ÖLMEDEN ÖLEBİLMEK

ÖLMEDEN ÖLEBİLMEK

Müslüman, yaşadığı ve yaşayacağı hayatı iyi bilmeli ki ona göre iyi bir hayat yaşasın her iki hayatta da huzur ve mutluğa kavuşabilsin.

İlahî ve nebevî öğreti inananlara her iki hayat ve geçişleri hakkında o kadar çok malumat vermiştir ki bundan haberdar olan ve buna inanan insanlar, bu hayatları ve geçişlerini kolay ve rahat bir şekilde aşabilir. Bu bilmediği yabancı olduğu bir yerde kılavuz kullanan kişi gibidir. Kılavuzu Allah Teâlâ ve Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem olan kişilerin yaşadıkları ve yaşayacakları hayatları çok iyi tanımaları onları menzili maksuduna ulaştırır. Hayatı anlayamayan ölümü, ölümü anlayamayan ise ölüm ötesini anlayamaz. Bu ise insanı bunalımlardan bunalımlara, felaketlerden felaketlere sürükler. İnsanın hayat serüvenini bilmemesinden daha büyük bir felaket olabilir mi?

İnsanın öncelikle yaşadığı hayatın fani, geçici bir hayat olduğunu bütün hücrelerine kadar hissetmelidir.

Rabbimiz:

“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (Rahman26) buyurmaktadır.

Müslüman’ın hayat felsefesini şekillendirecek ayetlerden bir tanesi.

“Ben faniyim, sahip olduğum her şey fani.” Bu hakikati alın çatımıza yazabilir, her an okuyabilirsek hayatın fitnelerinden kendimizi korumuş oluruz. Zaruri ihtiyaçları temin, hayatın idamesi için yeterli olur, fazlasına ihtiyaç hissetmez.

Hayatın en büyük fitnesi dünya nimetlerindeki tatminsizliktir. İnsanlık tarihine baktığımızda insanlığın felaketi bu doyumsuzluktan olmuştur. Gözü doymamış, gönlü doymamış nihayet ölüm gelip onu yakalamıştır.

İstesek de istemesek de ölüm bizim biz dünyalıların alın yazısıdır.

Rabbimiz:

“Her nefis ölümü tadacaktır… Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Al-i İmran 185) buyurmaktadır.

Bu hayatta inkârcının aldanması farklıdır. Kâfir, ölüm ötesini inkâr ettiği için kafasına göre takılıyor. Ya gafil mü’mine ne demeli? Allah Teâlâ’ya inanıyor. Ölüme inanıyor. Ölüm ötesine inanıyor. Yine de dünya metaı oyalıyor da oyalıyor.

Rabbimiz:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: ‘İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.” (Kaf 19) buyurmaktadır.

Ölüm istesek de istemesek de, kaçsak da saklansak da bir gün bizi bulacaktır. Allah aşkına Âdem aleyhisselamdan beri insanlık tarihine bir bakalım. Ölümden kaçabilen, kurtulabilen olmuş mu? Öyleyse ölümden kaçmak boş, ölüme hazırlanmak hoştur.

Rabbimiz:

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!… Bu adamlara ne oluyor bir türlü laf anlamıyorlar.” (Nisa 78) buyurmaktadır.

Firavunlar, nemrutlar, kisralar, kayserler neredeler?

Ne malları, ne makamları, ne de orduları onları ecelin pençesinden alabildi mi?

Hayata adımını atan her canlı ölüm fermanıyla gelmektedir. Bilmem, doğan çocuğun ilk çığlığı bu fermanı görmesinden midir?

İnsan parmaklıklar arkasındaki ölüm mahkûmuna acır da kendini unutur. Ölümle pençeleşen hastaya acır da kendini unutur. Hâlbuki hastaların başında ölüler bekler.

Parmaklıklar ardında ölüm fermanını bekleyen mahkûmun gülüp oynadığı neşelendiği görülmüş müdür? Görülse de aklını yitirmiş denir.

Hayat arenasındaki insan bundan çok mu farklı? Nereden, nasıl, ne zaman geleceğini bilmediği ecel onun ensesindedir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Allah’ım cehennem azabından, kabir azabından, deccal fitnesinden, hayat ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.” (Müslim) buyurmuştur.

