Başkalarının Hedefleriyle Başlıyor Hayatımız Başkalarının Düşünceleriyle Değil

Tatil kaçamaklarıyla, sıra dışı evlenme teklifleriyle, taşlı yüzüklerle, sürpriz balayı programlarıyla süslendi ekranlar. Sevimli ev köpekleri, patlatılan şampanyalar, şen kahkahalar, makro güzel kızlar ve mega yakışıklı erkeklerle özetlenir oldu aşk.
Cemal Süreya’nın “Dünya’ya bir kere geldik. Ye, iç, oyna.” şarkısı arka fonda. Bir yan bakışa küsen manken -esas kız-, kendini affettirmek için mağdurenin adını dağlara yazdıran manken -esas oğlan- sanki ikisinden başka kimsenin olmadığı ayrı bir dünyada yaşamakta. Nasıl ki yemek programındaki tarifleri uyguladığımızda televizyonda göründüğü gibi göz kamaştırmıyorsa bu aşk tarifleri de gerçek hayatta istenilen sonucu vermiyor. Olsun izlemeye, destek olmaya devam…
Fakir, mutsuz, çamurlu sokaklar dizilerin ilk bölüm rutinidir. Buralar kahramanımızın layık olmadığı hemen uzaklaşması gereken muhitlerdir. Zaten bir iki bölümün ardından güzellik merkezleri ve avmler dizilerin çekim alanıdır. Böylece külkedisinden sindirella çıkarılır. ‘Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır.’ klişesi beyinlere kazınır. Kahramanımız en sonunda layık olduğu müreffeh hayata kavuşur ve geçmişteki kayıp, fakir yılların intikamı müsebbiplerinden itinayla alır.
Ölülere verilmiş olsaydı kalem
Bir başka yazılırdı -Yaşamak –
Biz sessiz çoğunluk… Ekranlardaki kadınlar güzelleştikçe sanki çirkinleşiriz de güzellik salonlarına koşarız. Başrol oyuncuları envaı çeşit yemekle doydukça biz acıkırız ve kendimize lokantalardan siparişler yağdırırız. Dizi oyuncuları sıfır bedenleriyle her saat farklı bir kıyafetle arzı endam ettikçe biz kendimize hiçbir şey yakıştıramayız. Aynalar düşmanımız olur da önce diyetisyenlerden sonra modacılardan randevu koparmaya çalışırız. Kliplerde kullanılan dili duydukça bizdeki kelimeler kalabalıklaşır da zihnimizden her gün başka bir kelimeyi ‘Kullanılmayan Sözcükler’ mezarlığına uğurlarız.
“Öyle bir zaman gelecek ki, ailenin felaketini çocuklar hazırlayacak. İhtiyaç olmayan şeyleri ihtiyaç zannedip ihtiyaçları çoğaltacaklar, bunları karşılamaya gücü yetmeyen baba harama kendini mecbur sanacak.” Hadis-i Şerif
‘Kapitalizmin nasıl tek dişi kalmış bir canavar’ olduğunu anlatıyor öğrencilerine İmam Hatip Lisesi’nin gözü pek öğretmeni. Bazen ayetlerle, hadislerle de destekliyor söylemini. Sonra üniversite tercihleri konusunda yol göstermek istiyor talebelerine ve “Sakın! Tercihlerinizi bilinçsiz yapmayın.” diyor. Ve ekliyor “Devletin neye ihtiyacı varsa o bölümü seçin. Formasyon alamayan, ataması olmayan yerleri boş verin. Hayatın ucuz olduğu şehirleri tercih edin. ‘İdealim var’ diye zor bölüm seçip sonra tanıdığım birçokları gibi azıcık maaşa fit olmayın. Akıllı olun. Bakın bana.” Sonra başlıyor evinden, arabasından, gittiği tatil bölgesinden, çocuklarının okuduğu çok kaliteli okullardan, garanti altına alınmış geleceklerden anlatmaya. Günde beş defa ‘Yalnız sana kulluk ederiz.’ diyen insanın gözleri ‘para’ diye bakıyor. Günde beş defa Allah’a secde eden hoca yeter ki ‘devlete kapağı atın’ diyor.
