BAŞYAZI-Çerçöp Müslümanlar Döneminde miyiz?/Nureddin Soyak

BAŞYAZI-Çerçöp Müslümanlar Döneminde miyiz?/Nureddin Soyak

Âdem aleyhisselamdan beri insanlar arasındaki ihtilaflar, kavgalar çekişmeler hiç bitmemiş, bitmiyor da. İnsanlar arasında farklı düşüncelerin, farklı yorumların olması normaldir. Fakat Allah’ı bir, peygamberi bir, kitabı bir, insanların; inançları, ibadetleri, davaları konusunda birlik olamamaları, birlikte hareket edememeleri, birbirini sevememeleri hatta birbirinin malına, canına kasteder duruma gelebilmelerinin izahı mümkün müdür?

Gerçekten Allah’ı bir bilip tanıyan, peygamberi bir bilip örnek alan, kitabı bir bilip okuyup anlayan insanlar arasında bu yaşananlar, yaşanamaz, yaşanmamalıdır. Demek ki Müslümanların bunlarla olan bağları zayıf. Bu bağlar öyle bir bağ ki bu bağlarla hakikatte birbirine bağlananlar, bir vücudun azaları gibi uyumlu ve bir bütün, bir binanın tuğlaları gibi birbirine kenetli olur. Bu bağlar zarar görmediği müddetçe asla birbirine zarar veremez, birbirinin canına, malına kastedemezler.

Rabbimiz buyurdu ki: “O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın!” (Âl-i İmrân, 103)

Dünyanın dört bir tarafında Müslümanların birbirine reva gördüğü zulümlere, haksızlıklara bir bakın. Bunlara, niye böyle yapıyorsunuz, diye sorulduğunda hepsinin söylediği, bu ortak değerler adına bunları yapıyoruz oluyor. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz savaş esnasında kelime-i şehadet getireni öldürenden bile hesap sormuş ise dini benim anladığım gibi anlamıyor, benim yaşadığım gibi yaşamıyor, benim tabi olduklarıma tabi olmuyor diye, birbirlerine zarar veren, birbirlerine karşı düşmanlarla iş birliği yapanlar, birbirini katleden Müslümanlar bunun hesabını Rablerine nasıl verecekler?

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünneti.” (Muvatta)

Müslümanlar, Allah yolunda cihad etmek istiyor ve bunda da samimi iseler katilinin de maktulünün de akıbetlerinin şüpheli olduğu bu savaşları bırakıp, hep beraber, masum Müslümanların katili zorba yahudilere ve onların işbirlikçilerine karşı cihad etmeliler. Tabii çoğu Müslümanlar, bu düşmanları gözlerinde büyüttükleri ve iman zafiyeti yaşadıkları için bu düşmana karşı duramayacaklarını düşündüklerinden böyle bir cihada cesaret edemiyorlar. Güçleri birbirine yetiyor. Halbuki Allah yolundaki böyle bir cihadın atanı Allah, vuranı Allah, öldüreni de Allah’tır. Müslümanlar arasındaki savaşların başlatanı, atanı da attıranı da nefislerdir, şeytanlardır, insan şeytanlarıdır. Rabbimiz, Müslümanların birbiri ile savaşına asla razı değildir. Şeytanın başlattığı savaşların askeri olmak Müslümanlara yakışmaz.

Rabbimiz buyurdu ki: “Allah’a ve Resulüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 46)

Müslümanların birbirleri ile savaşı bazı istisnai durumlar hariç asla caiz değildir.

Bunu, Allah ve Resulü yasaklamıştır.

