Müslümanca Düşünmek ve Müslümanca Yaşamak

Bazı zamanlar vardır ki insanın hayatından öte milletin-ümmetin geleceğini sıkıntıya düşürecek işler ayyuka çıkmıştır. Bu dönemde fesadı meşru hale getirecek hayata dalmış bir birey olmaya başlamış isek yaşadığımız zamanlar acıya, gözyaşına, kulakların, gözlerin ve kalplerin kapatıldığı bir dönemin içerisinde devam etmektedir. İlerleyen her gün kendi hayatına gark olan bireyler üretilirken, tüketen ve tüketilen bir toplum inşasının makro planda şaha ve emperyalizme kurban edilen canların mikrobasit meseleler gibi gösterilmesine aldanamayız. Unutulmamalı ki “Müslüman bir yılan deliğinden iki kez sokulmaz.”
İnananların öncüleri bela ve musibetleri öyle göğüslemişlerdir ki sonrasında sıkıntılı günler geçmiş olmasına rağmen o nesil rahat hayata alışmamış cihadı hayat eylemişlerdir. Günümüz insanlığına enjekte edilenlerle ahiret hayatı unutturulurken İslam’dan başka bir hayata entegrasyonun oluşturulmasını şaşkınlıkla karşılamamalıyız. İnsan neden yaratıldığını ve ahiret hayatını düşünmediği sürece yaşadığı hayata istikamet kazandıramayacaktır.
Hz Ömer radiyallahu anh bir orduyu Rum diyarına gönderdi. İçlerinde Abdullah b. Huzafe de vardı. Rumlara esir düştü. Krallarına götürdüler ve “Bu adam Muhammed’in arkadaşlarındandır!” dediler. O Rum tağutu, Hz. Abdullah’a “Sen Hristiyan olursan mülk ve saltanatıma seni ortak yapacağım.” dedi. Abdullah; “Eğer bütün mülkünü ve Arapların elinde bulunan bütün memleketleri bana bağışlasan karşılığında Hz. Muhammed aleyhisselam’ın dininden bir göz açıp kapayıncaya kadar ayrıl desen bunu yine yapmam!” dedi.
Bunları işittikten sonra kral, onun ağaca bağlanmasını emretti ve okçulara “Ona okları isabet ettirmeyin ve her atışta ona Hristiyanlığı teklif edin.” dedi. Onlar da öyle yaptılar. Fakat Abdullah b. Huzafe radiyallahu anh yine reddetti. Sonra kral emretti, onu indirdiler. Daha sonra bir kazana su koyup kaynattılar. Başka bir Müslüman esir getirip ona da Hristiyan olması teklif edildi. O da reddetti. Bunun üzerine kaynamakta olan kazanın içine attılar. Sonra kral, kazanın içine Abdullah’ın atılmasını emrettiğinde Abdullah ağladı.
Bunun üzerine Kral’a “Bu adam suya atılmaktan korktuğu için ağlıyor!” dediler. Kral onun geri getirilmesini emretti. Abdullah’a tekrar Hristiyan olmasını teklif etti. Fakat o yine kabul etmedi. Kral; “O halde, kabul etmediğine göre seni ağlatan nedir?” diye sordu. Abdullah “Ben kendi kendime dedim ki, şimdi seni bu kazanın içine atarlar da biraz sonra ölüp gidersin. Hâlbuki ben cesedimdeki her kıl adedince canım olsun ve Allah için bu suya atılsın isterdim.” dedi.
Bunun üzerine Kral, ona; “Benim başımı öpmen karşılığında seni serbest bırakmama ne dersin?” diye sordu. Abdullah; “Beni ve bütün Müslüman esirleri serbest bırakırsan başını öperim.” dedi. O da bu şartı kabul etti. Abdullah kalbinden “Bu Allah’ın düşmanlarından birisidir.” dedi ve başını öptü. Kendisi ile beraber bütün Müslüman esirleri bıraktırdı. Onları Hz. Ömer’in huzuruna getirdi ve hâdiseyi ona anlattı. Hz. Ömer radiyallahu anh; “Her Müslümana Abdullah b. Huzafe’nin başını öpmek görevdir.” dedi ve “İşte ben başlıyorum.” diyerek kalktı ve Abdullah’ın başını öptü.