Hayatı ve ölümü tanımayan onların fitnelerinden nasıl emin olabilir? O fitnelerden nasıl korunabilir? İmtihan hayatının sınavlarını nasıl başarıyla tamamlayabilir? Akıllı Müslüman, hayatı ve ölümü bilen ona göre hareket eden kişidir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ebu Ubeyde bin Cerrah’ı cizye vergilerini getirmek için Bahreyn’e göndermişti. Neticede Ebu Ubeyde Bahreyn’den cizye vergisi olan malları getirdi. Ebu Ubeyde’nin gelişini Ensar duymuştu. Sabah namazını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizle birlikte kılmak için geldiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırıp yerinden ayrıldığında huzura vardılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onları huzurunda görünce tebessüm etti ve:

“Herhalde ebu Ubeyde’nin birtakım şeyler getirdiğini duydunuz” buyurdu. Onlar da: ‘Evet öyle ey Allah’ın Rasulü’ dediler. O da: ‘Sizi sevindirecek böyle şeyleri ümit ederek sevininiz. Allah’a yemin olsun ki, sizin hakkınızda endişe ettiğim şey fakirlik değildir. Ancak dünyanın sizden öncekilere yayılıp genişlediği gibi size de yayılıp genişlemesinden endişe ediyorum. Onların dünyaya koşup yarıştıkları gibi sizlerinde yarışıp dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.” (Müttefekun Aleyh) buyurdu. (sabah namazını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ile birlikte kılmak için geldiler ifadesinde anlatılmak istenen şudur: O dönemde Salimoğulları gibi Ensar hanelerinin bir kısmı Medine’nin kenar bölgesinde oturuyorlardı. Gece kılınan sabah ve yatsı namazlarını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden aldıkları izinle kendi mahalle mescitlerinde kılıyorlardı. Bahreyn’den gelen maldan hisse istemek için sabah namazını bu sefer Mescid-i Nebî’de kılmışlar ve Efendimizle görüşmüşlerdir.)

Dünya nimetleri Müslüman’ın önündeki en büyük engellerdendir. İhtiyaç fazlası hem dünya hem ahiret için büyük bir sorumluluktur.

Peki, ölüm nedir?

Rabbimizin mahlûkata takdiridir. İnananlar için Rableriyle büyük buluşmadır. İnkârcıların ölüme bakışı ise ebedi yok oluş. Hâlbuki ölüm fanilerin ebedilik kapısıdır. Akıllı insan ölüm yolculuğunun nereye gittiğini bilendir. Ölüm Rabbe kesin dönüş, Rabbe kavuşmaktır. Yaptıklarının hesabını vermektir.

Rabbimiz:

“De ki sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma 8) buyurmuştur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Kim Allah’la karşılaşmayı isterse, Allah da onunla karşılaşmayı ister. Kim Allah’la karşılaşmayı istemezse Allah da onunla karşılaşmayı istemez, hoşlanmaz.” (Müttefekun Aleyh) buyurmuştur.

Hz. Aişe veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hanımlarından birisi: “Biz ölümü hoş karşılamıyoruz” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Ama durum görüldüğü gibi değildir. Mü’min bir kimse öleceği sırada Allah’ın rızası ve ikramıyla müjdelenir. Artık kendisine önünde gördüğü şeyden daha sevimli hiçbir şey yoktur. Allah ile karşılaşmayı ister Allah da onunla karşılaşmayı ister. Kâfir bir kimse ise öleceği sırada Allah’ın azap ve cezasıyla müjdelenir. Artık kendisine önünde gördüğü şeyden kötü gelen bir şey yoktur. Allah ile karşılaşmayı istemez, hoşlanmaz. Allah da onunla karşılaşmayı istemez, hoşlanmaz.” (Müttefekun Aleyh) buyurdu.

Müslüman ferdî, ailevî, toplumsal sorumluluklarının bilincinde öyle güzel bir hayat yaşar ki o her an Rabbının “dön emrine” hazır, ona kavuşmanın arzu ve iştiyakıyla doludur. Onun tek arzusu vardır Müslüman olarak ölebilmek.

Müslümanca ölebilmenin yolu Müslümanca yaşayıp, ölmeden evvel ölmenin sırrına erebilmektir. Ölmeden evvel ölmenin sırrına erebilenler öldükten sonra pişman olacakları pek çok şeyi yapmaktan kurtulur. Gözünü ve gönlünü fani nimetlere değil ebedi nimetlere diker. Ona kavuşmanın da arzu ve iştiyakıyla çalışır çabalar.

 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz güzide ashabına ölmeden önce ölmenin sırlarını öğretmiştir.

Ölmeden evvel ölmenin sırrı Allah rızası için Allah yolunda ölmeyi göze almaktır.

Ölüm hak ve gerçek olunca akıllı m’ümin en güzel ölümle ölmenin çarelerini arar.

