KAPAK- Yitik Medeniyetin Öncüleri

Yaratılmışlar içinde fiziksel ve ruhsal anlamda en mükemmel şekilde ve eşsiz güzelliklerle donatılan insanoğlunun dünya hayatının başlaması muhakkak ki ilahi hitapta beyan buyrulduğu üzere Allah Teâlâ’nın kendisinin tanınması ve yalnız ona ibadet edilmesi içindir. Üstün özellikler verilen ve kendisi için yaratılan diğer varlıklar üzerine hakim kılınan insan bu bağlamda değerlidir. Yaratılmışların en şereflisi olarak taltif edilen insan, yaratılış gayesine uygun bir hayat içerisinde, insanî vasıflarını koruyarak ve geliştirerek kendisine gösterilen yolda yürüyüp, kötülüklerden sakınıp, son nefesine kadar insanca ve Müslümanca yaşama mücadelesi içinde olmalıdır.
Üstün donanımlarına rağmen birçok alanda acziyete de sahip olan insanın, insanca ve Müslümanca yaşaması için diğer bir ifade ile Rabbine kulluk yapabilmesi için bir düzen ve bu düzenin aktarıcılarına ihtiyacı vardır. “Yoksa insan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet, 36) ilahi hitabının gereği olarak insanlığın muhtaç olduğu nizamın tebliğcisi olan peygamberler, muhataplarına yaratılış gayelerini hatırlatarak kulluk bilinci noktasında en güzel örnekler olmuşlardır.
Hz. Adem’in yaradılışıyla başlayan kavgada İblis’e karşı Allah’a itaat ve kulluğun hatırlatıcısı olan peygamberlerin sonuncusu olarak insanlığa ilahi mesajı ulaştırırken kendisi de en güzel örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v.), Arabistan çöllerinden tüm dünyaya yayılan medeniyet meşalesini ateşlemiştir. O’nunla birlikte vahiy sona ermiş, vahyin gölgesinde, saf ve katışıksız ilke koyucu emir devri kapanmıştır. Ancak insanlığa anlattığı ve ulaştırdığı hakikat devam etmektedir. İşte bu hakikatin, Efendimize vahyolunan ilahi emirlerin kendinden sonra nasıl anlaşılıp uygulanacağı meselesi zihinleri meşgul etmiştir. Tam da burada, vahiy ile aramızdaki anlama sorununu giderecek yorumculara, tecdid edici, rehberlere, önderlere ihtiyaç vardır. İşte, Efendimizin kamil varisi olan bilgeler, böyle bir sorumlulukla hakikat ile aramızdaki engelleri kaldırmaya çalışmışlardır.
Efendimizin hakikati üç sırdan, “ilim, irfan ve aşk”tan oluşmaktadır. Medeniyetimiz bu üç sütun üzerine yükselmiştir. Bizim son büyük medeniyetimiz, İslâm Medeniyeti’nin bir versiyonu olan Osmanlı Medeniyeti, Toynbee’nin dediği gibi fosilleşmiş, ölmüş, donmuş değil, durdurulmuş bir medeniyettir. Geleneksel değerlerimiz ve birikimimizin adı olan medeniyetimizin modernleşme karşısında nasıl sorunlar yaşadığının farkında ve nasıl dirileceğinin kaygısında olan isimlerden biri de Fethi Gemuhluoğlu’dur. Yesevî geleneğinin geçtiğimiz asırdaki temsilcilerinden olan Gemuhluoğlu, içinden geldiği irfan geleneğinin büyük bilgeleri gibi, hakikatle aramızdaki engelleri kaldırmak, medeniyetimizi yeniden diriltecek nesli yetiştirmek için aşkla mücadele etmişti.
Medeniyeti oluşturan unsurların her birinde, bilgelik damarlarından beslenen seçkin öncüler grubunun oluşmasını kendine dava edinen Gemuhluoğlu, sekreteri olduğu Türk Petrol Vakfı’ndan, yakından ilgilendiği yükseköğrenim öğrencilerine burs vererek günümüz düşünce, sanat ve kültür hayatı üzerinde etkili olmuştur. Zira ülkemizin kaynaklarını zenginliğe dönüştürecek geniş ufuklu, erdemli ve bilgili insanlara ihtiyaç olduğunu, medeniyetimizin bu sayede yeniden dirileceğine inanmaktadır. Gemuhluoğlu’nun kaygısı “imanın elmas tacı altında, imanla sultan olmuş” insanlar yetiştirmektir.
