Sosyal Hayatın Müspet Değişim Yasaları

Değişimin Mahiyeti
Dünya dönmeye devam ettiği müddetçe değişim kaçınılmazdır. Değişimin sebebi zamandır. Zaman varsa durağanlık yok demektir. Zaman tünelinde deveran eden her şey değişime tabidir. Başka bir söyleyişle değişim hayatın ta kendisidir. Hayat zamandır, zaman hayattır. Zaman bittiğinde hayat hitama ermiş demektir. İnsanın eceli de insan saatinin durması anlamına gelir. Bu, varlıkların tamamı için geçerlidir. Diğer bir hakikat ise zamanın, varlığını dünyanın dönmesine, kâinattaki canlılığa borçlu olmasıdır. Dolayısı ile hiçbir şey durmaz. Bu olguyu Batılı Filozof Herakleitos, “Pante rei” diyerek ifade etmiştir. Türkçesi “her şey değişip akmada, bu hâl beni hayran bırakmada…” şeklinde mısralaştırılmıştır.
Herakleitos’a göre akıp gitmekte olan bir ırmakta tekrar yıkanmak mümkün değildir. Çünkü su akar, gider. Gelen su aynı su değildir. Çünkü hiçbir şey statik değildir; dinamiktir. Değişim bir tabiat kanunudur. Bir Allah yasasıdır. Kısaca “değişmeyen tek şey değişimdir” de diyebiliriz.
Hz. Peygamber’in “İki günü eşit olan aldanmıştır” kavl-i tayyibesinde de değişime dikkat çekilmiştir. Bu cümlede değişimin mukadder olduğu vurgulanarak, hiç olmazsa iyiye doğru bir değişimin gerçekleşmesi teşvik edilmiştir.
Değişim Neden Vazgeçilemez?
Dünya yüzeyine gönderilen insan başıboş bırakılmamıştır. İnsanı yaratan Allah aynı zamanda ona kendini idare edecek potansiyeli de vermiştir. Ayrıca ne olur ne olmaz, akıllı fikirli olmasına rağmen şaşırıp sapıtmasın diye insanlığa peygember ve kitap da göndermiştir. Kendi potansiyeline ve rehbere sahip olan ademoğlu değiştirmeye ve değişime hazır haldedir. Hayatını da hep değişerek devam ettirir.
Toplumları oluşturan fertler, içine düştükleri ümitsizliğin her şeyin sonu olmadığını değişerek anlayıp, o durumdan kurtulabilirler. Mekke dönemi zulüm ve cehaletinden, Medine’ye hicret ettiklerinde müslümanların kavuştukları nimetleri düşündüğümüzde değişimin ne denli etkili bir toplumsal hareket olduğu anlaşılır.
Tarih boyunca zulüm hâkimiyeti altında kalan toplumlar canla başla gerçekleştirmeye çalıştıkları değişimler sonucunda barışa ve özgürlüğe kavuşmuşlardır.
Adalet anlayışı da değişimi tetikler. Haksızlılara karşı isyan etme dürtüsü büyük değişimleri gerçekleştirmiştir.
Değişim insanların kendilerini hayata bağlamalarını sağlar. Günlük hayatta minik bir değişiklik insana yüksek heyecanlar kazandırabilmektedir.
Kur’an’ın mucizevî yönlerinden birisi de kendisini okuyanların zihinlerini daima canlı tutmasıdır. Nitekim Kur’an’da ki cihat ayetleri de aslında değişimi başlatan anahtarlar konumundadır.
Problemlerle boğuşmakta olan modern insan da aslında değişim sayesinde kendini rahatlatmaktadır. Ne zaman problemlerine hakiki çözümler üretirse o zaman eski halinden kurtulmaktadır.
Nefsin ve şeytanın iğvalarından kaçmak ve kurtulmak da değişmek demektir. Efendimizin sinirlilik halinde abdest alınmasını tavsiye etmesi bu tür değişimin güzel örneklerinden birisidir.
Değişimi Kim Yapar?
Dünya tarihi boyunca insanlık değişimin keyfiyeti konusunda tartışmalar yapmaktan geri durmadı. Değişimin mahiyeti ve sebepleri hep gündemde tutuldu. En çok ele alınan mevzuların başında değişimin nasıl gerçekleştiği konusu gelmektedir.
