Şu halde ne yapmalı? (Ayet-i kerimenin ışığında)

“Allah celle celaluhu isyanı sistemleştiren güç odaklarına, kulluğa yanaşmayan, Allah’a celle celaluhu) yönelen ve asıl müjdeyi hak eden kullar sözü dinlerler de en güzeline tabi olurlar.”
(39/Zümer, 17-18)
“Kullarıma söyle sözün en güzelini söylesinler.” (17/İsra, 53)
“Allah’a (cellecelaluhu) sadece güzel sözler yükselir. Onu yükselten de amel-i salihtir” (35/Fatır, 10)
Müslüman olduğunun şuurunda olanların söylenen sözleri ciddiye almak ve dikkatle dinlemek gibi bir özellikleri vardır. Onlar söze kulak vermenin konuşana gösterilecek en büyük saygı olduğunu bilirler. Dinleyen yoksa söylenenler boşa akan su misalidir.
İnsan söz deyip geçmemeli. “Söz ulu nesnedir.” Allah Teala gökten yere söz indirmiş, âlem bu sözle nura gark olmuştur. Sözden düşünce, düşünceden ilim, ilimden de his doğar. His ve hayal, bütün hayatın ve güzelliklerin başlangıcıdır. Nice ilim ve sanat eserlerinin, güzel yaşanmış pek çok hayatın temelinde güzel hisler, güzel hayaller vardır.
“Başlangıçta söz vardı.” Şanlı kitabımız ise “Oku !” diye başladı. Okuyabilmek için okunacak bir şeyler olmalıydı.
Allah’a Tealaya derin saygı duyan Müslümanlar, yani söz medeniyetinin hizmetkarları adaletin muhayyızları sözü ciddiyetle dinlerler ama her söyleneni kabul ediverme niyetinde değillerdir. Sözün en güzelini yakalamak, dünya-ahiret en yüz güldürecek olanı alıp, uygulamak niyetindedirler. Onlar ilim ve şuur düzeyinin, hayat seviyesinin yükselmesini isterler. Fazilet ve güzelliklere duydukları özlem daimidir. Kur’an’ı Mübin ve Hadis’i şeriflerdeki cennet tasvirleri hayır ve güzellik arzularını tetiklemiştir. Onlar, söyleyenden sarf-ı nazar sözün en güzelini yakalayıp yaşamak, nezaket ve refahı insanlık âlemine yaymak derdindedirler.
Bu ne demektir?
Allah’ın has kulları seçmeci bir mantığa sahiptirler. Her söyleneni kabullenmek gibi bir toptancılığa yanaşmazlar. Sözün kıymeti harbiyesine bakarlar. İlim, irfan ve anlayış seviyeleri sözü tartıp seçmeye müsaittir. Onlar sözün amel-i salihine dönüşmesini isterler. Her hal-ü karda güzel bir söz söylerler. Ama “İş işten doğar.” Onlar bunun farkındadırlar.
***
“Sözün en güzelini söylemek” Cenab-ı Hakk’ın isteği bu sözün en güzelini söylemek için de, bilmek için de okumak gerekir. Neyi okumak? Başta sözlerin en güzeli Kuran-ı Kerim olmak üzere dünyanın bütün edebiyatını okuduklarından seçmeler, seçtiklerinden yeni terkipler yapmak gerekir. Sözün en güzelini söylemek kitabın ta orta yerinde konuşmak demektir.
Kulluğunu şeref bilip sancak gibi dalgalandıranlar, sözün en güzelini onlar söyleyeceklerdir. Büyük makamdan gelen emir böyledir.
Şimdi bu ne demek oluyor?
Her yıl edebiyat ödülünü alanlar onlar arasından çıkacaktır. Başkaları da söyleyecektir. Söyleyeceğini yazacaktır, yazacağını ama en güzelini söyleyenler hep Müslümanlar olacaktır. En güzel nesirler, en güzel şiirleri, en güzel romanları hep onlar yazacaktır. Müslüman konuştuğunda dünya durup dinleme lüzumunu hissedecektir. Söz dinletecektir kendini. Gönüllere ve kafalara en güzel ikramı onlar sunacaktır. Allah’ın arzını imar edip şenlendirenler, insanların iç dünyalarını zenginleştirenler hep Müslümanlar olacaktır. Çünkü onların ilham ve heyecan kaynağı çok yüksektir. “Ömer’in diliyle konuşan haktır.” Ömerler arka arkaya neden gelmesin? Yeter ki o samimiyet, o gayret, o kıvam olsun. Nice Müslümanın kaleminden ve kelamından rahmet-i ilahiyenin taşıp dökülmesi mümkündür.
