapılan bir konuşmayı yayınladı. Dergi sayfası ile dokuz sayfa olan bu konuşmayı bütün okuyucularımın bulup okumasını tavsiye ederim. İnternetten hemen bulup okuyabilirsiniz. 75 yaşındaki emekli bir Matematik öğretmeninin cihadını ve zafere ulaşmasının nasıl olduğunu herkesin okumasını ve İsmail Kandemir Bey’e saygı duymasını istiyorum. Celal Hoca’nın ve İsmail Bey’in mücadelelerini yukarıda verdiğim âyet-i kerimenin ışığında okumanızı ve sizin de buna benzer faaliyetler içinde olmanızı cân-ı gönülden arzu ediyorum.
Şimdi sizlere, Süleyman Şahin’in takdim yazısı ile birlikte İsmail Kandemir Bey’e sorduğu sorulardan ve aldığı cevaplardan bir demet sunacağım. Süleyman Şahin takdim yazısında şöyle diyor: “Bize yansıtılan kahraman figürlerine bakıldığında karşımıza güçlü kuvvetli, alımlı çalımlı tiplerin çıktığı herkesin mâlumudur. İşin algı tarafı böyledir. Fakat hayatımıza bir şekilde dokunan asıl kahramanları çoğu kez bilmeyiz bile. Çünkü onların algıyla işi olmaz. Sahici, kanlı canlı birer gerçektirler. Alımlı çalımlı olmak diye bir dertleri yoktur. Görevini yerine getirmeye çalışan sıradan insanların iç huzuruyla bir köşeye çekilmiş, yine yapacakları hayır hasenatı düşünmeye devam ederler. Kahramana dair algımızı ters yüz eden, bize öğretilen ne varsa allak bullak eden bu mütevazı kimlikler, çoğumuza imkânsız gibi gelen dev meseleleri tam bir teslimiyetle yüklenirler omuzlarına. Bize hatırlattıkları en çarpıcı gerçeği ise çoktan unutmuşuzdur. Öyleyse buyurun 75 yaşındaki bir serdengeçtiyle, muhterem İsmail Kandemir hocamız ile yapılan mülakata…”
-Aslen Bilecik Pazaryeri’ndenim. 1966 yılında otobüsle bir günde giderdik Trabzon’a. Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü mezunuyum. Çarşamba günü kalkar İstanbul’a, Ayasofya’ya giderdim. Ayasofya’da pencerenin aralıklarında namaz kılardım. Bir arkadaş nöbet tutardı. O namaz kılarken nöbeti ben alırdım. Ondan sonra vapura binip üç günde Trabzon’a varırdım. Bu bir aşk yani, bir Kızılelma’ydı.”
-“Peki, bu aşkın mücadele safhasına intikali nasıl oldu?”
-“Yıl 1994. Allah’ın bir veli kulu rüyamda evime gelmiş, oğlu da yanında. Kapıya varıyorum. “Biz Uludağ’a gidiyoruz İsmail Efendi” diye sesleniyor. Oğlu da “Bizi eve davet et” diye ısrar ediyor. Allah’ın veli kulu, “Biz içeri girmeyelim. Adamın işi var, başka yere gidecek” diyor. Ondan sonra telefonun sesiyle uyandım. Telefondaki ses “Senin Ayasofya işi ne oldu?” diye sordu. O zaman Ayasofya mevzusunu herkese söylüyorum. Şimdi Atina’yı söylediğim gibi. Rüyayı gördüm, telefonun sesiyle uyandım ve bana “Şu adrese gel” denildi. Ben Bursa’dayım, adres İstanbul’da. Adrese vardım, baktım Mahmud Toptaş Hoca da orada. Yanında bir de avukat var. Ben de zaten avukat bakıyordum, ayağımıza kadar gelmiş.”
İsmail Kandemir Bey, bundan sonra başından geçenleri Süleyman Şahin’e uzun uzun anlatıyor. Daha doğrusu Süleyman Şahin soruyor, İsmail Kandemir Bey de anlatıyor. Ben, anlatılanlardan seçtiklerimi buraya alıyorum.