Rabbimiz buyurdu ki: “Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir.”(Nisa, 92)

“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir.” (Nisa, 93)

Dünyanın dört bir tarafında Müslümanlar birbirleriyle uğraşıyorlar. Allah aşkına Müslümanların davaları ne? Mücadeleleri niçin? Kimin için, kime karşı mücadele ediyorlar? Allah aşkına Müslümanların birbiriyle savaşından kimler kazanıyor? Madden ve manen dinsizler, hristiyanlar, yahudiler kazanıyor. Onların silah şirketleri kazanıyor. Müslümanların yer altı, yer üstü zenginlikleri onların ellerine geçiyor. Bazı cahil Müslümanlar da birbirini katlederek cihad ettiklerini zannediyorlar. Birbirine kanlı bıçaklı düşman olan yahudi ve hristiyanlar, söz konusu Müslümanlar olunca nasıl birleşip birbirine arka çıkıyorlar da aynı davanın müntesibi olduğunu iddia eden Müslümanlar, Allah düşmanlarına, peygamber düşmanlarına, Müslüman düşmanlarına karşı birleşemiyorlar.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki: “Benim ümmetim dalalet üzerinde toplanmaz (birleşmez). Bu itibarla siz (ümmetim arasında) bir ihtilaf gördüğünüz zaman büyük Müslüman topluluğundan ayrılmayınız.” (İbn Mace)

Ümmete sahip lazım. Sahibimiz Allah fakat birbirimize sahip olmamızı istiyor. Birbirimize sahip çıkmazsak Rabbimiz de bize sahip çıkmaz. Sahipsiz ümmetin hali ortada, dünyanın dört bir tarafında perme perişan. Sahipsiz ümmet, birbirine sahip çıkmayan ümmet, parçalanmaya, bölünmeye, zulümlere maruz kalmaya mahkûmdur.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.”

Birisi: “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu.

Yine bir adam: “Vehn nedir ya Resulullah?” diye sorunca, Efendimiz şöyle buyurdu: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir.” (Ebu Davud)

Yoksa Rabbimizin kitab-ı keriminde korkaklıklarını tescil ettiği üç buçuk yahudinin cesareti(!) nereden gelmektedir? Tüm Müslümanlara kafa tutmasının aslı esası nedir?

Hz. Halid, İslam ordusunu küçümseyen, zırhlar içindeki Kisra’nın komutanına: “Size öyle bir orduyla geldim ki sizin hayatı sevdiğiniz kadar onlar ölümü severler.” demişti.

Bugün bu anlayışın temsilcileri Gazzeli kardeşlerimizdir. Rabbim tüm Müslümanlara bu şuuru ihsan etsin.

Hata ve kusurlarıyla, ümmetin son hamisi olan Osmanlı’nın yerli ve yabancı küfür ittifakıyla yıkılmasının Müslümanlara nelere mal olduğuna tarih şahittir. Bunu, her geçen gün yaşananlarla daha da iyi anlamaktayız. Dünyanın yönetimi kâfirlerin, zalimlerin ve hainlerin eline geçmiştir.

Bu kadar açık ve net ilahi ve nebevi ikaz ve uyarılara rağmen hala Müslümanlar birbirinin canına ve malına kastetmeye devam ederse, artık bela ve musibetler kaçınılmaz olur ki, Müslümanlar için en büyük felaket de bu olur. Rabbimiz muhafaza buyursun.

Rabbimiz buyurdu ki: “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir.” (Şura, 30)

Musibetleri kedimizden bilip kendimize çekidüzen verelim.

“İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da müminleri ve münafıkları ortaya çıkarması içindir.” (Âl-i İmran, 166)

Bilelim ki ister imtihan vesilesi olsun ister ellerimizin kazandığı ile olsun musibetlere sabredelim. Fakat musibetlerden kurtuluş sebeplerine de sarılalım.

Ferdi, ailevi ve toplumsal musibetlerin neticede ilahi bir imtihan olduğunu asla unutmayalım. Musibetler imanımızı, ibadetlerimizi, ahlakımızı zaafa uğratmasın, kemale erdirsin.

“Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çaptırmak istiyor.” (Maide, 49)

Günahlardan vazgeçelim. Günahlarda asla ısrarcı olmayalım.

Musibetler karşısında müminin nihai tavrı Rabbimizin şu emri olmalı:

“Onların başlarına musibet gelince, ‘Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 156)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.