Üst Akıl Deyip Durdukları Büyük Şeytan

Dersimiz siyaset değil, hayat bilgisi. Konumuz ise ‘üst akıl’. Hani şu ‘boyalı basın’ mensupları ile ‘milli ve yerli’ olması arzu edilenlerin dillendirip durdukları ama adını niyeyse netleştirmek istemedikleri, herkesin durduğu yerden yaptığı bakış açısına göre bir isim verdiği gündem maddesi var ya, işte o. Humeyni’nin meşhur yakıştırmasıyla ‘büyük şeytan’. Yöneticiler, üst akıl dedikleri şeyin adını vermemekte -bana göre değil ama- kendilerine göre haklı. Ülkede istenmeyen olaylar yaşandığında veya kötülüklerin üst üste geldiği dönemlerde her badirenin ardından bir o ülkeden, bir diğer ülkeden, şu ya da bu dergi, gazete, uluslararası kurumdan şikâyet etmeye kalksak düşman bildiklerimizden oluşan listede isim kalmayacak gibi.
O yüzden doğrudan isim vermek yerine güya akıllılık yaparak herkesin kendince bir cevap bulacağı kadar genel konuşmak reel politik ve temsilcileri için daha uygun. (Tıpkı 2023 söylemi gibi). Ama üst aklın bilinmediği yerde kim dost kim düşman o da belli olmuyor ve saldırının nereden geleceği bilinemiyor. Hedefi ve saldırı yönünü göremeyince sağlam barikatlar kuramıyoruz. Bu da üst akıl karşısında milletin hareket metoduna zarar veriyor. Bu zararlı bilinmezlikten karlı çıkan yine çobanlar oluyor. Çünkü çoban kime kurt derse halk da onu kurt biliyor.
Dersimiz siyaset değil, hayat bilgisi. Çünkü üst akıl dedikleri kişi(ler) ve yapı(lar) en çok siyaset işi ve esnafıyla meşgul olsa da sadece onlarla ilgilenmiyor. Karşımızda, hayatın her alanında aktif ve otorite olmaya çalışan kimseler var. Bu kimseler paraya para, medyaya medya, iktidarlara iktidar demeyecek kadar varlıklı ve nüfuz sahibi. Onları hafife alan cahilliğini tesciller. Müstekbirleştikleri doğru ama kendilerini ilahlaştırılacak da değiliz. Kadir-i mutlak olan tek isim Allah’tır. Bu bir.
İki. Taha Akyol “Samimiyetle söylüyorum ‘üst akıl’ nedir, bunu anlamaya benim aklım yetmiyor.” dese de merhum Erbakan hocamızdan dinlediklerimizle biz üst akıl dedikleri yapıyı zihnimizde canlandırabiliyoruz. Şöyle ki; günümüz dünyasının politika üreticileri ve hariçten üretilen politikalara yön vericileri bunlar. Üst akıl esnafı iç ve dış siyasetinde etkin olmak istediği ülkelerle ilgili planlar yapıyor ve zamanı gelince bunları tezgâhlıyor. Böylece iktidarları hizaya getirmiş, kendi ajandalarında gizli olan gündem ve menfaatleri uğrunda politikaları uygula(t)mış oluyorlar.
Ahmet Taşgetiren’in ifadesiyle üst akıl bir konsorsiyum ve Amerika orada bir yerde duruyor. Üst akıl söylemleriyle en çok kendisini kast ettiğimizi biliyor. “Ama gene de halen müttefikiz, stratejik ortağız ve sayısız ünlemlerle dostuz!” Taşgetiren, meydanlarda “Ya FETÖ ya Türkiye” diye konuştuğumuz halde ABD ile olan dostluğumuzun sorgulanması gerektiğini hatırlatıyor. Taha Akyol da Batı’yla ilişkileri kast ederek ‘mutlu zamanlar’ dediği Ak Parti’nin ilk yıllarında siyasi terminolojide “üst akıl” diye bir terim olmadığını işaret ediyor.
Adil Hacıömeroğlu, İktidar ve Gülen Hareketi savaşı başladıktan sonra üst akıldan söz edilmeye başlandığını, ılımlı İslamcıların lügatinde “ABD emperyalizmi, Emperyalizm” gibi kavramlar olmadığından FETÖ’nün arkasındaki yapı için üst akıl ifadesini ürettiklerini söylüyor. “Emperyalizm bilinmeden dünyadaki olaylar anlaşılmaz” düşüncesini savunuyor. Orhan Karataş üst akıl için açık adres verilirse üst akıl olmakla itham edilenin kanıt isteyeceğini, inkâr edip tavır alacağını belirtiyor. Bu yüzden üst akıl söyleminin netleştirilmediğini ama -özellikle 15 Temmuz’un ardından- dikkatle bakınca anlaşıldığını söylüyor.
