Hasan-ı Basrî

Hasan-ı Basrî

Tabiînin en büyüklerinden. Adı el-Hasan İbni Ebil-Hasan Yesâr el Basrî’dir. 21 (m. 641) senesinde Medine’de doğdu. Bu sırada Hazreti Ömer radiyallahu anh halife idi. 110 (m. 728)’da 88 yaşında iken bir Cuma günü Basra’da vefat etti. Babası, ashab-ı kiramdan Zeyd bin Sâbit’in kölesi Cafer’dir. Annesi, Peygamberimizin aleyhisselam hanımlarından Hazreti Ümmü Seleme radiyallahu anha’nın cariyesi idi. Oğulları Hasan-ı Basrî doğunca, âzâd edildikleri rivayet edilmektedir. Ümmü Seleme radiyallahu anha’nın evine gidip hizmetinde bulunan annesi, bu hizmetleri sırasında çocuğunu da yanında götürüyordu. Bir iş için dışarı çıkınca yalnız kalan küçük Hasan’ı, Hazreti Ümmü Seleme kucağına alarak bağrına basıp, ona duâ ediyor, hatta oyalamak için emzirdiği de oluyordu. Hazreti Ümmü Seleme radiyallahu anha’nın ihtiyar olduğu halde sütünün gelmesi ile Hasan-ı Basrî O’nun sütünü emmiştir. Böylece büyük bir berekete ve bu bereket sebebiyle de nimetlere kavuşmuştur.

Medine’de bulunduğu sırada ilimde önemli bir unsur olan Arapçayı iyice öğrendi. On iki on üç yaşlarında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Birçok önemli hâdiselere şâhid oldu. Ashab-ı kiramın büyüklerinden, Hazreti Osman bin Affan, Hazreti Ali bin Ebu Talip, Hazreti Abdullah bin Abbâs ve daha birçok Ashab-ı kiram radiyallahu anhum ecmain ile görüştü. Görüştüğü Ashabın sayısı 120 veya 130 kişi civarındadır. Medine mescidinde Hazreti Osman radiyallahu anh’ın hutbelerini dinlerdi.

Hasan-ı Basrî on beş yaşından sonra Medine’den Basra’ya gitti. Orada Ashab-ı kiramdan İbni Abbâs, Enes bin Mâlik, Abdurrahman İbni Semura, Semura İbni Cündeb, Iyâd İbni Hımâr, Ma’kîl İbni Yesâr ve el-Esved İbni Seri radiyallahu anhum ecmain gibi büyüklerin derslerine ve sohbetlerine devam etti. Bundan sonra Abdurrahman İbni Semura komutasındaki orduyla Sicistan’a giden Hasan-ı Basrî ilmi çalışmalarının yanında fetih ordularına da katıldı. Yine İbni Ziyad, Horasan’a vali olunca onunla birlikte Horasan’a gitti. On sene kadar, süren faaliyetleri sırasında da birçok sahebe ile görüştü. Onlardan ilim öğrendi ve rivayetlerde bulundu. Daha sonra Basra’ya dönüp burada bulunan sahibelerden ve tabiînin büyüklerinden ders almaya devam etti. Böylece Ashab-ı kiramın Peygamberimiz aleyhisselam’dan naklen bildirdiği itikad, iman, zahir ve batın ilimlerini iyice öğrendi ve yetişti. İlimde, rivayetlerine çok başvurulan âlimlerden oldu.

İlim aldığı kaynağın sağlamlığı ve asrısaadete yakınlığı sebebiyle ilimde çok yüksek seviyeye ulaştıktan sonra fetva vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı. İlimdeki şöhreti, ahlâkı, ders vermekteki üstünlüğü her tarafa yayıldı.

Yetiştirdiği talebelerinden iki yüz otuz altısının ismi kitaplara geçmiş olup, bunlardan altmış sekizinin hadis rivayetleri Kütüb-i Sitte denilen meşhur hadis kitaplarında yer almaktadır.

Talebelerinin en meşhurları; Hasan-ı Basrî’nin tefsirlerini nakleden talebelerinin başında gelen Katâde, hadisteki rivayetlerini en iyi bilen Hişam İbni Hassan, hadis naklinde “huccet” derecesine gelen Yunus bin Ubeyd, “Basra gençlerinin seyyidi” buyurduğu ve hadiste huccet derecesine yükselen talebesi Eyyûb İbni Ebû Temime gibi kıymetli âlimlerdir.

