Ayetleri Hükümsüz Bırakmak

“Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk’ın huzuruna azab içinde getirileceklerdir.” (Sebe, 38)
Tarih boyunca hakkın ve hakikatin karşısında olan zalimler eksik olmamıştır. Her Âdem’in bir İblis’i, her Musa’nın bir Firavun’u, her İbrahim’in bir Nemrud’u ve her Muhammed’in binlerce Ebu Cehil’i olmuştur.
Allah’ın dininin düşmanları bitmemiştir. Dün İsfendiyar’ın masallarını Allah’ın kitabının benzeri diye okuyanlar bugün “klasikler okunmalı, roman okunmalı, hikâye, biyografi, macera okunmalı. Bu yaşlarda dini kitaplar okunmaz. Sen daha gençsin. Kur’an okumak sana çok ağır gelir, ilk etapta sana lazım olan ders kitaplarını, kişisel gelişim ve kolay para kazanma yollarını anlatan kitaplar okumalısın, kendini geliştirmelisin.” diyen, imanı ve inancı öteleyen ikinci, üçüncü hatta belki de ihtiyaç sıralamasında beşinciye koyan, sonra da eğitimin yeterli olmadığı, ahlakın yozlaştığı kendi zamanlarında böyle olmadığını söyleyen, hayatı kendisinin bozduğunun farkında olmayan sözüm ona Müslüman aydın eğitimcilerle karşı karşıyayız.
Üzülerek müşahede etmekteyiz ki; maalesef bu tavsiyelerde bulunanlar Allah’ın ayetlerini genç beyinlerin algılamasından uzaklaştırdıklarının farkında değiller. Bu öğretmenlerin de öğretmeni “Öğretmen olarak gönderildim.” buyuran efendimiz değildir. Medya patronları günümüz dünyasının gerçek öğretmenleri oldular. Ülkeleri gelişmişliklerine göre sınıflandırdılar. Kalemlerini ellerindeki radyo televizyon, internet, sosyal medya vs. çağdaş tabiri ile iletişim vasıtalarından seçtiler. Zavallı halkları da kötü emellerinin öğrencileri yaptılar. Okuryazarlık artık medya okuryazarlığı oldu.
Medyanın sahte öğretmenleri de kundaktaki bebekten itibaren sihir, büyü ve şiddet dolu çizgi filmlerle yetiştirdikleri gençleri cinsellik ve moda bataklılarında tükettiler. Ailesine ve toplumuna yabancı, dininden ve inancından uzak, geçmişinden kopuk, geleceğine bir türlü bağlanamayan ara bir nesil olarak yetiştirdiler. Bugün kendisini inançlı sayan büyük kitleler, inandıkları Rablerini ne kadar tanıyorlar ve inandıkları gibi hayat sürebiliyorlar? Her türlü yönlendirmeye açık olan bu ara neslin üzerine titremesi gereken din kaynaklı resmi kurum ve kuruluşlar ile bazı sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri de maalesef onların bu vurdumduymaz biraz da ihmalkâr hallerini istismar ederek onların üzerindeki Allah’ın ayetlerinin etkilerini azalttılar ya da hükümsüz kıldılar.
Tarih, Firavun’un azat bilmez köleleri gibi güç ve iktidar karşısında tapınırcasına ona boyun eğen zavallılarla doludur. “İngilizce dünya dili oldu, mutlaka öğrenmeliyiz” diyen Müslüman ahiret dili olan Kur’an’ı anlamaya ne kadar zaman harcıyor? Her konuşmasında Kur’an’ın yüce bir kitap olduğunu ve mutlak doğruları anlattığını söyleyen, insanlığın kurtuluşunun Allah’ın kitabına sarılmakta olduğunu anlatan ama Kur’an’ın mealini dahi okumamış, belki Kur’an okumasını dahi bilmeyen bu kişi söylediklerinde ne kadar tutarlıdır? Ve ne kadar samimidir?