Bir kısım Batılı-Doğulu filozof ve düşünür değişimin aslında tesadüf olduğuna inandı ve bu uğurda fikirler ürettiler. Bunlara göre tarih bir tesadüften ibarettir. Bir diğer grup ise değişimin tesadüf ve tabiat kanunlarına bağlı olmadığını, değişimin sadece tarihi şahsiyetler tarafından gerçekleşebileceğini savundu. Bunlara göre, toplumun düzeltilmesi ve yükselmesinde güç önemlidir. Toplumları değiştirmeye güç yetirebilen kişilikler değişimin gerçek mimarlarıdır.
İslâm ise bilhassa ictimai dönüşümün gerçekleşmesinde bu teorilere kulak asmaz. Sosyal değişimin temelinde bireyler ve bireylerin oluşturduğu halk vardır. Halklar başlarına gelenlerden sorumludur.
Kur’an doğrudan doğruya insana hitap eder. Böylece muhatap sorumlu tutulur. Yani değişimin ana unsuru insandır. Kur’an’ın “Sünnetullah” (Tabiat kanunları) olarak adlandırdığı yasa, doğal değişimin yanı sıra, insan iradesinin yönettiği sosyal ve kişisel değişimi de ifade eder. Bu yasanın iki ayağı olduğu açıktır.
Birincisi insan iradesinin etkisinin neredeyse yok mesabesinde olduğu; tamamen Allah’ın iradesi ile gerçekleşen doğal değişimdir. Bu değişim şekli yine toplumları oluşturan bireyler alanına uygulanan değişimdir. Bu değişimde insan iradesine konulan bir ipotek yoktur. Sonuçtan insan sorumlu tutulmamaktadır. Bunu külli değişim yasaları şeklinde de ifade edebiliriz. Doğal değişim, toplumların zenginlik-yoksulluk, izzet-zillet-hastalık sağlık, depremler-doğal felaketler vb. gibi olguları kapsar.
İkincisi ise tamamen insanın sorumlu olduğu ve bizzat insanın rol aldığı değişimdir. Bu tür değişimi bir topluluk istemedikçe Allah zorla gerçekleştirmez. Bu değişim Kur’an’da ifade edilen yasalara ters bir olgu olur. Üstelik Allah’ın adaletini de sorgulamaya neden olur. Allah insanı halife tayin etmiştir. Sosyal hayattaki müspet ya da menfi değişimin tepeden inme gerçekleşmesi insanın halifelik görevinin baypas edilmesi anlamına gelir. “Sözlerini tutmadıkları için onları lanetledik, kalplerini katılaştırdık”[1] ve “Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini katılaştırdı.”[2] ayet-i kerimeleri değişimin insanla başladığını gösteren delillerdir.
Ayrıca Efendimiz bir hadisinde, bir gemide yolculuk eden iyi ve kötü insanların durumunu ve geminin tabi olduğu insanın mükellef olduğu değişim yasasını hatırlatmaktadır. Hadis özetle şöyledir: Bir gemide yolculuk edenler gemiyi kura çekme sonucunda paylaşmışlardır. İyiler üst kısımda kötüler ise alt kısımda yolculuk etmektedirler. Kötüler su ihtiyaçlarını geminin üstünden gidermek zorundadırlar. Ve her defasında iyilere eziyet ettiklerini düşünürler. Buna bir çare üretmek durumunda kalırlar ve sonunda gemiyi delmeye karar verirler. İyiler onlara müsaade ederlerse gemi kendi yasası gereği su alacağı için batacaktır. Müsaade etmemeleri Allah’ın iyilerden (mü’minlerden) istediği bir yasadır. Bu yasa kötülüğe sessiz kalmama yasası şeklinde özetlenebilir. Ayrıca iyilerin sessizliği değişimin menfiliğine sebep olacaktır.
