Arkadaş Kurbanı

Arkadaş Kurbanı

Sonbahar yağmurları kış geldiğinde, hâkimiyetini kaybetmiş ve yağmurun o görkemli tahtına kar hâkim olmuştu. Şehrin yeni hükümdarı kışın tek varisi kardı.

Kar; beton yığınlarıyla, doğal güzelliklerin özdeşleştiği bu şehre getirdiği bembeyaz manzarayla merhametli, bağışlayıcı ve sıcak yüzünü göstermiş; dondurucu soğuklarıyla da zalim ve gaddar yüzünü göstermişti. Tüm mahalleler, sokaklar, binalar hepsi karın hükümdarlığında biat etmişlerdi. Artık şehir büsbütün karın himayesi altına girmişti. Kar devri diğer hükümdarlara göre hep sessiz ve sakin geçerdi. Mahalleler, sokaklar, insanlar bu sessizlikte huzur bulur, dinlenirdi.

Uzaklardan bir ses geldi, bu ses Anadolu Lisesi’nin zil sesiydi. Akşam olmuş okul bitmişti. Öğrenciler gruplar halinde okuldan çıkıyordu. Kimisi otobüse biniyor, kimisi de yürüyerek evine gidiyordu. Her biri bembeyaz kar tanesi gibi saf ve tertemizdi. Öğrenciler yavaş yavaş okuldan uzaklaşırken köşede Uğur ve arkadaşı Ali okul binasından çıkmış yavaş yavaş yürüyor bir yandan da konuşuyorlardı. Uğur; çok çalışkan, ahlaklı ve akıllı bir öğrenciydi. Kibar, temiz yüzlü, orta boylu ve hafif kiloluydu. Ali ise Uğurun tam tersi bir kişiliğe sahipti. Ali:

-“Haydi, Uğur beraber gidelim. Arkadaşlarım dışarıda bizi bekliyor.”

-“Olmaz Ali. Ben tanımıyorum onları. Gelemem seninle, lütfen ısrar etme.” Ali ise amacından vazgeçmeden devam ediyordu.

-Beni mi kıracaksın, haydi kardeşim gidelim üzme beni, diyordu. Ali uzun uğraş sonucu Uğur’u ikna etmişti. Okulun dışında bekleyen, onlardan beş – altı yaş büyük olan beş kişi bekliyordu. Bunlar Ali’nin serseri arkadaşlarıydı. Uğur oldukça tedirgindi. Arkadaşının peşine takılıp tanımadığı, huyunu suyunu bilmediği, kendinden yaşça büyük olan bu insanlarla beraber gitmek onu huzursuz ediyordu ama arkadaşını kırmamak için bunlara göz yummuştu.

Beraber biraz yol gitmişlerdi, yol boyunca Ali’nin arkadaşları Uğur’a iyi davranmış, onunla sohbet etmişler, onu neşelendirmeye çalışmışlardı. Uğur hala tedirgindi ama az da olsa ısınmıştı bu gençlere. Saat dört buçuk civarıydı, hava yavaş yavaş kararmaya yüz tutmuştu, epeyce gezindiler. Issız bir köşede durdular, sohbetlerine orada devam ettiler.

Uğur gitgide bu gençlere ısınmıştı. Hep beraber gülüp eğlendiler. İçlerinden birisi montunun cebinden küçük bir poşete sıkıca sarılmış bir tutam ot çıkardı, diğer cebinden de küçük ince bir kâğıt parçası çıkardı. Otu kâğıdın içine koyup sardı ve sonra kâğıdı tutturmak için kenarını diliyle yaladı. Görünüşü sigaraya benziyordu ama bildiği gördüğü sigaralardan değildi. Kağıda sardığı bu zehri elindeki çakmakla sanki bir sigara yakar gibi yaktı ve Ali de dâhil olmak üzere Uğur hariç hepsi bu zehri içlerine keyifle çektiler. Bu yaptıkları işten adeta zevk alıyorlar kendilerinden geçiyorlardı. Bir iki defa aralarında döndürdükten sonra Ali’nin gözü kendisini hayretle izleyen Uğur’a takıldı ve ona:

– “Uğur kardeşim al sen de iç, çok beğeneceksin” dedi. Uğur’a uzattı. Uğur:

Ne olduğunu bilmediği, kendisine uzatılan maddeye baktı. Acaba almalı mıydı, tereddüt etti. Onu alsa geri dönüşü olmayacak bir yola girecekmiş gibi hissetti. Israrlar iyice artıyordu, içlerinden birisi:

-“Haydi, bir şey olmaz. Bir kereden hiç bir şey olmaz. Hem zararlı bir şey değil” dedi. Öteki:

-“Haydi, dostum sen de seveceksin, al” dedi.

Uğur ısrarlara dayanamayıp zehri eline aldı, yavaşça ağzına götürdü. İçine çektiğinde ciğerleri zehirli dumanla doluvermişti. Gözleri yaşardı, öksürmeye başladı artık zehir vücuduna, ciğerlerine nüfuz etmişti. Kurtulacak mıydı yoksa bu zehrin kölesi mi olacaktı? Arkadaşları onun bu haline gülmüştü. Uğur onlarının kendisine gülmesine bozulup hemen tepki gösterdi:

-“Ne oldu, neden gülüyorsunuz, çok mu komik?”

Uğur’a içlerinden Ali karşılık verdi:

-“İlk defa içiyorsun ya, ona güldük kardeşim. İlk defa içince böyle olur ama sonra alışırsın, seversin.” dedi.

