KUR’AN İKLİMİ- Rabbin Gözetlemededir

“Şüphesiz Rabbin gözetlemededir.” (Fecr: 14)
Ayette geçen “mirsad” kelimesi, gözetleyicilerin gözetledikleri, etrafı kolaçan ettikleri yer demektir. Seni yetiştiren, her işini yöneten Rabb’in kulları üzerinde gözetleme yerinden gözeten bir gözetleyici gibi her an ve her durumda seni gözetip duran bir şahit ve görendir. İşte o şahitliklerden bazı örnekler;
“İnsan; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, Rabbim bana ikram etti, der.” (Fecr: 15)
Bu şükür aslında birçokları için gönülden söylenmemiş, sözde kalan bir şükürdür. Tıpkı Karun’un tavrı gibi; “Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.” (Kasas: 76)
İnsan mümin bir ruha sahiptir. İhtiyaçlarını sürekli Allah Teâlâ’dan ister. Ancak Rabbimiz Teâlâ evrende olacakları sebep ve sonuç kanunlarına bağlamıştır. Kul taleplerini Allah’a her ilettiğinde O, çeşitli kapılar açıp sebepler yaratarak nimet sofrasını genişletir. Kul nimetlere kavuştukça sebeplerin yaratıcısını, eski tabirle “fail-i mutlakı” yeni ifade ile işi gerçekleştiren hakiki özneyi unutur, hatta yok sayar.
İnsan biraz önce Allah’tan yana yakıla istediği yağmurun kendiliğinden yağdığını, ekinin, buğdayın ve meyvenin kendiliğinden olduğunu hatta bazı şeylerin kendisinin gayreti ile olduğu sonucuna ulaşır. Doğada olanlar sebeplerin zorladığı sonuçlardır, der ve tıpkı İblis gibi gönlünün ta derinliklerindeki ileride Allah’ı inkâr edecek belki de kendi nefsini ilah ilan edecek bir firavunu büyütmeye başlar.
Darlığı imtihan, bolluğu ihsan görmemiz en büyük yanılgımızdır. Allah azze ve celle rızkımızı bol verdiğinde de biraz kıstığında da bizi dener, imtihan eder. Mühim olan her halükarda Allah’a itaatkâr kalabilmektir. “Narın da hoş Lütfun da hoş.” sözü de gerçekten çok hoş bir söz. Burada esas olan İbrahim’cesine, İsmail’cesine, Musa, İsa, Muhammed Mustafa aleyhisselam’casına bir hoş karşılama ve istikamettir. Yol peygamberlerin yoludur. Sonunda ölüm olsa da Yahya aleyhisselam gibi hakkı haykıranların, arkasına bakmadan gemiye binen Nuh aleyhisselam’ların, tüm dünyaya meydan okuyan insanlığı ana baba bir kardeş ilan eden; koksalar da fakirlerle oturacağım diyen, onların ihtiyacına koşan, aç ve açık olanlara hacet kapısı olmaya çalışan âlemlere rahmet Muhammed aleyhisselam’ın yoludur. Hoşluk rızadır. Sabırdır.
Nuh aleyhisselam’ın, anlayışsız milletini Allah’a şikâyet ederken; “Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağrışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nuh:7) dediği gibi hak söze ve nasihatçiye kapalı isek bu dünyada yaptığımız işler ahirette başımıza gelecek muhtemel sonuçların sebebi olacaktır. İşte örnek;
“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde yığarcasına seviyorsunuz.” (Fecr: 17, 20) Bu durumun dünya ve ahirette bir karşılığı olacaktır.
Bu ayetler Mekke döneminde inen ilk surelerden olan Fecr Suresinin ayetleridir. Tebliğin ilk günlerinden itibaren İslam sosyal tabakalaşmaya karşı çıkmış, zenginlere sorumluluk yüklemiş ve zayıfların hakkını korumak adına sosyal bir inkılâp başlatmıştır. O günden bugüne çok şey değişmemiştir. Mirası, Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmeden hemen ve en çok olan payı almak hırsında olan birçok Müslüman var. Bununla da kalmayıp bu mirasın ailesinin bir ömürde biriktirdiği alın teri olduğuna da hiç acımadan ve bir gün hesap vereceğini düşünmeden oburca helal-haram demeden yemeyi hak sayanlar var. “Sınırsız mal tükettim.” diyen, malı ile her şeyi yapmayı hakkı sayıp düşüncesiz ve şuursuzca dört ayaklılar gibi yiyen, hatta daha ileri gidip günlük, haftalık veya aylık ve yıllık rızık biriktirmenin de ötesinde mala mülke o kadar düşkünlük gösterenler ortaya çıkmaya başladı ki bütün sülalesini yıllarca geçindirecek mal yığacak kadar ihtiraslılar.
“Ama Rabbi onu deneyip rızkını daraltınca da, Rabbim beni aşağıladı, der.” (Fecr: 16)
Hayır, imtihan için olan rızık genişliğini, dünya refah ve nimetini mutlak ikram saymak nasıl bir yanılgı ise, rızık darlığını hor görmek ve kula yapılan hakaret saymak da doğru değildir. Varlık da darlık da bir imtihandır. İyi ya da kötü kişi olduğumuzun hükmü imtihanın sonunda belli olacaktır.
“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf: 46)