Görüldüğü gibi, iki tür değişimde de toplum tek bir varlık olarak düşünülmektedir. Her ümmetin bir ecelinin olması[3] külli değişimi ifade eder. Çünkü söz konusu ecelin sahibi Allah’tır ve ecel bireyi değil toplumu alakadar eder. Değişimin bir vechesi ya da paydaşı ise yapay ve doğal çevredir. Yapay çevre doğanın sosyal varlık olan insan üzerindeki etkisini azaltır. Bu gün toplumların zihnen ve fiilen statikleşmesine neden olan faktörlerden birisi de yapay çevrelerdir. Doğal çevre de değişimi engellemesi ve teşvik etmesi yönü ile değişimin saiklerinden birisi olmaya devam etmektedir.
Buraya kadar değişimin doğal değişim, toplumsal değişim ve değişime çevrenin etkisini ele aldık. Şimdi değişim yasalarının ana eksenini oluşturan ayet-i kerimeye geçebiliriz.
“Bir millet kendi durumlarını/nefislerindekini değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur.”[4]
Kavl-i ilahide öne çıkan noktalar:
a) Değişimin bir yasası vardır.
b) Sosyal değişimin ana muharriki insandır.
c) Toplumsal değişimin odağında insan vardır. Ama tek başına yeterli olmaz.
d) Allah’ın değişimi gerçekleştirmesi (yaratması) insana bağlıdır.
Değişimde Toplum Bilinci
Toplumlar kendi değerlerine dayanarak müsbet ya da menfi sosyal değişimlerini gerçekleştirirler. Kendi değerleri yerine öykünmeci bir mantıkla elde edilen örf-adet ve geleneklerle doğru bir değişim gerçekleştirmek menfi değişimi ifade eder. Her ne kadar iyi şeyler yaptıklarını zannetseler de, o toplum kendinden uzaklaştığı için başkalaşmış ve müspet bir dönüşüm gerçekleştirememiş olur. Bizim Batıllaşma serüvenimiz de böyle bir şeydir.
İslam toplumları Kur’an’ın yasalarına uyarak değişim ve dönüşüm gerçekleştirirler. Bu değişim sürecinde üç sacayağı vardır: Değişim konusu, değişen ve değiştiren. Bunlardan en önemlisi değiştiren ve değişme konusudur. Herhangi bir yanlışta değişim olumlu yönden menfi tarafa kayabilir. Değişim hadisesinde toplumu tetikleyen bireydir. Birey ise toplumsal/sosyal olduğu durumlarda topluma katkı sağlayabilir.
Değişimin Handikapları
Cevdet Said toplumsal değişimimin ön şartlarını şu şekilde maddeleştirir:
1) Psikolojik değişim yasalarını bilmek kaçınılmaz derecede zorunludur.
2) Değiştirmemiz gereken şeyi bilmek de zorunludur (Neyi değiştireceğimizi bilmek).
3) Psikolojik durumlarını bu değişime tabi tutacağımız kimseleri bilmek (Yani kimleri değiştireceğiz).[5]
Bu üç ana madde bilinmediğinde değişim gerçekleşmez. Değişim yasaları nelerdir? Bunları düşünerek değişim yapılmalıdır. Değişimin yasaları tespit edilmediği durumlarda değişim ortaya çıkmaz. Yanlış yasalarla yapılan değişimler olumlu kabul edilemez. Neyi değiştireceğimizi de iyi düşünmek durumundayız. Rastgele değişim yıkım anlamına gelir.
Kimleri muhatap alarak değişim hareketi yapılacak? Bu da çok önemlidir. Muhataplar değişime gönüllü olmazlarsa bu değişim hareketi kadük kalmaya mahkûmdur.
Değişimi bir topluluk istemedikçe Allah zorla onları değiştirmez. Bu değişim Allah’ın yasalarına ters bir olgu olur. Üstelik Allah’ın adaletini de sorgulamaya neden olur. Allah insanı halife tayin etmiştir. Sosyal hayattaki müspet ya da menfi değişimin tepeden inme gerçekleşmesi insanın halifelik görevinin baypas edilmesi anlamına gelir. “Sözlerini tutmadıkları için onları lanetledik, kalplerini katılaştırdık”[6] ve “Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini katılaştırdı.”[7] ayet-i kerimeleri değişimin önündeki en büyük engelin insan olduğuna vurgu yapmaktadır.
