İnanıyoruz Üstünüz

İnanıyoruz Üstünüz

Yıl 1910, bütün dünyada bir kargaşa var. Özellikle İslam âlemi üzerinde sıkıntılar yoğunlaşmış. Bediüzzaman, Tiflis’te bir Rus polisinin “Ne yapıyorsun?” sorusu üzerine: “Bitlis’e yapacağım medresenin planını yapıyorum.” der. Rus polisi hayretle “Burası Tiflis, kaldı ki İslam âlemi parça parça ve esaret altında.” der. Bediüzzaman şöyle cevap verir: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan (o zamanlar Pakistan’la içiçie idi.) İslam’ın müstaid (kabiliyetli) bir veledidir; İngiliz mektebi idadisinde (lisesinde) çalışıyor. Mısır, İslam’ın zeki bir mahdumudur. İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslam’ın iki bahadır oğullarıdır: Rus mekteb-i harbiyesinde (harb okulunda) talim ediyorlar.” İla ahir… “Yahu şu asilzade evlad, şahadetnamelerini (diplomalarını) aldıktan sonra, her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem adil pederleri olan İslamiyet’in bayrağını istikbal ufuklarında dalgalandırmakla kader-i ezelinin nazarında feleğin inadına, nev’i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilan edecektir.”

Bundan yüz yıl önce şüphesiz ki şartlar çok daha zordu. Bugünler ise o zamana kıyasla imkânların fazlalığı ve iletişimin kolaylığını da düşünerek şükrün ifası noktasında zorda olduğumuz günlerdir. Çok kısa bir zamanda kıtalar arası yolculuk yapılabiliyorsa, diğer kıtadaki komşumuz olan Müslüman’ın derdiyle dertlenmek ve derdine çare olabilmek ne büyük bir saadet ve imkân genişliğidir. Bu imkânların hakkı verilemezse asıl o zaman korkmalıyız. Eldeki imkânlar miktarınca sorumluyuz çünkü. Bu imkânlardan sorulacağız. Verilen nimetlerden… Hal böyleyken karanlığın şiddetinden şikâyet etmek değil, ışık olamadığımızdan kendi nefsimizi levmetmek (kınamak) icap eder. Nasıl ki lamba yanınca karanlığın tamamı kayboluyorsa, yanmadığı zaman da karanlık daha şiddetli görünüyor. Çözüm, karanlığı yok etmeye çalışmak değil, çözüm sadece ışık olmaktadır, ışık yakmaktadır. Herkes bulunduğu yerde ışığını yaktığında şüphesiz ki ortada ne karanlık ne de karanlığın eseri kalacaktır.

Bugün Ortadoğu’da yaşananlar ışığın habercisidir. Bütün mazlumlar iç ışıklarını yakmışlar, zalimlerin zulüm karanlığını ışıklarıyla aydınlatmaktan başka bir şeyin telaşında değiller. Hiçbir zulüm baki kalamaz. Ortadoğu, kan ve gözyaşıyla sulanmaya devam edemez. Dünyanın enerji merkezi olması sebebiyledir ki bütün zalimlerin iştahını kabartıyor. Fakat zalimler ümmet-i Muhammed’in ölümden korkmadığını gördüler. Dünyevileşme sıkıntısı birçok Müslüman’ın üstesinden gelmeye başladığı bir hastalığa dönüşüyor. Suriye’de Der’a’lı bir genç, bir Arap televizyonunda şu sözleri söylüyor: “Dört gündür sokaklarda, meydanlarda içimizden geldiği gibi haykırıyoruz. Hayatımda ilk defa korku duvarını aştım ve özgürlüğü iliklerime kadar hissettim. Bu hissi o kadar sevdim ki, artık ondan vazgeçemem. Ölüm pahasına da olsa özgür kalacağım.!” Ölümden korkmayandan bütün zalimler korksa kendileri için çok iyi olur.

“Hayatı müsvedde yaşamayın, çünkü temize çekecek vaktiniz olmayabilir.” diyor Üstad Necip Fazıl. Şüphesiz ki hayat öylesine yaşanacak kadar uzun değil. Kabiliyetlerimizi de müsvedde bir hayat yaşıyormuşçasına heba edemeyiz. Şüphesiz plansız programsız yaşamak da bu kabildendir. Dünyadaki bazı hadiseler bizi müsvedde yaşamaya sevk etse de bunun bir psikolojik strateji olduğunun farkına varmalıdır. Programsız bir ömür, bize verilen emanet niteliğindeki hayata da zulüm olacaktır.

Önemli saydığımız bir hadiseyi paylaşmak isterim. Şöyle ki: Yazın kavurucu sıcaklarında Afrika ortalarında bir gölde sular çekiliyordu. Suların çekilmesiyle birlikte gölde yaşayan bazı balıklar, karada kalıyor ve karınca gibi bir kısım böcekler tarafından avlanıyordu. Aradan zaman geçiyor, yağmur mevsimiyle birlikte göl suları bereketleniyor, çevresinde kendisini besleyen derelerin de etkisiyle sular iyiden iyiye yükseliyor, göl taşıyordu. Bu sırada yaz sıcaklarında kıyıya vuran balıkları yiyerek beslenen böceklerin yuvaları da sular altında kalmıştı. Gölde yaşayan balıklar, bu küçücük yuvalardan çıkan karıncaları yiyor ve güçleniyordu. Devir bu şekilde çevriliyor ve dünya dönmeye devam ediyordu. Hiçbir gecenin sonsuza kadar devam edemeyeceği gibi.

Büyük âlim ve mücahid Ömer Muhtar: “İnsanın belini kırmayan darbeler onu güçlendirir.” diyor. Belimizi kırmayan bütün darbeler aslında bizi güçlendiriyor.

Bazen gece uzun sürüyor gibi gelebilir. Zaman izafidir. Tünelin sonundaki ışığı görmek istemeyenler, sürekli bir biçimde gözlerini kapatanlardır. Asla unutmamalıdır ki hakikatin ışığı karşısında gözlerini kapatanlar, karanlıkta kalacaktır. Gözlerini açık tutanlar ışığı görebiliyor.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.