Medeniyet büyük rüya görebilenlerle kurulur diyen Gemuhluoğlu, bu büyük sırrın peşinde, insanlığımızın yüksek hakikatine yakışır bir konuma taşımanın, yitirdiğimiz amacı, o büyük rüyayı hatırlatmanın derdinde olmuştur. Medeniyetin temel dinamiklerinden olan ilmin kendisinde tecellisi olarak geniş bir tarih bilgisine sahip olan Gemuhluoğlu, Allah’ın sonsuz ve mutlak hakikatinin tadılması olan irfanı manevi kılavuzların rehberliğinde yaşamış, birlik göstergesi ve benliğin terki olan aşkı anlatmaya çalışmıştı. Burs için gelen öğrencilere “hiç âşık oldun mu?” diye sorması bundandı.
Aynı kaygılarla tüm dünyalık teklifleri reddedip ömrünü imanlı bir nesil yetişmesi için harcayan, İmam-Hatip Okulları’nın açılıp yayılmasında büyük emekleri ve hizmetleri olan bir diğer medeniyet öncüsü Celalettin Ökten, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle: “Eğer bütün maddî imkan şartları, destekleyici hüsnü niyetlerle birlikte kendisine verilmiş olsaydı Celal Hoca hayatının son yıllarında dahi İslâm dinini, medeniyet âleminde XX. asır cemiyetini yaşatabilecek bir seviyeye yükseltici inkılâbı yapmaya muktedir bir mütefekkirdir”. Arapça, Farsça, Fransızca bilen, özellikle Arap edebiyatına vukufuyla tanınan, İslâmî ilimler yanında Batı kültürünü de yakından incelemiş bir din âlimi olan Celâl Hoca, birçok din âlimi ve muhafazakâr münevverin bir köşeye çekildiği Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarında itibaren, her zaman ve her şartta yapılabilecek işler olduğunu düşünen iyimser kişiler arasında yer almıştı. Gayretli, aynı zamanda sabırlı ve kanaatkâr bir anlayışla eski kültürün yeni nesle aktarılmasında başarılı hizmetler gerçekleştirmişti.
Efendimizin hakikatini, yaşadığımız çağa, bu çağın insanına aktarma gayretiyle bir ömür tüketen, sahip olduğu geniş ilminin yanı sıra kuvvetli bir teşkilatçı olan medeniyet öncülerimizden bir başka önemli isim merhum Zeki Soyak hocaefendidir. Hayatı boyunca Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayrılmadan, bu yolda öğrenci yetiştirmeyi kendine gaye edinen hocaefendi, sahip olduğu diğer ilimlerin yanında ve ötesinde eğitim, davet ve tebliğ metotlarında bir çığır açmıştı. Medeniyetlerin yetişmiş insanla kurulacağının bilinciyle öğrenci yetiştirmeyi önceleyen Soyak, gerek öğretmenliği ve idareciliği dönemlerinde gerekse sonrasında kurulmasına öncülük ettiği kurumlar vasıtasıyla büyük rüya görebilen bir nesil vücuda gelmesi için mücadele etmiştir.
Yazdığı eserlerde verdiği imanî ve İslâmî mesajlarının yanında yetiştiği nesle miras olarak bıraktığı: “İslam’a bir bütün olarak bakın, bir bütün olarak yaşamaya çalışın, vasıtaları gaye edinmeyin, mezhep, meşrep ve meslek taassubu göstermeyin. İtidal üzere olun, işleri istişare ile yapın” ölçüleri, medeniyetimizi yeniden diriltecek Kur’anî ve Nebevî kodları en iyi şekilde özetlemiştir.
Umulur ki burada adı geçen ve geçmeyen medeniyet öncülerimizin yetiştirdiği “imanla sultan olmuş” nesil yeniden büyük rüyalar görerek insanlığı muhtaç olduğu hakikate ulaştırsın…