Arafat’ta -duaların red olunmadığı o mekânda- diyanet görevlisinin ‘Bolluk ver, bereket ver, borçlarımı eda için maddiyat ver.’ dediğinde rekor kırıyor ‘Âmin!’ sesleri. ‘Önce ekonomi’ diyor Türkiye’nin lideri. ‘Kalkınacağız. Fabrikalar kuracak ve dünyaya kafa tutacağız.’ Fakir günlerden bu güne geliş hikâyesi coşturuyor kalabalığı. Alkışlarla yer yerinden oynuyor.
‘Bir kermes düzenlemeliyiz.’ diyor sohbet ablası. ‘Sonra o elde ettiğimiz gelirle daha büyük bir kermes düzenlemeliyiz. Sonra… El âleme kim olduğumuzu göstermeliyiz.’
Kızı Harward’a kabul edildiği için bayram yapıyor bir Müslüman tarihçi. Kim bilir, belki kızının tarihi yeniden yazacağını zannediyor.
Evrensel değerler ağzından düşmüyor. ‘İnsan hakları, demokrasi’ diyor başka bir şey demiyor. ‘Şimdi bu fetvanın sırası mıydı?’ diye ekliyor batıyla uyuşmayan hükümler gündeme geldiğinde. ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmalıyız. Allah nimetini üzerimizde görmek ister. Savaşta hile caiz, şu an savaşta sayılırız.’ diye yol çiziyor bir ilahiyatçı.
‘Peygamberimiz de bir insandı, abartılı sevmenin anlamı yok. Protestanlara bakın. Allah’la aradaki aracıyı kaldırdılar ve İncil’i anadilde okudular. Hristiyanlığı hurafelerden arındırdılar da dünyaya hükmediyorlar. Biz de onlar gibi Kuran’ı yeniden yorumlamalıyız ki kalkınalım. Osmanlı’nın yaptığı hatayı yapmayalım.’ diyor köşe yazarının İslamcısı.
Sahi bizi bu hale medya mı getirdi? Ahlakımızı bozan diziler mi? Materyalist eğitim sistemi mi bizi böyle şekillendirdi?
Bir şeye yaşantı yoluyla açık olmayanlar o şeyi duyabilir mi? Gerçekten var olanı yok olanlar yerinden nasıl kımıldatabilir ki? İslam’ı yanlış anlayanın, cehennem korkusuyla İslam’a sarılanın, İslam’ı hedefleri için araç yapanın popüler kültürden, popüler gündemden etkilenmemesinin imkânı var mı?
Para, sermaye, bina çoğalsın diye sistematize edilen Müslüman bilinçler. Yeşil pop, yeşil sermaye, yeşil tatil, yeşil parti, yeşil moda ile yeşil kapitalizmi benimseyen kalpler prensiplerinin başına tekrar Allah rızasını koyabilir mi?
‘Yaz günü temmuzda, sen terle ben sileyim.
Gün gördüm günler gördüm, seni gördüm şad oldum.’ diyor bir türkümüz.
Türkünün sahibi ‘kahrolsun kapitalizm’ demiyor ama bu türküde kapitalizm kendine yer de bulamıyor. Diziler, filmler, moda, para ilk defa bu türküde skor kaybediyor. İslam’a; Kuran İslamcılarıyla, meal sevdalılarıyla değil bu türkü ile dönülecek. Bu kadar tüketime rağmen İsrail kahrolmuyor, Viyana fetholmuyor…
Nihayetinde Müslüman özüne, benliğine dönecek, dünyayı güzelleştirmek için dünyada olduğunu hatırlayacak. ‘Sen kokunu sür ben de seni daha çok seveyim.’ diyerek hep alacaklı gibi davranan hep isteyen modern zihinle ‘Seni gördüm şad oldum.’ diyerek hayatı bir borçlu gibi eda eden, vermeyi seven zihniyet arasındaki farkı farkeden Müslüman dünyaya bedel olacak. Ve artık gelsin diziler gitsin reklamlar fark etmiyor.