REİSÜ’L-KURRA, HAFIZ ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAEFENDİ -1

REİSÜ’L-KURRA, HAFIZ ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAEFENDİ -1

1 Temmuz 1909 yılında Hendek’te dünyaya gelip 10 Ağustos 1999’da İstanbul’da vefat eden Abdurrahman Gürses Hoca, bir asra yakın ömrünü Kur’an’a adamış, Kur’an okumak ve okutmakla ömrünü bereketlendirmiş mübarek bir zâttır. 13 yaşında babasında hafızlığını tamamlayan Abdurrahman Gürses Hoca, Hendek’te ve İstanbul’da birbirinden kıymetli hocalardan dersler almış, talim, tecvid, tashih-i huruf derslerinin yanı sıra Arapça ve İslami ilimleri tahsil etmiştir. Aşere, takrip, tayyibe gibi kıraat ilimlerini tahsil etmiş, 1939 ila 1979 yılları arasında kırk yıl imamlık yapmıştır. İmamlığı sırasında yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Emekli olduktan sonra, vefatından önceki hastalığına kadar, yaklaşık yirmi yıl boyunca, Haseki Eğitim Merkezi başta olmak üzere pek çok yerde yine yüzlerce talebe yetiştirmiştir.

Henüz 17 yaşında iken güzel Kur’an tilavetiyle Muhammed Esad Erbili Hazretlerinin dikkatini çekmiş ve hazretin hususi iltifatına mazhar olmuştur. Tasavvufi terbiyesini Esad Efendi’den tahsil eden Abdurrahman Gürses Hocaefendi, Ramazan aylarında Esad Efendi’nin Erenköy’deki köşkünde mukabeleler okumuş ve hatimle teravih namazı kıldırmıştır.

Menemen hadisesiyle hiçbir ilgileri olmadığı halde Esad Erbili Hazretleri ve oğlu tevkif edilmiş; oğlu idam edilerek, Esad Efendi de hapishanede zehirletilerek şehit edilmiştir. Dönemin İstiklal mahkemelerinin yaptıkları işkence ve zulümlerin tarifi mümkün değildir.[1] İşte böyle sıkıntılı bir dönemde Abdurrahman Gürses Hoca da sırf Esad Efendi’nin köşkünde imamlık yaptığı için bir yıla yakın hapis yatmıştır. Lakin haksız yere pek çok âlimin idam edildiği o dehşet günlerinde değil bir yıl, “otuz yıla bile razı olduğunu” hatıralarında zikretmiştir. Menemen zindanlarında Esad Erbili Hazretleri ile birlikte kalan Abdurrahman Gürses Hoca, Esad Efendi’nin arzusu doğrultusunda zindanda da Kur’an-ı Kerim tilavet etmekteydi. Lakin zulmün elçileri orada da rahat bırakmadılar. Nöbetleşe görev yapan iki yüzbaşı Kur’an tilavetine mani olmaktaydı. Yine bir gün tam nöbet devri esnasındaki boşluktan istifade ile Esad Efendi, Abdurrahman Gürses’ten Kur’an tilavet etmesini istedi. Huşu içinde okunan ve dinlenilen Kur’an’ın feyzinden herkesi bir ağlama tutmuştu. Nöbeti devredecek olan yüzbaşı diğer arkadaşına “Nöbeti devretmeden önce şunları susturayım da sana öyle devredeyim.” diyerek geri döndü. Lakin bir müddet geçmesine rağmen Kur’an-ı Kerim’in sesi kesilmediği gibi yüzbaşı da yaşlı gözlerle geri döndü. Arkadaşı merakla ne olduğunu sordu. Yüzbaşı: “Sorma, tam onları susturacaktım ki herkes gibi beni de bir ağlama tuttu, çok etkilendim, tek bir kelime söylemeden geri gelmek zorunda kaldım.” cevabını verdi. Abdurrahman Gürses Hoca, aşr-i şerif okurken pek çok defa kendisi de ağlar cemaati de ağlatırdı.    

Esad Efendi Hazretlerinden sonra Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerine muhabbet ve bağlılığı devam eden Abdurrahman Gürses Hoca, 1970 yılında kansere yakalanmıştı. Kanser bütün vücudunu sarmış ve artık sayılı günleri hatta saatleri kalmıştı. Sami Efendi Hazretleri, Musa Topbaş ve Dr. Necmeddin Akçan ile birlikte Abdurrahman Gürses’i ziyaret için hastaneye gelirler. Abdurrahman Gürses Hoca, bir deri bir kemik kalmış, vücudu morarmaya başlamış, adeta canlı cenaze halini almıştı. Sami Efendi Hazretleri, Abdurrahman Gürses’in yanına selam vererek girer, “Allah’ın izniyle iyileşeceğini ve Kur’an’a daha nice yıllar hizmet edeceğini” müjdeleyip Şuara suresinin 80. ayeti kerimesini (Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.) okur. Sonra da mübarek elleriyle Abdurrahman Gürses’in bütün vücudunu sıvazlar. Bu ziyaretin ve duanın bereketiyle Gürses Hoca süratle iyileşip kanserden kurtulmuş ve 29 yıl daha Kur’an’a hizmet etmiştir.

