KAPAK-Muhabbet Testisiyle Sunulan İlahi Şerbet

Muhabbet karşılıksız bir sevgidir. Öyle ki bu sevgi hiçbir menfaat beklemeden yalnızca Allah için olursa kul, Allah’ın sevgisine mazhar olur. Zeki Soyak Hocamızın Fazilet Toplumu isimli eserinde Fazilet Toplumunun Özellikleri hakkındaki bahiste şöyle geçer: “İslami hizmetlerde, İslami cemaatlerde bulunan kişiler bir kısım özelliklere bir kısım vasıflara sahip olmalıdırlar…”
Bu vasıfların başında gelen husus ‘Muhabbet’ olarak belirtilmiştir. Muhabbet kelimesi sevmek, dost olmak, ahbaplık anlamındadır. Arapça حب habbe (sevdi) kelimesinden türemiştir. Habib kelimesi de aynı kökten gelmiş olup seven kişi, dost anlamına gelmektedir.
Müslümanlar arasındaki karşılıklı sevginin menfaat gözetmeden yalnızca Allah rızası için olduğu takdirde buna karşılık Allah’ın neler vaat ettiğine dair muhtelif hadisi şeriflerde Peygamber Efendimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor; “Bir adam başka bir beldede bulunan arkadaşını sırf Allah için sevdiğinden dolayı ziyaret edeceği için Allah’ın görevlendirdiği bir melek tarafından şöyle müjdeleniyor: Senin arkadaşını sevdiğin gibi Allah da seni seviyor.”[1]
Müslümanların birbirlerini karşılıksız sevmeleri ve sevenin sevdiğini söylemesi çok mühimdir. Nitekim bir başka hadisi şeriflerinde “Sevmeyen ve sevilmeyen de hayır yoktur.”[2] buyuran Peygamber Efendimiz, diğer bir hadisi şeriflerinde ise şöyle buyuruyor: “Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyamet günü ‘Celalim hakkı için birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim, buyurur.”[3]
Bu hadisler ışığında Müslüman kardeşlerimizi sevmenin önemi ve bu sevgi vesilesiyle nail olacağımız lütufların hiç azımsanmayacak derecede çok olduğunu görüyoruz. Lakin sevgide haddi aşmamak gerektiği hususu da yine Rasulullah aleyhisselam tarafından şu şekilde belirlenmiştir: “Sevdiğin kişiyi orta halli sev. Belki o bir gün buğzettiğin birisi olabilir. Buğzettiğin kimseye de orta halli buğzet. Belki o bir gün dostun olabilir.”[4]
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl / Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?”
Müslümanlar arasındaki karşılıklı muhabbet Allah ve Resulü tarafından açıkça teşvik edilmiş, bunun karşılığında Allah’ın sevgisi ve rızası vaat edilmiştir. Muhabbetin membaı Allah azze ve celle’ye ve muhabbetiyle yarattığı ve kendisine duyduğu muhabbet nedeniyle âlemleri yarattığı Peygamber Efendimize ne kadar muhabbet beslememiz gerektiğini ise şu hadisi şerif ile öğreniyoruz: “Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır: Allah ve Resulü’nü (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[5]
“Muhabbet, sevilen varlığın ehemmiyet ve mükemmelliği nisbetinde bir kıymet ifâde eder. Bu bakımdan beşerî muhabbetlerde kazanılabilecek zirve, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e duyulan muhabbettir. Çünkü insanlığın muhabbet meyline O’ndan daha lâyık bir kimse tasavvur olunamaz. Ancak O dahî muhabbette son durak değildir. İnsan için, muhabbetin tahsîs edilmesi gereken nihâî hedef, kâinâtın yaratıcısı Allah Teâlâ’dır. İnsanın muhabbet sâikıyla yükselmesinde nihâî merhale ve son durak O’dur. Mutasavvıflar bunu “fenâfillâh” veya “bekâ billâh” olarak tâbir ederler. Bu hâl, tıpkı nehirlerin okyanus sularına ulaşarak onda gark olup kaybolmaları gibidir.”
