CİHAD DERSLERİ-Önderimiz Hz. Peygamberdir

İmam Hasan el-Benna, 12 Şubat 1949 Pazartesi akşamı kendisine yapılan bir sûikasd neticesinde dünyayı terk etmiş; Mısır Kralı Faruk da Hasan el-Benna korkusundan rahata kavuşmuştu. Faruk, Hasan el-Benna’dan kurtulmuştu ama geriye bir problem kalmıştı. O da İhvânü’l-Müslimin’in Filistin’de hala cihada devam eden mücâhid gruplarıydı. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Mısır tanklarına ve askerlerine Filistin’e hareket emri verdi. Maksadı oradaki İhvân mensuplarını tutuklatmaktı. Tanklar kampların etrafındaki duvarları döverek mücâhidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine topların atılmasına razı olmak arasında seçim yapmaya zorladılar. Mücâhidler de etrafın cehenneme çevrilmesini istemediklerinden dolayı teslim oldular. Oradan hapishaneye taşınan mücâhidler, böylece soğuk duvarlar arkasına terk ediliyordu.
Gerçek şu ki, liderlikte büyüklüğün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki, büyüklük ilmî yönden olur; bazen büyük bir fatih veya keşifçi ya da bir ruh terbiyecisi yahut da bir siyasî lider büyük olabilir. Fakat kalıcılığı bakımından en büyük lider ümmeti yeniden inşâ eden, yeni nesillerin yetişmesini sağlayan ve tarihin gidişatını değiştiren liderlerdir. İşte Hasan el-Benna bu kalıcı liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyılda İslâm tarihinde en göze çarpanlardandı. Onun bu büyüklüğü sadece âlim oluşundan veya iyi bir hatipliğinden ya da siyaset adamı oluşundan değil, İslâm dâvâsını ihyâ eden yeni bir nesil yetiştirmesinden ve özelde Mısır’ın genelde de İslâm âleminin ayağa kalkması için çalışmasındandır. Bugün dahi onun geçmişteki gayretli çalışmasından dolayı olaylar gidişatını değiştirmektedir.
İmam Hasan el-Benna, hiçbir zaman kendini ön plana çıkarmadı. Her zaman “Rabbimiz Allah’tır” ve “Önderimiz Rasûlullah’tır” dedi. İnsanlara Allah’ı ve Rasûlullah’ı anlattı. Onları kendine değil, İslâm’a dâvet etti. İnsanları gelip geçici hülyaların peşine takmadı. Onları eskimez ve pörsümez bir nizam olan İslâm dâvâsının yılmaz mücâhidleri yapmaya çalıştı. Bunda da başarılı oldu. Onun çevresinde toplananlar Hz. Peygamber efendimizi örnek alarak İslâm dâvâsına hizmet ettiler. Çünkü Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de bize her hayırlı işte Allah Rasûlünü örnek almamızı tavsiye ediyor ve şöyle buyuruyor: “And olsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 33/21)
Âyette, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numûnesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Rasûlullah’ın, hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım nazarî kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin, insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sîreti incelenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır. İşte İmam Hasan el-Benna, ihvâna bu şuuru vermiştir.
Mısır’ın yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna’yı yazmadan bu konuları yazamaması onun büyüklüğünü göstermeye kâfidir. Tarihçilerin her ne kadar İmam el Benna hakkında kendilerine özgü ayrı ayrı görüşleri olsa da, hepsi de olayların meydana gelişinde Hasan el-Benna’nın büyük tesirleri olduğunda ittifak etmektedirler. Bu olaylar ki yarım asırdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. İsterse günümüzdeki insanlar onun kıymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatında veya şehadetinden sonra da onu gereği gibi takdir etmemiş olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. İnsanların veya ileri gelenlerin onun kıymetini gereği gibi bilememeleri el-Benna’ya en ufak bir zarar veremez.
Gerçek su ki, İslâm önderleri tarihte hiçbir zaman insanlar bilsinler ve takdir edip methetsinler diye, çalışmamışlardır. Bilakis İslâm, onları öyle özel bir duruma getirmiştir ki, tarihte bizden başka milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü İslâm, onları ruhî terbiye ve büyük bir iman üzere yetiştirir. Öyle ki, o ruhaniyet özel bir anlayış kazandırmış, hayatın gerçek yönlerini ve varlığın sırlarını öğretmiştir. İslâm, onları öyle yetiştirmiştir ki, en üstün fedakârlıkları yaparlar ve insanlığa karşı çok büyük bir muhabbet beslerler.
İşte İslâm önderlerinin, kendi aralarındaki bazı mizaç farklılıklarıyla birlikte genel durumu budur. Onlar Allah rızasından başka hiçbir şey de istemezler. Sadece Allah’ın hesabından korkar ve O’ndan sevap beklerler. Yalnız Allah’ın indinde itibarları olsun isterler. Hiçbir zaman kendileri için rahatlık ve huzuru talep etmezler, rahatlığı ancak Allah’a kavuşmakta ararlar. Onlar da şöhret veya methedilmeyi isteme yahut makam hırsı veya haset bulunmaz. Onların dünya hayatı veya şehevî arzuları için herhangi bir iş yapmaları mümkün değildir. Onlar insanlardan karanlıkları kaldırmak için gönderilmiş bir nurdurlar. Gökyüzün de devamlı olarak parıldarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karışmayan ve en yüksek bina ile en küçüğüne dahi vuran bir güneş şubesi gibidirler.
Yeryüzündeki tüm şer güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli, Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karşı yılmadan savaştı. Hepsi de Hasan el-Benna’nın yolunu engellemek ve davasından alıkoymak için çalışmalarına rağmen o, yüce dağlar gibi, rüzgâra ve balyozlara aldırış etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki sağa sola sallanmıştır ama bütün tehditlere rağmen hiçbir zaman kasırgalardan etkilenerek davasından geriye adım atmamıştır. Dünya onun etrafında kararmış olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanında en ufak bir zayıflık göstermemiştir. Karşı kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzerine çullansalar da o, hiçbir zaman mücadelesinde yenilmemiştir.
Bütün bunlara rağmen, tıpkı arkadaşlarına olduğu gibi düşmanlarına bile gönlü açıktı. O, hiçbir zaman düşmanlarından birine karşı hasetlikten dolayı tiksinmemiştir. Çünkü büyük insanların kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düşmanın batıla sapmasından, fesadından ve iftiralarındandı. Eğer düşmanı kötülük ve şer yolunda gitmeye devam ediyorsa ve halkın menfaatlerine zarar veriyorsa onlardan nefret eder ve tiksinirdi. Tıpkı hakka karşı inatlık eden, basiretsizlik göstererek anlayışsızlık yapan ve ahlakî bakımdan dâvâya sıkıntı veren dostlarından nefret ettiği gibi.
Fakat Benna, bütün bunlara rağmen Rasûlullah’ın Uhud günü yaralıyken ettiği şu duâyı devamlı olarak ediyordu: “Allah’ım sen benim kavmimi hidâyete erdir. Çünkü onlar bilmiyorlar.” Düşmanları devamlı olarak ona karşı hile ve tuzakları sürdürürken o da düşmanlarına karşı sürekli şefkat ve nasihate devam ediyordu. Benna’nın bu hali, onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardımcıdan yoksun bir halde tek başına karanlıkta vurarak öldürdükleri zamana kadar devam etti. Görüldüğü gibi o, “Önderimiz Rasûlullah’tır” derken önce kendisi Hz. Peygamber efendimiz gibi yaşamış ve onun ahlâkı ile ahlâklanmıştır.