GÜNEŞİN BATIŞI

GÜNEŞİN BATIŞI

Rûhumda esen fırtınalardan kimsenin haberi olmadı. Kendim estim, kendim savruldum. Satacağı mallara pazar bulamamış bir tüccar gibi dolaştım durdum ölümlü dünyâda. Endişeli ve mahzûn.

Avunduğum mekânlar dağlar oldu. Dağlardaki temâşâ,  heybet, sessizlik. Derin düşünceler geniş ufuklar…

Yollar önünde sonunda ölüme varıyordu.    “Bir hoş sedâ”dan gayrı ne bırakacağız fâni dünyâda?

Gönlüme gelen baharlardan, akan pınarlardan, öten kuşlardan kimselerin haberi olmadı. Ne güzellikten anlayan, ne sese kulak veren vardı. Kendimiz çaldık kendimiz oynadık, kendimiz güldük, kendimiz ağladık.

Acıların, kaygıların, hüzünlerin harman olduğu bir dünyâda şaşkın şaşkın dolaşıyorduk. İşin özeti buydu.

***

Gönlümüzce değil kardeşim, olup – bitenler gönlümüzce değil. İnsanlar gönlümüzce, yakın ve uzak çevremiz gönlümüzce değil.

Bizim taleplerimizle, dış dünyâda olup – bitenler örtüşmüyor.  Maganda-misâl insanlar, toprağı, havâsı, suyu kirletilmiş bir dünya, bedenleri güldürüp ruhları ağlatan bir kültürel atmosfer,  küresel lânetin şimarıklığı… Yok be kardeşim, bize göre değil bu dünya.

İşler bize rağmen olup-bitiyor. Var mıyız, yok muyuz belli değil. Varsak varlığımızı ispatlasaydık, yoksak yokluğumuzu bilseydik.

 “Ah aşk! Sen, ben, bir de Allah… Üçümüz baş başa verip, kendimize göre bir dünya kursaydık.”

 “Her insanın içinde bir dünya ağlar.”

Aynen öyledir efendim. “Her insanın içinde bir dünya ağlar.” “İnsan yüreklerine ağıtçılar oturmuş ‘’ sanki. Güneş gözyaşları içinde doğar, hüzünlerle batar gider. Sapsarı bir yüzle batar gider Güneş. Bir matemhâne midir bu dünyâ nedir?

Olup-bitenlere bak… Çalışır-çabalar kazanır, kazandıklarıyla silah alır, gider o silahla hem cinslerini öldürür. Bir değil, iki değil, üç değil. Taa Kabil’den beri öldüren öldürene.

Ağlaya ağlaya indik de beşiklerden, eşiklerden kandan revandan, sıra sıra mezardan başka ne gördük? Taputların üstünde dirildik dirildik öldük. Gülmek istedik gülemedik, ölmek istedik ölemedik.

Bu hicrân üzre geldi geçti insanlar, kavim kavim, kâfile kâfile. Umutlar öte dünyalara kaldı. Ötelerden de, Allah’tan da bir beklediği olmayanların vay geldi başına. Vay ki, ne vay.

            ***

Soğukta sıcakta çalıştı insanlar. Elleri ayakları, belleri bilekleri sızlaya sızlaya çalıştılar. Umutlu vayâ umutsuz, ama çalıştılar. Yedikleri halçık, geydikleri palçıktı. Çok yoruldular, az kazandılar. Lâkin konuşa konuşa,  gülüşe gülüşe çalıştılar. Bazen bir türkü tutturdular sıcağın alnında. Sıcaktı sıcak. Tarlalar kavruldu, kavrulacak.

Başkaları işe az çalışıp çok kazanıyordu. Çalışanlar başka, harcayanlar başkaydı. Bir tuhaflık vardı bu işte ama, neydi?

İnan dostum, insanlar dünyâsında, ne tarafa dönsem yıkıntı görüyorum, ne yanı dinlesem ağıt sesleri, mâtem uğultuları duyuyorum.

Ben ancak insanlardan uzak mekânlarda nefes alabiliyorum.

Genelde yalnız yaşadım tarlalarda, dağlarda, bayırlarda. Kendime konuştum hep. Yıllar yılı bu böyle sürüp gitti. Akan dereler, uçan kuşlar en iyi arkadaşımdı.

Büyük şehirlerde dursaydım belki daha fazla kültürel imkânlar bulacaktım. Lâkin büyük şehiri hiç sevmedim. Hep kendim olmak, kendimi yaşamak istedim.

Mütevâzi, mahçup, ezilmiş, hor görülmüş insanlara yakın hissettim kendimi. Kodamanları, paranın imparatorlarını, bencilleri hiç sevmedim.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.