Limonlu Şeker

Limonlu Şeker

Güzel bir sonbahar sabahına daha uyanmıştım o gün. Saat daha sabahın yedisiydi. Bu kadar erken uyanmamdaki sebep, okulumdu ama sadece okulum değil. O gün benim harçlık günümdü aynı zamanda. Aslında her çarşamba harçlık verirdi babam ama bu sefer ki çok başkaydı. Bu seferki harçlığımla arkadaşım Ömer ile birlikte okulun oradaki bakkala yeni gelen limonlu şekerlerden alacaktık. Bu şekerlerden okulda herkes alırdı. Okulumuzda bayağı popüler olmuştu bu şekerler. Bizde onlarda görüyorduk ama parası bize göre birazcık pahalı olduğu için alamıyorduk. Tamtamına altı liraydı.

Altı lira bir insan için ne kadar pahalı olabilirdi ki? Ama sekiz yaşındaki bir çocuk için gerçekten pahalıydı. Haftalık iki lira harçlık veriyordu babam bana. Bugün alacağım harçlıkla birlikte altı liram olacaktı. Bunun verdiği heyecan ile yatağımdan kalktım. İlk işim tuvalete gitmek ve elimi yüzümü yıkamak oldu. Tuvaletten çıktığımda annemin o ince ve naif sesini duydum. Bana sesleniyordu “Ali oğlum haydi, kahvaltı hazır.” demişti. Annemin lafını hiç ikiletmeden birazdan geleceğimi söyledim.

Odama geçip okul formamı giyindim ardından da hızlı adımlarla mutfağa girdim ve masadaki yerimi aldım. Babam da masadaydı. Kahvaltıya başlamıştı çoktan. Ben de vakit kaybetmeden başladım. Ağzıma bir zeytin bir peynir ve bir parça ekmek attıktan sonra annem, dumanı üzerinde tüten sıcacık bir bardak süt getirdi bana. Sütümü içirmeden asla beni okula göndermezdi. Babam ise çay içerdi. Annem, önce bizi doyurur sonra biz gidince kahvaltı yapardı. Güzelce kahvaltımızı yapmıştık sütümü de içmiştim. Masadan kalkıp tekrar tuvalete gittim dişlerimi fırçalayıp bir kez daha elimi yüzümü yıkadım. Sabahın o saatinde ayılmam biraz zor oluyordu. Tuvaletten çıkıp dış kapıya doğru gittim, montumu giyindim, sırt çantamı omzuma taktım. Babamda giyinmiş ve beni bekliyordu harçlığımı vermek için. Yanıma gelip “al bakalım oğlum bu haftaki harçlığın” deyip iki adet demir parayı sevinçle açtığım avcuma koydu.

Ben parayı hemen diğer bozukluklarında olduğu yere, cebime attım ve ince bir şangırtı geldi cebimden. Bu ses beni daha da bir mutlu ediyor, mutluluğumu sürdürebilmek için bacağımı tekrar tekrar sallayıp bu sesi duymak yetiyordu. Para sesi değildi aslında beni mutlu eden. O seste limonlu şeker aklıma geliyordu. Üç haftadır para biriktiriyordum. Sonunda amacıma ulaşmıştım. Babamla, beraber çıkmıştık evden. Annem bizi yolcu etmişti. Muhtemelen şu anda mutfakta bizim yediklerimizi topluyor ve kendi kahvaltısını hazırlıyordu. Babamla birlikte apartmandan çıkmıştım. Babam bana “iyi dersler oğlum, Allah’a emanet” dedi. Ben de “hayırlı işler babacığım” dedim ve birbirimize tam zıt yönlere doğru yürüdük. Ben yokuş aşağı doğru, babam ise yokuş yukarı doğru gidip sola döndü.

Hava soğuktu, güneşin bulutların arasından yeni yeni doğduğu puslu bir şekilde de olsa görünüyordu. Yerlerde kurumuş yapraklar kümelenmiş bir haldeydi. Daha ağaçtan düşmemiş yapraklar, yerdekilere alaycı bir gözle bakıyordu “biz hala yukarıda sağlam duruyoruz” der gibi kibirli ve küstah. Sokakta, başıboş kediler evlerin bahçesine girip çıkıyor, yer yer çöp poşetlerini kurcalıyorlardı açlıklarını gidermek için. Yavaş yavaş iniyordum yokuş aşağı. Havanın soğuğu yüzüme vurdukça nefesim açılıyor, içime çektiğim hava ciğerlerime sanki kar gibi yağıyordu.

