SOSYOLOJİK SİYER-Peygambere aleyhisselam Sabır Düşmüştü Bize Ne Düştü?

Yeryüzünün en zor dönemleri herkesin baktığı pencereden farklı yazılabilir, farklı anlatılabilir ve farklı anlaşılabilir. Ama inancı açısından insanların boykot edildiği, işkenceye tabi tutulduğu en önemli dönemlerin başında ahir zaman nebisinin risalet davasındaki Mekke dönemi gelmektedir. İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak için harekete geçen peygamber efendimiz aleyhisselam ve ona tabi olan Müslümanlar çok büyük zorluklar yaşadılar. Anlatmaya kitapların yetmeyeceği olayları küçük bir yazıya sığdırmak zor olacaktır.
Efendimize ve Ashabına Neden Hakaret ve Eziyet Ettiler?
Resul-i Ekrem Efendimiz, Safa Tepesinde açıktan açığa peygamberliğini ilân ettikten ve halkı İslâm’a davette bulunduktan sonra Kureyşli müşrikler eziyet ve hakaretlerini su yüzüne çıkardılar ve kat kat artırdılar.
Peygamber Efendimiz onları “tevhid”e çağırıyordu; onlar ise “atalarımızın dini” dedikleri putperestlikte ve şirkte direniyorlardı. Efendimiz, onları faziletle, dünya ve âhiret saadetine davet ediyordu; onlar ise yarasanın ışıktan kaçması gibi faziletten ve saadetten uzak durmaya çalışıyorlardı. Kâinatın Efendisi, onları insanca yaşamaya, insan haysiyet ve kutsiyetine yakışır davranışlarda bulunmaya çağırıyordu; onlar ise insan şeref ve haysiyetini rencide edip ayaklar altına alıcı çirkin ve rezil hareketler içinde günlerini gün etmeye uğraşıyorlardı.
Resul-i Ekrem, onlar için ebedî saadet, beka, cennet istiyor ve onları bu eşsiz nimetleri kazanacak amellerde bulunmaya davet ediyordu; onlar ise, kendilerini ebedî şekavete, cehenneme götürecek davranışların içinde yuvarlanıp gidiyorlardı. Kısacası insanoğlu kendi kurtarıcısını elleriyle yanından uzaklaştırıyor ve en büyük kötülüğü kendine ve nesline yapıyordu.1 Alışmış oldukları hayatın doğruluğunu-yanlışlığını, fayda ve zararını sorgulamaktan aciz olan müstekbirler karşısındakilere zarar vermekle kalmayıp, kendilerine ve ehillerine de en büyük zulmü yapıyorlardı. Şimdi, kısaca Mekke de Efendimize aleyhisselam yapılan manevi ve fiziksel işkencelerden bahsedelim.
Akraba Değil Sanki Akrep
Fahri Âlem Efendimize hakaret ve eziyet edenlerin başında, nasipsiz amca Ebû Leheb ve karısı Ümmü Cemil geliyordu. Ebû Leheb, Efendimizi devamlı takip ediyor ve halkı onu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerde şüphe ve vesvese meydana getirmeye çalışıyordu! Yeğen, Allah’a îmana ve saadete davet ediyor; öz amca ise ona muhalefet edip halkı onu dinlememeye çağırıyor! Ebû Leheb yalnız bununla da kalmıyordu.
Bir gün, komşusu Peygamber Efendimizin kapısına pislik ve kokmuş şeyler atmıştı. O sırada Hz. Hamza, henüz îman etmemiş olmasına rağmen yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Leheb’in başına dökmüştü. Komşularının yaptığı bu gibi çirkin hareketlere karşı Efendimiz sâdece, “Ey Abdi Menaf Oğulları!.. Bu nasıl komşuluk?” diyerek sitem ediyor ve pislikleri evinin önünden süpürüp atıyordu.
Kur’ân’ın, cehennemde cayır cayır yanacağını haber verdiği Ebu Leheb, bâzen de Kâinatın Efendisinin evini, sırf onu rahatsız ve huzursuz etmek için taşa tutuyordu. Ebû Leheb, Resul-i Kibriya’ya eziyet ve hakaret etmekte yalnız kalmak istemiyordu. Hem Mekke’nin yöneticilerini, hem de aile efradını sürekli Rasulullah’a aleyhisselam karşı kışkırtıyordu. 2
CEHENNEM ODUNCUSU
Ümmü Cemil, İslâm dâvasının en şiddetli muhalifi ve düşmanı Ebû Leheb’in karısı idi. Kur’ân tabiriyle “cehennem oduncusu” bu kadın, İslâm daveti karşısında öylesine azmış, öylesine çılgına dönmüştü ki, Nebî-yi Muhterem Efendimizin gidip geldiği yola, her gün bıkmadan usanmadan sert dikenli çalılar döküp saçıyor ve âdeta bu davranışından zevk alıyordu!
Ebû Cehil’in Elleri Yukarıda Kaldı
Ebû Cehil bir gün, kabilesine şöyle söz verdi: “Vallahi, secdede Muhammed’i görürsem, başını bu taşla ezeceğim!” Ertesi gün, zor kaldırabileceği büyük bir taş alarak gitti. Resûl-i Ekrem secdedeydi. Taşı kaldırıp tam vuracakken, elleri yukarıda kaskatı kesildi; tâ Kâinatın Efendisi namazını bitirip kalkıncaya kadar… Namaz bitince Ebû Cehil’in de eli çözüldü; çünkü artık ihtiyaç kalmamıştı!