“Bilmek gerekir ki, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir. Öyle ki Hazret-i Peygamber’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itâat, Allâh’a itâat; O’na isyân, Allâh’a isyân sadedindedir. Buna göre Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei, yâni sığınağıdır. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur: (Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31)[6]
Adaletin timsali Hz. Ömer radiyallahu anh bir gün Peygamber Efendimize “Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah, seni nefsim hariç her şeyden çok seviyorum.” deyince, Peygamber Efendimiz “Olmadı Ya Ömer, beni nefsinden de fazla sevmedikçe kâmil manada iman etmiş olmazsın.” buyurdu. Bu ikaz ile sarsılan Hz. Ömer evine doğru yürürken kendi kendine muhasebe ettikten sonra geriye dönüp Efendimiz’in huzuruna çıktı; büyük bir coşku ve heyecan ile: “Ya Rasulullah! Vallahi seni nefsimden ve canımdan daha çok seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz: “Evet, şimdi gerçek iman oldu Ey Ömer!”[7] buyurdu. Ashabı kiram da Rasulullah aşkı öyle fazlaydı ki ahireti tefekkür ettikleri zaman oranın dehşetinden ürperip“Biz bu halimiz ile Rasulullah’tan ayrı düşeceğiz, o Peygamberlerle beraber olacak, bizim halimiz nasıl olacak…” diye hüzünlendikleri zaman; “Kişi sevdiği ile beraberdir”[8] hadisinin müjdesiyle sevinirler, kalplerini teskin ederlerdi.
Fani aşkların baki aşk yanında bir kıymeti yoktur, lakin fani aşk baki aşka vesile olursa değer kazanır. Kays’ı Mecnun (deli) yapan Leyla’nın aşkıydı fakat Mecnun’un fani aşkı baki aşka basamak olmuş; gerçek manada aşka kavuşmasına vesile olmuştu. Mecnun’un hakikatini bilmeyen bazı gafiller onun haline acıyarak “Ey Mecnun, Leyla’dan vazgeç artık; ondan daha güzeller var!” deyince Mecnun’un cevabı çok manidar oldu: “Maddi beden, suret ve görünüş şekillerimiz birer testi gibidir. Güzellik de içindeki ilahi şerbettir. Bilin ki Cenab-ı Hak, bana bu şerbeti Leyla’nın testisinden ikram etmektedir.”
Allah rahmet eylesin, Tahir Büyükkörükçü Hocamızın deyimiyle ‘Aşk Eri’ Mevlâna hazretleri, aşk âlemini şu şekilde anlatıyor: “Aşk âleminde akıl; çamura batmış eşeğe benzer. Tepinir durur ama çıkamaz ve hatta tepindikçe çamura daha çok batar.”
Aşk âleminin yolcusu Fuzuli, divanında Ferhat ve Mecnun’un aşkları ile kendi aşkını şu şekilde kıyaslıyor:
“Olsaydı mendeki gam Ferhâd-ı mübtelâda / Bir âh ile verürdi min Bîsütûn’u bâda”
(Âşık Ferhât’ta bendeki gam olsaydı / Bir ah ile bin tane Bîsütun Dağı’nı rüzgâra verirdi.)
“Verseydi âh-ı Mecnun feryâdumun sadâsın / Kuş mu karâr ederdi başındaki yuvada”
(Mecnûn’un ahı benim feryadımın sesini verseydi / Başındaki yuvada kuş mu kalırdı?)
Fuzuli, benim ahım Mecnûn’unkinden çok daha müessir, acıklı ve yüksektir diyerek Mecnûn’la boy ölçüşüyor.
“Ferhâd’a zevk-i sûret Mecnûn’a seyr-i sahrâ / Bir râhat içre her kim ancak menem belâda”
(Ferhât Bîsütun Dağı’nda Şîrîn’in resmini yapmıştı. Onunla zevk içindeydi. / Mecnûn sahralarda dolaşıyordu. Bunların her-biri rahat ve huzur içinde, belâda olan ancak benim.)
Yani diyor ki Ferhat sevgilisinin resmini dağa çizdi, onu zevk ile seyretmekte, Mecnun sevgilisi için çöllere düştü, sahralarda dolaşıyor. Bendeki gam Ferhat’ta olsa Ferhat’a binlerce dağ dayanmaz, bendeki feryadımın sesi Mecnun’dan duyulsa başında kuş yuva mı yapardı? Benim aşkım Halık-ı Zül Celal’edir. Benim sevgilim resimden, tasvirden ve mekândan münezzehtir…
[1]Müslim, Birr 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 462, 508
[2] Hâkim, el-Müstedrek, 1/53; Bezzâr, Müsned, 15/349; Taberânî, el-Evsat, 6/58; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 10/441
[3] Müslim, Birr 37;Tirmizî, Zühd 53
[4] et-Tâc, c. 5, sh. 77
[5] Buhârî, Îmân 9, 14, İkrâh 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67; Tirmizî, Îmân 10
[6] Osman Nuri Topbaş, Altınoluk dergisi, sayı: 230, s. 32
[7] Buhari, Kitabü’l-İman ve’n-Nüzur, 3
[8] Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165