Bu ibretlik hadisede bize o kadar hisse vardır ki Müslümanca düşünüp Müslümanca hayat yaşama azmini kaybedenler kendini hesaba çekmeli. Niyetlerimizi doğrultmadan amellerimizi doğrultamayız, kendimizi doğrultmadan kimseye doğruluğu öğretemeyiz. Mülke aldanamayız, makam bizi esir edemez. Müslümanların maruz kaldığı hayata gözlerimizi kapatma gayreti içerisine girenlere imanın verdiği kararlılık ile dağlar gibi izzetli-heybetli duruşu bu asrın karanlık çehresine haykırmalıyız. Abdullah b. Huzafe, kardeşinin kaynar suya atılmasına veya birazdan kendisinin de atılacak olmasına ağlamıyor; o bambaşka idealleri kuşanmış, küffarın çaresizliğini haykırırken, canının bu yolda feda olmasının ötesinde mana soluğu taşıdığını hissetmeliyiz!
Bizler, küffarın elinde esir olmayan Müslümanlar; İslam öncelikli bir hayat yaşamaya çalışmak gayretkeşliği ve fedakârlığını şu asrın idrakine hayatımızla söylemeliyiz. Ölümü de Müslüman olarak karşılayabilme gayret ve yakarışı içinde olmalıyız.
Müslüman ferasetini ortaya çıkarmalıyız. Olayların arka planı, gerçek yüzü, asıl amacı ve doğru yorumu ancak Müslümanca düşünüp Müslümanca yaşayarak gün yüzüne çıkacaktır. Bizde kirlenmenin temel unsurları sistem kaynaklı ve dünyaya aşırı rağbet (sekülarizm)’in eseridir. Bu noktada “Mü’min Allah’ın nuruyla bakar.” ilkesiyle hareket etmeye başladığımız andan itibaren karmaşık gelenler aşikâr olacaktır.
Müslümanların yolundan onlara sıkıntı veren her şeyi kaldırma tavsiyesi gerek fert gerekse toplum olarak fevkalade ciddiyetle üzerinde durulması gerekli bir hareket ilkemiz olmalıdır.
Bir Müslüman için günü İslam ile yaşamak ya da kulluk pazarında alışveriş yapmak, sadece belirlenmiş ibadetleri yerine getirmekten ibaret değildir. Günlük işlerini iyi bir niyetle ve İslam adabına uygun olarak yapmak, haram-helal sınırlarına dikkat etmek, insanlara imkânları ölçüsünde faydalı olmaya çalışmak, faydalı olamadığı yerde hiç değilse zarar vermemeye dikkat etmek de günü Müslümanca değerlendirmektir. Zira iyi bir niyet, adetleri ibadetleştirir.
Tufeyl İbni Übeyy, kendisiyle birlikte çarşıya çıkmak isteyen büyük sahabe Abdullah İbni Ömer’e; “Sen çarşıda ne yapacaksın? Bir şey satmazsın, bir şey almazsın. Oralarda durup vakit geçirmeyi sevmezsin. En iyisi gel bizimle şurada otur da konuşalım.” der. Abdullah İbni Ömer ona şu cevabı verir; “Biz sırf selam hatırına çarşıya çıkarız, karşılaştığımız insanlara selam veririz.”
Genç Adam; Unutmayasın! Abdullah b. Huzafe senin için örnektir. Biraz sonra ölüme yolcu edilecek olsan da Müslüman olarak hayata veda etmenin önemini hayatının temel gayesi olduğunu bilesin. Bugün gözü yaşlı ümmet senin gözlerinin içine bakarken sen nasıl şeytanın fısıldamasına aldanırsın! Hayatına bir bakar mısın? Bu halimiz bize kurulmuş pusu mudur? İnan ki sen acıya, gözyaşına duyarsız kalamazsın. Mü’min kardeşlerimize reva görülenler senin benim boynumda asılı dururken İslam dışı bir hayat süremeyiz.
Ne mi yapabiliriz? Biraz önce iki ayrı zamanda, çok farklı şartlarda Müslümanca duruşun vesikalarını okudun. Öyle ki her Müslüman, kendi şartları içerisinde neyi nasıl yapacağını düşünür, dert edinirse mutlaka bir yol ve çare bulacaktır.
Delikanlım! Şartlar ne olursa olsun iman ile yaşayıp, iman ile bu dünyadan gidebilmeyi dert edinip düşünmelisin ki Müslümanca yaşayabilesin.