 Ölmeden evvel ölmenin sırrına erenler ölümsüzlüğün tadını alırlar. Artık onlar için Allah yolunda ölüm korkulacak şey olmaktan çıkar düğün bayram olur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“… Allah yolunda öldürülmeyi, sonra dirilmeyi, sonra yine öldürülüp dirilmeyi, sonunda tekrar öldürülmeyi ne kadar istemişimdir.” (Müttefekun Aleyh) buyurmuştur.

“Ölüp de Allah katında hayır elde eden hiçbir kimseyi ne tekrar dünyaya dönme ne de dünya ve dünyadakilerin kendisinin olması sevindirir. Ancak şehid bunun dışındadır. Çünkü şehid, şehidlerin üstünlüğünü gördüğünden dolayı tekrar dünyaya dönüp şehid olmayı arzu eder.” (Müttefekun Aleyh) buyurmuştur.

Bu ve benzeri ilahî ve nebevi müjdelerle eğitilen ashab, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize “ölümüne” biat etmiş, iman üzere yaşayıp iman üzere ölmek onların hayatının yegâne gayesi olmuştur.

Seleme b. Ekva radiyallahu anh azatlısı Yezid b. Ebu Ubeydullah’tan şöyle demiştir:

“Seleme’ye; ‘Hudeybiye gününde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ne üzere biat ettiniz?’ dedim. ‘Ölmek üzere’ dedi.” (Muttefekun Aleyh)

Ashab radiyallahu anh bu sözlerine sadık kalmış, ömür boyu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gösterdiği hedeflere göz kırpmadan ilerlemiştir.

Bunlardan birkaç örnek ashabın ölmeden evvel ölme sırrına erdiklerini açık ve net olarak gösterir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Zeyd öldürülürse yerine Cafer geçsin, Cafer öldürülürse yerine Revaha’nın oğlu Abdullah sancağı alsın…” buyurdu.

Mute’ye giderken ashab Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bu şehidlik müjdesi ile yollara düştüler.          

Enes b. Malik radiyallahu anh anlatır:

“Amcam Enes b. Nadr radiyallahu anh Bedir Savaşı’nda bulunmamıştı. Bu yüzden ‘ey Allah’ın Rasulü, müşriklerle çarpıştığın ilk savaşta bulunamamıştım. Eğer Allah müşriklerle bir savaşta beni hazır bulundurursa vallahi Allah benim ne yapacağımı gösterecektir’ dedi.”

Uhud savaşı yapıldığında Müslümanların açılıp geri çekildiğinde ashabı kastederek:

“Allah’ım ben bunların yaptığından senden özür diliyorum” müşrikleri kastederek de: “Bunların yaptığından da sana sığınıyorum’ dedi. Sonra savaşa ilerledi. Kendisi ile Sad b. Muaz karşılaştı ‘ey Sad b. Muaz haydi cennete’ dedi. Nadr’ın Rabbına yemin olsun ki ben Uhud’un ötesinde cennetin kokusunu duyuyorum’ dedi. Sad b. Muaz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ‘ey Allah’ın Rasulü onun yaptığını ben yapamadım’ demiştir. Savaştan sonra kendisinde seksen küsür kılıç mızrak ve ok darbesi bulduk. Öldürülmüş ve müşrikler tarafından organları kesilmişti. Bu yüzden onu sadece kız kardeşi parmaklarından tanıyabildi. Başkası tanıyamadı. ‘Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdiği sözü doğrulamışlardır…(Ahzab 23) ayeti o ve onun gibiler hakkında indiği görüşünde idik demiştir.” (müttefekun aleyh)

Bir şehid cenazesinde din görevlisinin şu sözleri tüylerimi diken diken etmişti: “Ya Rabbi artık şehid cenazesi istemiyoruz.” Ya Rabbi bizlere akıl ve firaset ihsan eyle bizleri bağışla. Allah için olan her amel güzeldir. Bu ölüm bile olsa.

Şehidliği külfet değil nimet bilen toplumlarda terör ve anarşi hayat bulamaz.

Günümüzde çaresiz hastalar ve aciz ihtiyarlardan başka gündeminde ölüm olan var mı? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ölümü çokça hatırlamayı öğütlemiştir. Ölümü hatırlamak dünyayı gaye edinmekten kurtulmaya vesiledir. Ömer radıyallahu anh saç ve sakalında aklar belirinceye kadar kendisine ölümü hatırlatacak bir kişi belirlemişti. Gündemlerinden ölümü kaldırarak ölümün adına bile tahammülü olmayanlar deve kuşu misali kafalarını kuma gömerek ölümden kurtulacaklarını mı sanıyorlar?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.