Ali’nin böyle demesinden sonra Uğur tekrar içti. Bu sefer daha da fazla öksürdü. Öksürük bir türlü bitmek bilmiyordu. Çünkü zehir tertemiz ciğerlerine defalarca hücum etmiş, kendine yeni bir zehir müptelası bulmuştu. Uğur’un vücudunu ele geçirebilecek miydi? Bu gençler yarım saat kadar daha oyalanıp evlerine dağılmışlardı. Uğur eve doğru giderken başının döndüğünü, midesinin bulandığını hissetti, hala deli gibi öksürüyordu. Sanki ciğeri çıkacakmış gibi oluyordu. Gözleri kan çanağı olmuştu, bir iki defa yolda giderken bir köşede durup kustu. Bunların hepsi o zehrin tertemiz vücuda ilk etkileriydi. Başı döndüğü için sağa sola savrula savrula eve güç bela gidebilmişti. Uğur ilk defa eve geç kalmıştı. Zile basıp içeri girdiğinde onu kapıda endişeyle bekleyen annesi karşıladı:

-“Neredeydin oğlum? Korkuttun beni, saat kaç?” diye çıkıştı hemen.

Uğur’un bu halini görünce daha da endişelendi. Gözleri iyice kanlanmış, benzi solmuş sapsarı olmuştu. Uğur ne diyeceğini şaşırdı, annesi ona ilk kez böyle kızmıştı:

-“Okuldan arkadaşlarla biraz dolaştık anneciğim özür dilerim seni bu kadar korkuttuğum için.” diyebildi sadece. Uğur’un üstüne içtiği zehrin kokusu sinmişti, annesi bu kokuyu hemen fark etti ve ona:

– “Üstün ne kokuyor senin, çok kötü kokuyor, bir şey mi içtin sen?”

Uğur bu soruya doğru cevap verip vermemek konusunda tereddüt etti. Acaba söylemesi mi daha iyiydi yoksa bir bahane bulup geçiştirmesi mi.  Uğur geçiştirmeyi tercih etti ve annesine:

– “Dışarıda ateş yakmışlar, onun dumanı sinmiştir” dedi.

Hemen odasına gitti, öksürüğü geçmemişti deli gibi öksürüyordu hala. Duş aldı, yemek yedi ve biraz ders çalıştı. Ardından uyudu. Oğlunun bu hali annesini kuşkulandırmıştı ama oğlunun yanlış bir şey yapmayacağına inanarak ona bir şey demedi. Ama kalbindeki o kuşku hiç gitmemişti. Annesi de çok gecikmeden uyudu. Ertesi gün Uğur okula gitmiş ama hala zehrin etkisindeydi. Hala ara sıra öksürüyordu. Midesi az da olsa bulanıyordu. Bu serserileri bir daha görmek bile istemiyordu. Çünkü böyle olmasındaki sebep onlardı.  Vakit okulun çıkış saatine gelmişti Ali yine Uğur’un yanına gelmiş ona tekrar arkadaşlarıyla beraber gitmek için ısrar ediyordu. Ama Uğur bu sefer daha katıydı ve Ali’yle gitmek yerine direkt evine gitti. Evde her zamanki gibi yemek yedi dinlendi ders çalıştı ve uyudu. Sabah olup okula tekrar gitti. Okulda yanına Ali geldi ve onu bir köşeye çekip özür diledi. Uğur’un başı ağrıyordu. İçinin karanlık yerlerinden bir ses Alilerle takılmasını fısıldıyordu kulağına. Vakit yine okul çıkışına gelmişti. Uğur tek başına eve doğru gidiyordu yanına Ali geldi ve ona:

-“Uğur haydi bak arkadaşlar da senden özür dileyecek, lütfen kırma bizi, haydi gel, beraber yine sohbet edelim.” Uğur başının ağrıdığını ve canının o zehirden istediğini biliyordu. Ayrıca serserilerde de bu zehrin olduğunu biliyordu, onların yanına gitti. Onlar bir köşeye çekildi ve zehirden içmeye başladılar Uğur da yanlarına gitti ve onlara:

-“Ne yapıyorsunuz siz orada?  Bana da verin ben de içeceğim.” dedi.

Gençler Uğur’un böyle demesine şaşırmıştı ve ellerindeki zehri ona da verdiler. Uğur içti ama bu sefer ona zevk verdi. Akşam olunca hepsi evine dağıldı. Ertesi gün yine buluştular ve bir sonraki gün, bir sonraki gün daha…

Zehir Uğur’un vücuduna sinsice girmiş, artık orayı ele geçirmişti. Uğur da aldığı bu zehrin kollarına kendini bırakmış ve onun müptelası olmuştu. Aradan haftalar geçmişti. Uğur her gün bu gençlerle dolaşıyor, geziyor ve neredeyse her gün uyuşturucu kullanıyordu. Artık aldığı doz onu tatmin etmiyor ve daha farklı daha sert uyuşturucular kullanıyordu. Uğur artık tam bir uyuşturucu bağımlısı olmuştu. Aradan iki ay geçmişti. Okulda dersteydi ve birden komaya girdi, kendini kaybetti ve gözlerini açtığında kendini bir hastane odasında buldu.

Hayatı bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Derken aklına ilk uyuşturucu kullandığı gün geldi. O gün nefsine yenik düşmemesi gerektiğini anlamıştı fakat o da her genç gibi arkadaş kurbanıydı.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.