Ashab-ı kiramın, Peygamberimiz aleyhisselam’dan bildirdiği din bilgilerini ve doğru inanış olan Ehli-i sünnet itikadını naklederek insanların hidayete kavuşmasına hizmet eden Hasan-ı Basrî hazretlerinin konuşması, ilmi, vakarı, sükûneti ve görünüşü Rasulullah Efendimiz aleyhisselam’a çok benzerdi. Tasavvuf hakkında söylediği sözler, diğer evliyadan işitilmezdi. “Bu ilmi kimden aldın?” diye soranlara “Ashab-ı kiramdan olan Hazreti Huzeyfet-ül-Yemânî’den aldım” dedi. “O kimden aldı?” diye tekrar sorulunca buyurdu ki, “Hazreti Huzeyfe bana dedi ki: Bu, Rasulullah Efendimizin bana bir ikramıdır. Çünkü herkes, Rasulullah’a hayırdan sorarlar, ben ise şerden sorardım. Çünkü kötülükleri yapmağa korkar ve kötü şeylerden sakınırsam, iyilikleri yapabileceğimi düşünürdüm.”

Bir gün Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelip “Filan kimse seni çekiştirdi, gıybet etti.” dedi. O da “Sen o zatın evine niçin gitmiştin?” diye sordu. Adam “Misafir olarak davet etmişti.” dedi. “Sana ne ikram etti?” deyince de “Çeşitli yemekler ve meşrubat…” cevabını aldı. Bunun ardından adama şöyle dedi “Bu kadar yemekleri içinde sakladın da bir çift sözü mü saklayamayıp bana getirdin!”

Daha sonra kendisinin aleyhinde konuşan bu kimseye, bir tabak taze hurma ile birlikte özür dileyerek şöyle haber gönderdi: “Duyduğuma göre sevaplarını, benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura bakmayın! Bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı.”

Bir mecliste bir genç bol kahkaha ile gülüp dururken Hasan-ı Basrî oraya uğradı ve delikanlıyı çağırdı: “Oğlum sıratı geçtin mi?” deyince “Hayır” dedi genç. Hasan-ı Basrî “Gideceğin yerin cennet veya cehennem olduğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedi genç. Yine Hasan-ı Basrî “O halde bu kahkaha nedir?” dedi. Gencin bu hâdiseden sonra bir daha güldüğü görülmedi.

“Mü’min devamlı olarak nefsine hâkim olur ve onu Allah için hesaba çeker. Dünyada kendilerini hesaba çekenlerin ahirette hesabı iyi geçer. Ahirette hesabı ağır olanlar, dünyada kendi muhasebelerini yapmayanlardır.”

Hasan-ı Basrî’ye “Gece namaz kılanların yüzleri niçin güzel olur?” diye sorduklarında Hasan-ı Basrî: “Çünkü onlar Rahman ile baş başa kalmışlar ve Rahman da onlara kendi nurundan nur vermiştir.” buyurdu.

İnsan dünyadan üç şeye hasretle gider:

Topladığına doymaz. Umduğuna kavuşamaz, önündeki ahiret yolculuğu için, iyi azık temin etmez.”

“Kalbin fesada uğraması altı şeyden hâsıl olur:

1. Tövbe etmek ümidi ile günah işlemek.

2. İlim öğrenip ilmiyle amel etmemek.

3. Amel ettiklerinde de ihlâs göstermemek.

4. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmemek.

5. Allah’ın taksim ettiği şeye razı olmamak.

6. Ölüleri defnedip ibret almamak, kendi öleceğini düşünmemek, ahiret için azık hazırlamamak.”

“Kul bütün ilimleri elde etse, kuru ağaç gibi oluncaya kadar ibadette bulunsa, fakat midesine giren şeyin haram olup olmadığına dikkat etmese, Allah Teâlâ onun hiçbir ibadetini kabul etmez. Şu üç şeyi unutmak mü’mine yakışmaz: Dünyanın fâni olduğunu, nimetlerinin geçici olduğunu ve ölümün mutlaka geleceğini.”

Ömrünün son yılları hastalıkla geçti. Ölüm döşeğindeyken devamlı “Biz Allah’ın kuluyuz ve (öldükten sonra) yine ona döneceğiz.” mealindeki ayeti okumuştur. Vefat etmeden az önce, bir müddet kendinden geçti ve tekrar ayıldı. “Beni cennetlerden, pınarlardan ve güzel konaklardan uyandırdınız” buyurdu. Bundan sonra vefat etti.

Kaynak: Ehli Sünnet Büyükleri

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.