Amaç İnsanı Yaşatmak

Düğüm çözülmek içindir. Çözülmeyen düğüm, amaç düğüm oluşturmaksa atılabilir. Ama çözülmeyen düğüm de yoktur. “Hırt Düğüm” de “Kırk düğüm” de çözülür.
İleri denilen ülkeler, “geri, gelişmemiş, az gelişmiş” gibi adları verdikleri ülkelerin, problem içinde bunalmalarını izlerler. Kendi iç problemleriyle uğraşırken, “dışardan bana ne yapılıyor?” sorusunu soramazlar. Hiç bir şeyi sorgulayamazlar. Oluşturulan probleme odaklanırlar. Bu da, dışarının ya da güç odaklarının (siyasi ya da ekonomik) işlerini kolaylaştırır.
Bu sebeple iç problemleriyle uğraşan millet ya da devletlerin ilk önce ileri denilen ülkelerin yaftasından kurtulması “geri, gelişmemiş, az gelişmiş” gibi sıfatlardan hızla sıyrılması güçlü konuma gelmesi gerekir. Bu ise acımasız dünya düzeninde çok zordur. Çünkü kapitalizmin temsilcisi ülkeler palazlanma iç problemleri halletme durumunda olan millet ya da devletlerin başına yeni gaileler açmak da gecikmezler.
Osmanlı saray başpehlivanı Kel Aliço’nun taktiğini uygularlar. Rivayetlere göre Kel Aliço düzenlenen yağlı güreş müsabakalarına seyirci veya organizatör olarak katılırmış. Bu müsabakalarda ileride kendine rakip olabilecek kabiliyetli pehlivanları tesbit eder ve onunla kendisi güreşirmiş. Güreş esnasında da o genç yeteneği sakatlarmış. Böylece kendi başpehlivanlığı da tehlikeye girmezmiş.
Sömürgen güçlü devletler de rakip olma potansiyeli beliren yetenekleri başları ezilmesi gereken yılan olarak görür ve ezerler. Çünkü Batı uygarlığında namı diğer kapitalizmde acıma yoktur.
Şimdi ülkemizin birçok problemi var. Ama bunlardan en önemlisin “çözüm süreci” olduğu malumdur. Seçim döneminde en fazla vurgulanan hususlardan biridir. Çünkü bu terör, bu Kürt düğümü çözülmemek üzere atılmış gibi. Emperyalizm çıkmak zorunda kaldığı her yere kalıcı virüsler, kanser tümörü gibi yayılacak urlar bırakmaktadır. Tedavisi mümkün olmayan bu hastalıkların tedavisini hasta denilen insanlar başkalarına bırakmamalı, kendileri çözmelidir.
Binlerce çocuk, kadın, genç, ihtiyar, asker, polis, niyetleri çok güzel olsa da bu savaşta ölmüşlerdir. Her evden bir PKK’lı her evden bir güvenlik görevlisi ölsün ki “kuyruk acıları”, “evlat acıları” oluşsun. Ateş düştüğü yeri yakar ama her yere de yayılır. İstenen de yayılması, düşmanlık ateşinin körüklenmesi. Ailelerde yeni ateşler düşmemesi için çözüm şarttır. Yunus der ki;
Şu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi
Akif der ki;
Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den,
Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken,
Kalb-i pâkinde duyarmış o musîbetten acı?
Sizden elbette olur rûh-i Nebî da’vâcı.
Bir insan çok zor yetişiyor. Hele günümüzde insan yetiştirmek çok daha zor. Kapalı mekanlar yerini global mekanlara devretti. Çocuğunuz fiziken sizinle ama ruhen, fikren başka yerlerde olabiliyor. İslam karşıtı her şey çok cazip. Koro veya solo halinde şerre çağıran şeytan ve askerleri. Ekonomik, kültürel, stratejik, sosyal yönlerden bir ebeveynin çocuğunu yetiştirmesi çok zorlaştı. Genç de öyle. Tüm dış etkilere rağmen yetişen bir delikanlının amacı belirsiz serseri kurşunlarla, bombalarla ölmesi, sakat kalması, ne demek düşünmeliyiz. 20 yaşındaki bir fidanın devrilmesini, ümitlerin sönmesini o ailenin dramını anlamamız şart. Bunun için çözmeliyiz terör meselesini. Kaybedilenlerle yetinerek, yeni kayıplara yol açmadan çözmeliyiz.
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir;
Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;
Zulmün iyisi yoktur. Zalim de öyledir. Zalimin ve zulmün dini, milleti, fikri olmaz. Zalimdir zalimdir. Senin benim zalimim iyidir olmaz.
ülkede on yıllardır zulüm var. Her görüş, inanış, etnik kökenden kişilere zulüm yapılmıştır. İşkence edilmiştir. Kimsenin kimliğine, yaşına, fiziğine bakılmadan yapılmıştır bu işler. Diyarbakır kadar Mamak, Ulucanlar kadar başka mahpushaneler de hatırlanmalıdır.
Zulmün adresi sorulmaz. Sakalı, örtüyü, inancı, ibadeti, toplantıyı, zikri, Kur’anı yasaklayan sınırlayan “benim istediğim kadar özgürsün, ne getirirsek biz getiririz siz de onunla yetinirsiniz” anlayışı memlekette hâkim bir devlet anlayışı değil miydi?
Ama şimdi iş değişti. Demem o ki şimdi devletle millet barıştı. Millet İslami anlamda olmasa da iktidarı epeydir yakaladı. Devlet kendiyle, geçmişiyle yüzleşmeye başladı.
Konuşan, dinleyen, tartışan, kabul ve retleri olan ama kendisiyle ve başkalarıyla barışık bireyler, bu bireylerin oluşturduğu toplumun “siyasi kutuplaşma” yalan teraneleriyle yok edilmek istenmesi söz konusu. Buna müsaade edilmemeli.
Kutuplaşma halkta değil, yukarılarda, basında körükleniyor. Yoksa biz bir aradayız. Kimi kiminle savaşıyor bunun tespiti yapılıp, çözülmeli. Genelleştirilmemeli. Siyasi ayrılıklar, seçmen tercih farklılıkları kutuplaşma gibi lanse ediliyor. Şu an da siyasi tercihlerin dışında bir ayrışmanın olmaması birilerini rahatsız ediyor. Zoraki ayrılıklar oluşturulmak isteniyor. Kürt Türk zorlamasının yanına Alevilerin de katılmak istenmesi bir projedir. Bu projeye kandan beslenenlerin destek vermesi de çok normaldir.
Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam,
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Bütün uğraşlara rağmen ayrılık tohumlarının göğermediği bu toprakların hakiki sahipleri şühedanın torunları bu hesapları hep bozdu yine bozacaktır. Milllet olarak özgüvenimizi kaybetmemeliyiz. Osmanlı gibi bir ecdadın torunu olmak kolay mı?
Değil mi cenge koşan Çerkes’in, Lâz’ın, Türk’ün,
Arab’la, Kürd ile bâkîdir ittihâdı bugün;