Türker Ertürk üst akıl denilen güç merkezini ‘Kapital-Finans’ olarak tanımlıyor. Bu kapital finans sisteminde Yahudi ailelerin sermayelerini belirleyici konumda görüyor. Dünyayı yönetmek istemeleri sonucunda işledikleri cinayetlerden ve uyguladıkları katliamlardan doğan suçluluk karşısında Evanjelik-Yahudi inancından aldıkları referanslarla kendilerini temize çıkardıklarını söylüyor. İşte bu sisteme ‘üst akıl’ denir diyor. Üst aklın küresel tek bir düzen, küresel tek bir otorite ve küresel tek bir pazar peşinde olduğunu yazıyor. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak için üst düzey elitlerin toplanarak beyin fırtınası yaptıklarını ifade ediyor. İsim vererek Bilderberg Toplantıları’nın bu çalışmaların görünenlerinden biri olduğunu ve çok üst düzey gerçekleştiği yorumunu yapıyor.
Bülent Erandaç da “İşin adresi New York, Londra, Tel Aviv hattıdır.” diyor. CFR’yi, Bilderberg’i, petrol, banka ve silah gruplarının tepesindeki iki aileyi, büyük patronları, küresel bir koalisyonu işaret ediyor. Hüseyin Gülerce ise birilerinin üst aklı yok saymaya çalıştığını belirterek üst akılda “Haçlı zihniyeti”nin hep etkili olduğunu söyleyip üst akıl için ABD, AB, Ermeni ve Yahudi lobileri, İsrail, Rusya, İran gibi isimler veriyor.
Üç. Üst aklın küreselleşmeyi sağlamak, sermaye ve pazar için sınırları kaldırmak, enerji ve hammadde kaynaklarını kontrol etmek, dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri merkezlerinin Doğu’ya kaymasını önlemek yani Asya-Pasifik merkezli bir dünyaya mani olmak gibi ciddi gündemleri de var. Bu gündemler için yapmayacakları şey yok… Ne gibi? 11 Eylül saldırıları, renkli devrimler, Afganistan ve Irak savaşları, Arap Baharı, Suriye’de yaşanan savaş, Ukrayna iç savaşı, Türkiye’deki gelişmeler… gibi.
Buraya kadar yazılanları düşündükten sonra bütün bunların tek bir merkezden nasıl idare edildiği, bunu nasıl başardıkları soruları insanın aklını meşgul ediyor gerçekten. Ancak tek merkez diye bir yer yok. ‘Merkezler’ diye bir durum söz konusu. Çünkü siyaset başta olmak üzere hayatın her alanına yön vermek isteyen ve her insan ve yaş grubuna uygun içerikli sanal gündemler üreten güç odakları artık düvel-i muazzama yani büyük devletler değil.
Şu cümleyi iyi okuyun: Yeni güç merkezleri milliyeti olmayan ve yönetim merkezleri dünyanın her yerinde bulunabilen büyük şirketler, dev tröstler. Türker Ertürk’ün ifadesiyle bu güç 20. yüzyılın hemen öncesinde Batı’da sanayi şirketlerinin ortaya çıkmasıyla başlar. Zaman içinde yaşanan satın almalar, birleşmeler ve tekelleşmelerle dev boyuta ulaşır. Böylece dilerse eldeki devasa sermaye ve küresel çapta etkili uluslararası kuruluşlarla, dilerse de işbirlikçi, maşa kurum ve isimler üzerinden ülkelerin iç işlerine müdahale edebilecek, politikalarına yön verebilecek noktaya ulaşmış olur. Bu iddianın ispatı noktasında delil arayanlar Raif Karadağ’ın ilk çıktığında yasaklı olan eseri Petrol Fırtınası’nı okurlarsa aynı tezi göreceklerdir. Aynı tez merhum Erbakan hocamızın Siyonizm söyleminde de mevcut. Onun dünyayı kimlerin yönettiğiyle ilgili yorumlarını yakından takip edenler için “dünyayı dev tröstler yönetiyor” iddiası yabancısı olmadığımız bir konu.
Bütün bunların ardından çare ne ve nerede duruyor? Feraseti yüksek, şuurlu, vatansever, dostunu ve düşmanını bilmekle kalmayıp iç ve dış siyasette ona göre amel eden, İslam’a bir bütün olarak bakabilen yöneticilerimiz yoksa, bölgesel ittifaklar kuramıyor, varsa içine giremiyorsak yani “kendi aklımızı” başımıza almıyorsak… Vay halimize! Yoksa biz’e her gün 15 Temmuz…