“Size bir şey anlatacağım. Altınoluk dergisini bilirsiniz. Orada bir sohbetteyiz. Sohbeti yapan kişi bana ‘Siz kalın!’ deyince herkes çıktı, baş başa kaldık.
“Ayasofya ile ilgili kitap yazın. Kitabınızda ‘Rüyada Fatih’i görseniz, benim vakfettiğim camiyi ne yaptınız diye sorsa, yüzünüz kızarır mı’ diye de belirtin ama adımı zikretmeyin” dedi.
Dışarı çıktık. Bir doktor kardeşimiz vardı. Bana “Abi, arabamla emrindeyim. Nereye gidelim?” diye sordu. Ben “Ayasofya” demişim. Bunun üzerine “Abi, oraya gidersek imam kim olacak?” dedi. O kardeşimiz doktor, ben öğretmen. İmam hatip mezunu veya hafız değilim. “Neden bunu sordun?” deyince “Ayasofya’da cumayı kılalım dedin ya” şeklinde karşılık verdi. Oysa ben Eyüp Sultan dediğimi sanıyorum.
Her neyse, geldik Eyüp Sultan’a. Baktık her yer dolu. Ceketimi çıkardım, seccade niyetine önümüze serdim. O zamanki Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç yanımdan geçerken bana işaret etti. Hâlbuki o beni tanımaz, ben de onu ancak televizyonda görmüşüm. O önde, ben arkada yürüyerek türbeye girdik. Peygamberimizin ayak izi var, cumayı orada birlikte kıldık. Sonra bizim doktor geldi, yemeğe gitmeyi teklif etti. Karnım aç değildi, beni Fatih’in türbesine götürmesini istedim. Bizim doktorun muayene saati gelmişti. İzin isteyip beni sonradan gelip almak üzere gitti. Fatih’in türbesine bakıp “Ben Ayasofya’yı açmak istiyorum. İzin var mı?” dedim. Çok güzel bir koku duydum. Tekrar “Fatih Sultan Hazretleri! Vakıflarına sahip çıkmak, Ayasofya’yı açmak istiyorum. İzin var mı” diye destur istedim.
Önce buna sebep olan hadiseyi anlatayım. Mübarek bir kul, Bursa Ulucami’deki bir vaazda “İşte şu zat Allah’ın veli kullarından biridir” deyince, ben de o zatın yanına gittim. “Ayasofya’da namaz kılmak istiyorum, bir dua edin” dedim. Bana cevabı ne oldu, bilir misiniz? “Anahtar bizde değil, anahtar Fatih’te. Gidip ondan isteyeceksin.” İşte bu sebepten Fatih Sultan Hazretlerinin türbesine geldim. Güzel koku dedim ya, türbenin yanında Fatiha okuyanlar var. “Herhalde bunlardan geliyor bu koku” diye düşündüm. Mâlum, günlerden cuma. Müslüman bu günde kendine özenir, güzel kokular sürünür.
Derken bu şahıslar gittiler. İkinci kez Fatih Sultan’dan izin isteyip de yine aynı kokuyu duyunca “Tamam, izini aldık” dedim. Sonra aradan bir zaman geçti. Rüyamda Fatih Sultan Mehmed’i gördüm. Bana dedi ki, “Sen benim vakıflarım için çalışmaya söz verdin. Niye uğraşmıyorsun?” Üzerinde kaftanı, padişah kıyafetleri, o sakalı ve sert bir yüz ifadesi. Üslubu da yumuşak filan değil, gayet celalli. Öyle korkmuşum ki yataktan fırlamışım, kendimi âdeta havada buldum. Bu bir ihtardı ama aynı zamanda işin olacağına işaret ediyordu. Zaten Allahu Teâlâ yüce kitabında kimseye güç yetiremeyeceği yükü vermediğini söylüyor. Korkmuştum ama kendime gelince de sevindim. Çünkü bu işin olacağına artık tamamıyla kanaat etmiştim.”
Ben, o konuşmadan size bir, iki paragraf sundum. Tamamını okuyun ve yukarıdaki âyetin hükmünün kıyâmete kadar geçerli olduğunu unutmayın!