Abdurrahman Gürses Hocaefendi kendisini eslafın (evvelki salih insanların, âlimlerin) yetimi olarak görürdü. Zulmün en şiddetli olduğu devirlerde yaşayıp da ömrünü Kur’an-ı Kerim hizmetine vakfetmesi onun ne büyük bir insan olduğunu anlamamız için kâfidir. Zira Menderes ve Özal dönemleri istisna tutulursa yaşadığı dönemde Kur’an’a hizmet etmek büyük fedakârlıklarda bulunmayı gerektirirdi. Başbakan Adnan Menderes bir gün Emniyet Genel Müdürü vasıtasıyla içinde 500 lira olan bir zarf gönderip hoca efendiden nazik bir üslup ile kabulünü rica etmiş, memleketin nazik durumu sebebiyle bizzat gelemediği için özür dilemiş, yüce mihraptan kendisine ve ülkemize dua etmesini rica etmişti. Ezanı asli haline çevirmekle Kâbe duvarından düşürülen yüzlerce taştan ancak birisini yerine koyabildiklerini, diğerleri için de dualarını eksik etmemelerini rica etmişti.

Abdurrahman Gürses’in namazını kıldırdığı Eymen Topbaş’ın cenaze merasimine katılan Cumhurbaşkanı Turgut Özal da namazdan sonra taziye için Musa Topbaş’ın yanına gelmiş, Musa Topbaş’ın elini öpmek istemiş, ardından da Abdurrahman Gürses Hocanın elini öpmeye çalışmıştı.

Musa Topbaş Hazretleri ve Topbaş ailesi, Kur’an’a ve İslam’a hizmet eden bütün âlimlerimiz gibi Abdurrahman Gürses Hocaya’da maddi bakımdan destek olmaya çalışırdı. Yine bir gün Musa Efendi hazretleri Emin Saraç Hocaefendi vasıtasıyla bir zarf gönderip kabulünü kendisinden rica etmişti. Zarfı alan Abdurrahman Gürses Hocaefendi, âdetinin aksine bu defa zarfı açıp kapattıktan sonra: “Subhanallah, dün üç aylığımı almıştım. Eczaneye, manava olan borcumu ödedim. Fakat bakkala olan borcumu ödeyemedim, param yetişmemişti. Bu yüzden çok daralmıştım. Fakat bugün bu zarf imdadımıza yetişti. İşte bu ehlullahın amelidir, onların halleri böyledir. Allah onlara kullarının sıkıntılarını ilham eder.” demişti.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri: “Bir şey murat etme / Olursa inat etme / Hak’tandır o reddetme / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler” buyurmuş. Bu nasihatin bir benzerini Esad Erbili hazretleri Abdurrahman Gürses Hoca’ya yapmıştı: “Lâ talebe velâ redde velâ iddehare” yani “Bir şeyi isteme, gelirse reddetme, asla dünyalık biriktirme”. O da ömrü boyunca bu nasihate sadık kaldı. Maddi imkânlarının darlığına rağmen müstağni ve cömert bir insandı. Evine gelen talebelerine ikram eder, bir yere gidilecek veyahut bir şeyler ikram edilecek olsa yanındakilere para harcatmazdı. Muhteşem sesini farklı mecralarda kullansa pekâlâ dünyevi açıdan rahat edebilirdi. Fakat o dünyaya hiçbir zaman rağbet etmedi.

Maddi konularda ve kul hakkı mevzusunda ince düşünceli ve çok hassas biriydi. Başkası namına hacca gittiği zaman, haccı ifa ettikten sonra üzerindeki ihramları, haccını ifa ettiği zatın sadakası olarak fakirlere verirdi. Daha sonra kendi parasıyla yeni ihramlar alıp umresini yapardı. Niçin böyle yaptığı sorulunca “Buraya kadarki amelimiz filan şahıs içindi, bu yaptığımız umre kendimiz için, yükünü biz çekmeliyiz.” buyururdu.   

Abdurrahman Gürses Hoca, kimi zaman camide, kimi zaman kurslarda, kimi zaman kendi evinde ve hatta kimi zaman talebelerinin evine giderek fi sebilillah (sadece Allah rızası için, hiçbir ücret talep etmeden) Kur’an ve kıraat dersi vermiştir. Evini açması ve talebelerinin evine ders vermek için gitmesi Kur’an hizmetindeki gayretini anlamamız için kâfidir.

Günümüzde bizler, dünyevi bir menfaatin (ek ders, özel ders, ticari iş vs.) peşinde koşmaya zaman bulabilirken Kur’an öğrenmeye veya öğretmeye zaman bulamıyorsak vay halimize! Abdurrahman Gürses gibi zatlar bizim için numune iken ehli dünyayı örnek alıp hayırlı işlerden ve hizmetlerden mahrum kalıyorsak vay halimize!

Allahu Teala Hazretleri bizleri Kur’an’a hizmetkâr eylesin. Amin.

 

Kaynaklar:1. Emekli Savcı Mehmet Temiz’in Hatıraları

2.Yard. Doç. Dr. Fatih Çolak, Abdurrahman Gürses Hocaefendi, Erkam Yayınları

 


[1] Mesela baba oğul tevkif edilmiş, tutukluluk boyunca ayrı yerlerde tutulup birbiriyle görüştürülmemiş. Daha sonra oğlu için idam kararı verilmiş, yaşlı baba sürüklenerek oğlunun idam edileceği yere getirilip ciğerparesinin can çekişi seyrettirilmiştir. Daha bunun gibi yüzlerce zulüm pek çok masum insanımıza reva görülmüştür.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.