Gözümüzü açıp etrafımızdaki Kur’an düşmanlarını mutlaka görmeliyiz. Peygamberimiz aleyhisselam’ın uygulamalarını çağdışı sayıp “Dünya çocuklarını böyle eğitiyor, çağdaş eğitim modeli önemlidir, dünyaya entegre olmalıyız.” diyenlere inanıp, araştırmadan onlara uyup, kör ve sağır numarası yapıp maymun gibi taklitçi mi olmalıyız? Eğitim sistemleri önemlidir ancak en önemli olan o eğitimin yetiştirdiği eğitilmiş dediğimiz kişilerin durumlarıdır. Onlar içinden çıktığı toplumunun inancına, ahlakına, örf ve âdetine uygun mu yetişmiş yoksa ahlaktan ve maneviyattan yoksun kişiler mi olmuşlar? İyi tahlil edilmelidir.
Efendimiz “Hayâ imandandır.” buyurarak mü’minin hayâsız olmayacağına işaret ediyor. O zaman sormalı değil mi? Bu kadar hayâsızı kim yetiştirdi? Peygamberî eğitim mi aldılar da böyle oldular? Cevap “hayır” ise o zaman asrısaadette Efendimize önce iman edip kendine imanın esasları ve doğruların bilgisi geldikten sonra heva ve heveslerine uyup hayatını bedbaht eden hain kişinin hayatından ibret almalıdır.
Efendimiz zamanında Ukbe b. Ebî Muayt isimli biri vardı. Hz. Peygamber aleyhisselam’ın toplantılarına çokça gelirdi. Bir gün Efendimizi ziyafete davet etti ve Peygamberimiz de kelime-i şahadeti söylemeden, onun yemeğini yemeyeceğini ifade etti. Ukbe de kelime-i şahadeti getirdi. Übey b. Halef, Ukbe’nin yakın arkadaşıydı. Olanları duyunca onu azarlamış ve “Eğer sen onun ensesine vurup yüzüne tükürmezsen seni affetmeyeceğim.” demişti. Şeytanı dost edinen Ukbe de Kâbe’de karşılaştığı Peygamber aleyhisselam’a secdede iken kötü fiilleri işledi. Bunun üzerine de; “O gün ahiret gününde zalim kimse ellerini ısıracak ‘Eyvah!’ diyecek; ‘Keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kur’an bana gelmişken O, hakikaten beni Kur’an’dan saptırdı.’ Şeytan insanı uçuruma sürükleyip sonra yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.” (Furkan, 27-29) ayetleri nazil oldu.
Bu şeytanlar, peygamberin meclisinden adam alıp cehenneme sürüklerler. Şimdi herkes kiminle dost olduğuna bir kez daha baksın. Biz neden asrısaadette dünyaya gelmedik yahut peygamberlerin çağında dünyaya gelmedik diyenler mallarını, mülklerini, zamanlarını … velhasıl nelerini ne kadar Allah yoluna ve onun peygamberinin işaret buyurduğu yerlere sarf edebiliyor? Ve ne kadarını çıkarları için harcayabiliyor?
Rabbimiz hayatın hiçbir bölümünü boş bırakmamıştır. Yaş ve kuru ne varsa hepsini Kur’an da zikretmiştir. Hüküm koymuş, nasihat etmiş, geçmiş milletlerden örnekler vermiştir. Her şeye bir nizam ve adap koymuştur. Kimlerle evlenileceğinden çocuğun ne kadar süre emzirileceğine kadar; boşanma hukuk ve adabından çocuk eğitimine, kişisel hak ve özgürlüklerden toplumsal ödevlere kadar her şeyi bir hükme bağlamıştır. Halkı kendine çağırıp Müslüman gençleri İslam fıtratından uzaklaştırmaya çalışanlar, faiz, alkol, hayâsızca müzik, dans ve edepsiz eğlenceler vs. ile Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakmaya çalışan salyalı kuduzlar elbette dünyada Allah’ın hükmünü boşa çıkaramayacak ve başarılı olamayacaklar. Kıyamet gününde de yüce divana tutuklu olarak getirilecekler.
Allah bu fitne ortamlarında kavrulan İslam ümmetini ve milletimizi korusun. “İnanan erkek ve kadınları fitneye düşürüp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yanık azabı vardır.” (Buruc, 10) Ayetinde ferman buyrulduğu gibi zalimler, onların yardakçıları, uşakları, şakşakçıları ve şeytanın yoldaşları da cezalarını mutlaka bulacaklar.