Müslümanlar arasında değişim karşısında olumsuz bir tavır takınarak kurtarıcı bekleyenler değişimin önündeki en büyük engeldir. Bir de kıyamet alametlerini sık sık zikrederek değişime mani olanları da bu kategoride değerlendirmek gerekir. Bu olumsuz tavırların dayandığı ana düşünce bu problemlerin Allah’tan başkasının halledemeyeceği düşüncesidir. Elhak doğrudur. Lakin bu konuda Allah’ın insana verdiği değişme ve değiştirme yetkisi yok sayılmamalıdır. Ayrıca hiçbir çaba harcamadan Allah’ın yardımını beklemek sünnetullah’a aykırıdır.
Müspet Değişim Nasıl Olmalıdır
Değişimin gerçekleşmesini en önemli şartı toplumu vücut olarak tasavvur edip değişim hamleleri yapmaktır. Toplumsal değişimin ilk muhatabı aslında tek bir insandır. İnsanlar ortak aklın sonucu toplumsal değişimi gerçekleştirebilirler. Böylece “birimiz hepimiz için” vecizesi mücessem hala gelir. Başka bir açıdan “ hepimiz birimiz için” ilkesinin faydası da zuhur etmiş olur.
Enfal suresi 53. ayette bu “bir kavim durumunu/nefislerini değiştirmedikçe Allah’ın da o kavme bağışladığı ‘nimet’i değiştirmeyecek olmasından ötürü böyledir.” buyrulur. Ayette bahse konu olan değişim yasalarının mahiyetini şu şekilde açıklayabiliriz: Allah’ın toplumları değiştirmesi onların kendilerini değiştirmesi şartına bağlıdır. Bu, nimetle ya da musibetle gerçekleşir.
Ayetteki “Ma bin-Nefs” kelimesi, insanın yapısında oluşan ve kökleşen davranışlara etkide bulunan fikir, duygu, heyecan, inanç… değişime konu olabilecek her ne varsa tüm şeyler anlamındadır.
“Mâ bi kavmin” bölümü ise, kavme ait, ona has, onunla birlikte bulunan tüm şeyler; kısaca toplumsal olan demektir. Bu durumda değişimin ana kahramanları önce insan sonra toplumdur.
Sosyal Hayatta Neler Değişmeli ya da Değişimin Şartları
1. Yasaya Bağlılık
Zeyyad b. Lebid radiyallahu anh’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Nebi aleyhisselam bir şeyi zikretti de ardından şunu söyledi: ‘İşte bu ilmin ortadan kalktığı zamanlarda meydana gelir.’ Biz de şöyle dedik: ‘Ey Allah’ın Resulü, biz Kur’an okuyoruz; çocuklarımıza da okutuyoruz. Çocuklarımız da çocuklarına kıyamete dek okuyup duracakken ilim nasıl ortadan kalkar?’ O şöyle buyurdu: ‘Anan yitirsin seni ey İbn Lebid! Ben de seni Medine’nin en fakih adamı görürdüm. Yahudiler, Hıristiyanlar, Tevrat ve İncil’i okuyorlar da okuduklarından niye yarar sağlamıyorlar?’[8]
Hadiste dikkat çeken husus aslında taassup şeklindeki muhafazakârlıktır. İnsanın kendine olan sahte güvenidir. Kendini yenilikler ve başka düşüncelere kapatmasıdır. İnsanın kendini yenileme cehdi olmadığı sürece her an bu tehlike baş gösterebilir.
Sosyal hayatta Müslümanlar daima kendilerini yenileyecekleri ve düşüncelerinin, imanlarının ve amellerinin sağlamasını yapacakları faaliyetlerde bulunmalıdırlar. Tabi bu Kur’an ve Sünnete sahih bir yaklaşım ve mütemadiyen okuma ve anlama cehdi gerektir.
2. Düşünce ve İtikatta Kurumsallaşmama
Tarih boyunca dinlerin uğradığı en meşum muamele dinlerin dünya menfaatleri için kullanılmaları ve inanç konularının kurumsal hale dönüştürülerek camit bir evreye sokulmalarıdır. Kur’an’ın tavsiye ettiği düşünce temrinleri ve zihin yenileme ameliyeleri gerçekleştirilmediği durumlarda İslâm dini için de aynı akıbet mukadderdir. Kur’an’ın anlamadan okunması ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin nefyedilerek sadece hürmet edilecek bir şahsiyete indirgenmesi dinin itikadi kurumsallaşmasına yardım edecektir. Oysa İslam, Kur’an’da ki düşünmeyi, tefekkür etmeyi ve zihni canlılığı teşvik eden ayetlerle birlikte, “Zamanın teğayyürü ile ahkâm teğayyür eder.” fıkıh ilkesi ile daima yenilenmeyi ön görmüş bir dindir.