Aşağı sokağın başında Ömer beni bekliyordu. Boyu benden biraz uzundu. Kilosu da aynı şekilde. Esmer, siyah saçlı, temiz yüzlü bir o kadarda neşeli birisiydi Ömer. İlk arkadaşımdı o benim. Evlerimiz oldukça yakındı. Hemen hemen her gün birlikte çeşitli oyunlar oynar, eğlenirdik. Aynı sınıfta olduğumuz için derslerimize bile bazen birlikte çalışırdık. Yokuşu inmiş ve Ömer’in yanına gelmiştim. Beni görünce gülümsedi, bende gülümsedim. Selamlaşıp okulun yolunu tuttuk. Okul ile evimizin arası takribi on dakika kadardı. Ama uzunca bir yokuş tırmanmamız gerekiyordu. Bazen zor oluyordu bu yokuşu tırmanmak bazen ise gayet keyifli geçiyor, ne zaman çıktığımızı anlamıyorduk bile. Lakin inişi oldukça zevkliydi; yazın koşarak, kışın ise altımıza bir poşet alıp onunla kayarak iniyorduk bu yokuşu.

O gün keyifli geçmişti okula gidişimiz. Çünkü bu sefer ders dinlemek, ders çalışmak haricinde başka bir amacımız vardı okula gitmek için. Okula vardığımızda ders zili çalmıştı. Vakit kaybetmeden okul kapısından içeriye girip sınıfımızdaki sıramıza oturduk. Derslerimiz sırasıyla; Matematik, Türkçe, Resim ve Müzikti. İlk defa o gün, dersler epey sıkıcı geçmişti. Özellikle ilk saatler. Bir an önce derslerin bitmesini istiyorduk. Her ders sonunda şu kadar dersimiz kaldı, bitmek üzere diyorduk birbirimize. Resim dersine geldiğimizde artık vakit bizim için hızlı geçmeye başlamıştı. İki dersi de hızlıca işlemiş artık son dakikalara girmiştik. Teneffüste planımızı yapmıştık. Ders bitiminde çantalarımızı toplayıp, hemen bakkala koşacaktık.

İşte o an gelmiş, zil çalmıştı. Sesi kulağa o kadar güzel geliyordu ki asla unutmayacaktım o günkü zil sesini. Alelacele çantalarımızı topladık, sınıftan çıkıp okul kapısına ulaştık. Kapıda kümelenmiş kalabalığı yarıp kendimizi dışarıya attık. Bahçeyi hızlı adımlarla tamamlayıp ara sokaktan bakkala doğru koştuk. Soluk soluğa bakkal dükkânının kapısından içeriye girdik. Bakkal Hüseyin abi, bize şaşkın şaşkın bakıyordu. “Bu haliniz ne!” der gibi. Ömer, limonlu şeker istediğimiz söyleyince yüzündeki şaşkınlık yerini tatlı bir tebessüme bıraktı. Bize iki adet şekeri teker teker verdi. Bizde kendisine parayı uzattık. Artık o tatlı, leziz şekerler avucumuzdaydı. Hüseyin abiye hayırlı işler dileyip dükkândan çıktık.

Aynı ara sokaktan tekrar okulun önüne oradan da eve doğru yol aldık. Başka yoldan gitmezdik hiç çünkü ailelerimiz kaybolmamızdan korktuğu için bize öyle tembih etmişlerdi. Yokuşu yarılamış hatta sonuna gelmiştik. Şekerlerimizi o zamana kadar paketinden çıkarmamıştık. Düz yola indikten sonra yiyecektik planımızın bir parçası da buydu. Artık vaktiydi o tatlı şekerlerin tadına bakacaktık. Cebimizden çıkarttık ikimizde. Özenle paketini açıp, kenardaki çöp kutusuna attık. Şekerlerin tadına baktık. Şekerin tadı ağzımın her yanını çepeçevre sarmıştı. Yer yer dilimin kenarlarında limonun tadı, lezzet patlamalarına yol açıyor, bu beni daha da mutlu ediyordu. Yavaş yavaş eriyordu ağzımda. Bitmesini hiç istemiyordum. Bir iki dakika kadar sürmüştü bu eşsiz güzelliğin tadı. Sonrasında ise ağzımda limonun ferahlatıcı tadı kalmış, boğazımı ise şekerin şerbeti ince ince yakmıştı.

Ömer’in yüzünden de ne kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu. Yolumuz Ömer için bitmiş, onların evinin önüne gelmiştik. “İyi akşamlar kardeşim. Yarın görüşürüz.” dedim. O da bana aynı şekilde “İyi akşamlar görüşürüz, Limonlu Şeker Canavarı!” dedi. Bu söz üzerine epey bir gülüştük ardında ikimizde “haydi görüşürüz” deyip ayrıldık. Ben yokuşu çıkmaya devam ettim. O da evine girdi. O gün hayatım boyunca unutmayacağım en güzel anılardan birisi olarak zihnimde ve gönlümde yer edindi.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.