Rasulullah’a Eziyet Bitmiyordu
Kureyş müşriklerinin Peygamber Efendimize eziyet, hakaret ve suikastları çeşitli suretlerde oluyordu. Resul-i Ekrem, bir gün Kâbe’de huşu içinde namazını eda etmekte idi. Müşriklerden bir grup da Kâbe civarında toplanmış, konuşuyorlardı. İçlerinde Ebû Cehil de vardı. Ortaya fırlayarak, topluluğa, “Hanginiz gidip filancalarda bugün boğazlanan devenin işkembesini ve döl eşini olduğu gibi kanlı kanlı getirip secdede iken onun üzerine koyar?” diye seslendi.
Gözü dönmüşlerden biri olan Ukbe bin Ebû Muayt ortaya atıldı. “Ben yaparım!” dedi ve oradan ayrıldı. Az sonra, ruhu kararmış bu adam, elinde deve işkembesiyle Peygamber Efendimizin yanında göründü. Resul-i Ekrem, her şeyden habersiz, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda secdeye varmıştı. Gözü dönmüş Ukbe, getirdiği deve işkembesini iki küreği arasına koydu. Ruh ve vicdanları şirkin karanlıklarına gömülü müşrikler, manzarayı kahkahalarla seyrediyorlardı. Muhterem babasının, müşriklerin bu âdice hareketine mâruz kaldığını duyan Hz. Fâtıma, koşa koşa geldi. İşkembeyi tuttuğu gibi, suratlarına çarparcasına müşrik güruhuna doğru fırlattı.
Namazını bitiren Hz. Rasulullah’ın mübarek dudaklarından, “Allah’ım, Kureyş’i sana havale ediyorum!” cümlesi döküldü. Bu cümlesini üç kere tekrarladı. Sonra da müşrik elebaşlarının isimlerini teker teker zikrederek, onları da Sonsuz Kudret Sahibi Cenâb-ı Hakk’a havale etti.3
ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS
İçlerinde Ebû Cehil ve Velid b. Muğire’nin de bulunduğu Mahzum Oğullarından bir topluluk, uzun uzun konuştuktan sonra Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmaya karar verdiler. Vazifeyi, Velid b. Muğire yerine getirecekti. Resul-i Ekrem, namazda Kur’ân okumaya başladığı bir sırada, Velid yanına kadar sokuldu. Fakat o da ne? Öldürmeye gittiği zâtın sesi var, okuduğu Kur’ân şirk kiriyle paslanmış kulağına geliyor, fakat gözü onu bir türlü göremiyordu. Velid şaşkınlaştı. Telâşla arkadaşlarının yanına döndü ve durumu anlattı. Bu sefer hep beraber gittiler. Fakat yine Efendimizi görmeye muvaffak olamadılar. Çünkü ileri gittiklerinde ses arkadan, arkaya doğru gittiklerinde ise ses ön taraftan geliyordu. Nihayet hayretler içinde kalıp dağıldılar.
PEYGAMBERİMİZE EN AĞIR GELEN GÜN
Kâinatın Efendisi, evinden çıkmış gidiyordu. Kureyşten köle olsun, hür olsun kime uğradıysa, âdeta birbirleriyle söz birliği etmişçesine onu yalanladılar, sözle eziyet ve hakarette bulundular. O gün, eziyetli ve sıkıntılı günlerinin en ağırlarından biriydi. Kâinata bir rahmet güneşi olarak doğan Peygamber Efendimiz, müşriklerin bu küstahça hareketleri karşısında evine döndü. Birazcık olsun üzüntüsünü yok etmek, sıkıntısına gidermek için örtüsüne büründü ve yattı.4
Saymakla bitiremeyeceğimiz işkenceler hem Rasulullah efendimize hem de yeryüzünün gördüğü en müstesna topluluğa, fiziksel ve zihinsel olarak en yüksek dozda reva görüldü. Peki âlemlere rahmet efendimiz ne yaptı? Zaman oldu üzüldü, gün geldi Allah’a zalimleri şikâyet etti ama yılmadan, bıkmadan ve usanmadan yoluna devam etti.
Biz ne haldeyiz? Oturduğumuzda 5-6 devleti kurup tekrar yıkacak kadar büyük bir donanıma sahibiz. Hedefler ve idealler ise yerin dibinde bugün. Hayatta post modern “arızalar” yaşayan bizler sabrı unuttuk galiba! Daha önemli işlerimizin olduğu muhakkak. Rabbim azalan dava şuurumuzu diri tutacak eylemler içinde olmayı nasip etsin. Herkesin birbirinden beklediği ilk adımı hep birlikte atabilmek duasıyla…
Dipnotlar
1- İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 287
2- İbn Hişam, A.g.e., c. 1, s. 381382; Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 684. 248; İbn Hişam, A.g.e., c. 1, s. 319320; Kadı İyaz, A.g.e., c. 1, s. 688
3- Müslim, Sahih, c. 5, s. 180
4- İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 309-310; Taberî, Tarih, c. 2, s. 223