Allah’a ancak güzel sözler yükselir. Onu yükselten de salih amellerdir. “Sözler seçilir, sözlerden gerisi unutulur.” Dolayısıyla insan “Sesini değil, sözünü yükseltmeli.” Akan su gibi bütün dünyayı dolaşan ve geçtiği yerleri yeşerten sözler söylemeli. Sözün söyleyenden önce can vermesi acı, sözünün öldüğünü görmek üzücüdür.
Asırlar geçmesine rağmen değerinden bir şey kaybetmeyen sözler söylemeli. Eğri büğrü, ölgün, solgun yüce makama nasıl arz etmeli? O bize “Kullarım!” diyor, O bize, “Sözün en güzelini beklerim” diyor. Bu talep arş-ı aladan geliyor.
**
“İşte biz Davud-u da tevbe edip, rabbine yöneldiği için katımızdan ödüllendirmiştik.
Ey dağlar! Davud’un sesine ses katın. Siz de (öyle yapın) ey kuşlar!
Dahası biz ondaki bütün katılığı ve sertliği yumuşattık. (Ve dedik ki) işleri en güzel ve en ideal bir şekilde hakkını vererek yap ve onlar arasında ölçü ve uyumu gözet.
(Hayatı dengeli bir şekilde yaşa.) ve hepiniz Allah’ı razı edecek işler yapın! Çünkü ben yaptığınız her şeyi görmekteyim.” (34/Sebe, 10-11)
“Her sabah ve her akşam onunla birlikte emrimize amade kıldığımız dağlarda kudret ve ihtişamımızı dillendirdi. (yani o rabbine yüksek sesle ibadet ederken, yankılanan dağlar da sesine ses katardı. (38/ Sad 18-19, M.İslamoğlu meali)
Söz güzelliğini, ses güzelliğiyle, her iksini birden nezih görüntülerle desteklemek, değil insanı, dağları, taşları, kurtları-kuşları bile etkiler. Dağ sadece yankı mı verir? Yoksa bilmediğimiz bir şekilde sesten, sözden etkilenmekte midir? Kurtlar-kuşlar aynı muhtevadan ne anlamaktadır? Bunlar şimdilik meçhulümüz. Lakin Davud aleyhisselam ile ilgili mealleri bir kere daha okuyalım. Göreceğiz ki kompozisyon muhteşemdir: Dağda ses, söz, iman, ahlak, fizik güzelliğine sahip bir peygamber. Bu güzellikleri yaratan Yüce Alalh’ın kudretini yüksek sesle, cümle mahlûkata ilan etmektir. Karşı dağlardan yankılar gelmektedir. Katar katar dizilmiş kuşlar da bu ses ve söz güzelliğine iştirak etmektedir. Bu mizmarlar (ilahiler) bir mabette okunsaydı bu ihtişam oluşmayacaktı.
**
Ne olurdu Kur’an üzerinde veya Kur’an eksenli düşüne düşüne kendimize bir yol ilerletmek için nice usuller bulabilseydik. Ne ki yüzyıllar boyunca Kur’an’ı Kerim’de yol ve usul değil, hep sevap aradık. Hatim sürmekle iktifa ettik. Kur’an verdi vereceğini de, biz almadık. Neticede hayat elimizden kaçtı, usul bilenlerin, yol yordam bilenlerin tarafına gitti. Şimdi biz onların şartlarında yaşamaya mahkûmuz.
Ah ki ne ah ! Derin düşünceli, engin gönüllü, ufku geniş, müteccesis, ilim-irfan sahipleri olmayınca kitabın büyüklüğü de bir işe yaramadı.
“Öyleyse Uhud yenilgisini tatmış Müslümanlar olarak, ne yılgınlığa kapılın, ne de üzülün: Eğer gerçekten inanıyorsanız, insanların en üstünü mutlaka siz olursunuz. Eğer üstün değilseniz imanınızda bir problem var demektir. (3 Al-i İmran, 139 M.İslamoğlu Meali)
Bu ayet-i kerimeyle muhatab olan, Müslümanlığını ciddiye alan, derinden derine, inceden inceye düşünme alışkanlığına sahip bir Müslüman, ümmet-i Muhammed’in Kur’an’ı Kerim’e yaklaşım tarzı, mutlaka sorgulamaya lüzum hissedecektir. “Neden kitabımıza imrenir de halimizden iğrenir?” Kur’an zirvede bir kitaptır da neden Müslümanlar zarardadır?
Bu soru çok ciddi bir sorudur. Ey hüzünler peygamberinin ümmeti! Durumun nezaketinin farkında mıyız ya ülil elbab ?