Oğlun Seni Öküz Sanmış

Oğlun Seni Öküz Sanmış

Bir yavrumuzun olacağı müjdesini almak, anne babalar için dünyanın en güzel haberidir. Bu haberi alır almaz, başlar anne baba adayları o minikle ilgili hayaller kurmaya… Hayallerde çabucak büyümüştür minikler, ‘anne’ demiştir, ‘baba’ demiştir. Gülümseten, sevindiren, coşturan hayaller kurulur sürekli olarak. Sonra çocuk dünyaya gelir. Kurulan hayaller daha çok artar.

“Yavrum iyi insan olsun.” Bu cümle hepimizin hayalinin içinde vardır. Onlar için pek çok fedakârlık yaparız sırf iyi insan olsunlar diye… Ama ne demekti iyi insan? İyi insan ne yapardı? Nerede hata yaptık da bu iyi insan olsun istediğimiz yavrularımız birer anne, baba katili, hırsız, sarhoş daha neler neler olarak karşımıza çıktılar. Acaba çocuklar mı suçluydu yoksa biz anne babalar mı?

“Yavrum, işlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa da, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif’tir, haberdar’dır. Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret; doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseyi hiç şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini de kıs! Seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.”

Lokman Suresi’nde geçen bu öğütleri görüp okuyunca bizim de çocuklarımıza verdiğimiz nasihatler gelmeli bir bir gözümün önüne. Çocuklarımıza vereceğimiz en önemli değerleri verebildik mi acaba? Ya çok yoğunduk ya da bizim önceliklerimiz kariyer, para vs. idi.

Hâlbuki Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur ki “Bir babanın evlatlarına bırakabileceği en değerli miras edeptir.” Bu konuyu en iyi açıklayan ve çoğumuzun bildiği bir hikâye konumuza örnek teşkil etmektedir:

Bir gün bir köylü ihtiyar gelip, kaza müftüsü olan hoca efendiye oğlunu şikâyet eder:

“Muhterem hocam, dün oğlum beni tarlada dövdü. Öküzleri kovaladığımız üvendire ile vurdu. Çok canım yandı, çok ağladım. Ben bunun için mi evlat büyüttüm, ben şimdi ne yapacağım bu ihtiyar halimle? Bugün koşup sana geldim. Bana bir yol göster, bana bir akıl ver. Hocam ne yapacağımı şaşırdım, yalvarıyorum sana, bana bir yardımda bulun.”

Müftü efendi de “Fesubhanallah! Bir evlat, babaya nasıl el kaldırır ve onu döver! Peki, sen oğluna dinini öğrettin mi? Ana babanın hakkının büyüklüğünü oğluna anlatmadın mı? Küçükken ahlâk, terbiye dersleri vermedin mi? der.

Köylü “Kıymetli hocam! Köy halini biliyorsunuz, bu sizin malumunuz, öğretemedim. Köy yerinde iş var güç var, hayvanlar güdülmek ister, çift var, odun var. Bunlar hep yapılması gereken işler.”

Müftü efendi, gözü yaşlı ihtiyara “O halde ihtiyar köylü baba! Oğlunun kusuruna bakma, o seni çift sürdüğü öküzleri zannetmiştir. Çünkü oğlunun yanında seninle, öküzleri arasında bir fark yoktur. Oğluna baba kıymeti öğretmemişsin. O öküzlere vuruyorum diye sana vurmuş. Yoksa bir evlat babaya el kaldıramaz.” diyerek köylünün oğluna karşı babalık vazifesini yapmadığını veya eksik yaptığını anlatmıştır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.