Bu durumda ibadet tarzları, hayır kurumları ve eğitim kurumlarında kurumsallaşırken düşünce, iman ve tefekkür konularında kurumsallaşmama ve kurumsallaşmayı değiştirecek hamleleri yapmak kaçınılmaz olmaktadır.
3. İnancı Zedeleyen Anlayışları Değiştirmek
Bunların başında aşırı milliyetçilik gelmektedir. Milliyetçiliğin ana düşüncesi tek doğrunun milli ve yerel değerler olması düşüncesidir. Evrensel bir Kitaba sahip olan mü’minlerin bu düşüncelerden kurtulamamaları için ümmet bilinci ile bu düşünceleri değiştirmeleri kaçınılmaz gözükmektedir. Diğer taraftan nemelazımcılık, umursamazlık, bencillik konuları da önemli inanç ve ahlak problemlerindedir.
4. İman ve Amel Bütünlüğü Sağlamak ve Ahlaki Yozlaşmaya Karşı Alternatifler Üretmek
Laik toplumlarda müslümanlar arasına da sıçrayan kimi iman amel ayrımları inancın ve topyekûn İslâm anlayışının önündeki en önemli değişim engellerinden biridir. İnandığı halde, üstelik Kur’an okuduğu halde namaz gibi bir ibadetin farz olduğunu bile bile haftada bir Cuma namazı kılarak günahlarının affolunduğuna inanan inanç garibeleri ancak iman ve amel bütünlüğünü kavrayamamış bizim gibi toplumlarda zuhur etmektedir.
5. Birlik ve Beraberlik İçin Yeniden Kardeşlik Bilinci
Kur’an’ın bize teklif ettiği kardeşlik anlayışındaki bütün gereklilikleri yeniden elde etmemiz için hep birlikte değişime talip olmamamız gerekmektedir. Yoksa kardeş oldukları halde birbirine derdini anlatmayan, kardeşini fiziki kusurları nedeni ile hor gören, kardeşi açken tok yatmaya alışmış, isar (diğerkâmlılık) nedir bir türlü anlayamayan, nokta kadar menfaati için kardeşinin kalbini kıran insanlar olmaya devam edeceğiz. Böylece dünya müslümanlarına da üç beş kuruş yardımdan başka bir faydamız olmayacak.
6. Toplumsal Hayatı İslâm’a Göre Dizayn Etmek
İctimai varlığımız tam olarak İslâm’dan beslenmediği için Ömer Hayyam’ın şu dizelerini andırıyor:
Bir elde kadeh, bir elde Kur’an;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz, ne tam müslüman!
Aileden başlayarak, mahalle köy/şehir merkezli bir tebliğ faaliyeti ile toplumsal hayatımızı müsbet bir değişime tabi tutmamız, bizi toplum olarak Ömer Hayyam’ın dizelerinde dikkat çektiği kötü halden iyi hale dönüştürecektir.
7. Köklerimizden Geleceğe Köprü Kurmak
Müslümanlığımızın geçmişimize kazandırdığı medeniyet bilincini yeniden elde etmemiz için Allah’ın değişim yasalarını yeniden hatırlamamız elzemdir. Allah’ın değişim yasaları ile maddeden manaya yönelmeliyiz. Elde edeceğimiz maddi varlığı medeniyet uğruna harcamak durumundayız. Böylece en önemli değişimi medeniyet değişimi olarak yapacağız.
[1] Maide, 13
[2] Saff, 5
[3] Araf, 34
[4] Râd, 11
[5] Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, İnsan yay. 2. baskı, s.34
[6] Maide, 13
[7] Saff, 5
[8] Bu hadisi İbn Kesir, Maide suresinin 66. ayetini tefsir ederken sahih olarak adlandırıp rivayet etmiştir.