SÖZ MEYDANI – Zeki Soyak Hocam ve Dokunuşları/İbrahim Çiftçi

Ya Rabbi yolumuzu yolsuza düşürme. İyi insanlarla karşılaştır ve karıştır. Hem dünya hem ahirette salihlerle, sadıklarla beraber eyle. Çünkü Müslümanların en büyük sorunu çevre şikâyetidir. Aile efradından başlayan şikâyet, genişleyerek iş, yol arkadaşları, komşular, akrabalar ve diğer insanlar olarak devam ediyor. Ecdadın duaları çok önemlidir. Onlar yaşadıkları hayat dairesinde tecrübeyle dua oluşturmuşlar. Yukarıdaki dua cümleleri de bu çerçevedendir.
“Bizler salih, sadık, iyi olalım”dan ziyade “bizim dışımızdakiler öyle olsun. Ben yanlışlara devam edeyim” anlayışı hakim oluyor. İyi bir dostu olmadığında şikâyet eden “ben iyi bir dost muyum?” diye soracak ya da sorduracak. Eğer soruya olumlu cevap verirlerse iyi dostlar aramaları haktır. Yoksa dostluğu kendi çıkarı için kullananların vay haline.
Bu yazıyı yazan ve ona yetişmiş olan bütün arkadaşlarımız Zeki Soyak Hoca gibi birisiyle beraber olmanın zevkini, güzelliğini tatmışızdır. Yukarıda ecdadın duasını hocamla bizler yaşadık. O salih ve sadıktı. Güzel, iyi ve harika bir insandı. Az ve küçük de olsa dokunduğu insanlar bunu hiç unutmamışlardır. Cihannüma’nın Nevşehir’deki bir buluşmasında tanışılırken bunu fark etmiştim. Bir kere de olsa Hocamla tanışanların onu unutmadıklarını dokunuşlarıyla anlatmışlardı.
Bir gün bir telefon geldi. Selam ve “Alo”dan sonra arayan kendini tanıttı. “Ben Diyarbakır’dan arıyorum. Hocam ben Rıdvan, telefonunuzu İlkadım dergisinden aldım. Siz beni hatırlamazsınız ama ben sizleri sohbetlerinizden, vakıftan tanıyorum. Sizlerin ve özellikle Zeki Hocamın maddi ve manevi desteklerini unutmam mümkün değil.” Batman’dan Nevşehir’e -yanlış hatırlamıyorsam- Ürgüp’e yatılı gelen bir çocuğun kalbine dokunmaktı. Onun yanlış yerlere gitmesini engellemek. Rıdvan başka şeyler de anlattı ve konuşma bu minval üzere devam etti.
İnsani ilişkileri mükemmeldi, bunu herkes bilir. Ama bilinmeyen, kendisinin de anlatmadığı o kadar dokunuşları varmış ki duydukça şaşırıyorum. Mesela beyinin ölümüyle iki çocuğu ile kalan bir hanıma ev yaptırması. Hatta “evi babanın evine yakın mı yaptıralım yoksa herhangi bir yere mi” diye sorarak ince ayrıntılara dikkat ettiğini sonra öğrendik. O zengin değildi, emekli maaşıyla geçinirdi. Kendi evi de yoktu, kiracıydı. Tüm tekliflere rağmen sevdiklerinin “ev alalım” zorlamalarına karşı çıktı. Sonraları o küçük, mütevazı, mobilyaları hiç değişmeyen evi aldı.
Fakat şehidin eşi ve çocuklarından tutun daha nicelerinin ev sahibi olmasına, dışarıya muhtaç olmadan yaşamalarının sağlanmasına öncülük etmiş, sebep olmuştur. Yetim başını okşamak böyle olsa gerek. O yetimler büyüyüp yetiştikten sonra başka yetimlerin başını okşuyorlar çünkü. Halen dua edip hayırla anması…
Zeki Soyak Hoca rahmetli, dost olan birisiydi. Kendisiyle, ailesiyle, akraba, iş ve yol arkadaşlarıyla hep barışıktı ve etrafına pozitif enerji dağıtırdı. Özellikle zor zamanlarda hayata olumlu bakabilmek çok zordur. Arkadaşları, öğrencileri özellikle onu tanıyanlar dertlerini, sıkıntılarını, problemlerini ona açarlardı. Dinler ve çözüm üretirdi.
Allah, hayatı bize yaşamak için vermiştir. Hayatın ve bedenin bize Rabbimizin emaneti olduğunu, onu olur olmaz işlerle yormamak gerektiğini vurgulardı. Bundan olmalı ki hiçbir isteği geri çevirmezdi. Dünürcülükte, nişanda, nikâhta, düğünde çağrıldığı zaman kesinlikle giderdi. Taziyeleri hiç ihmal etmez, insanların zor gününde yanında olunması gerektiğini söyler ve uygulardı.
Nevşehir dışındaki öğrenci evlerine ziyarete gider ve onlarla yer içer, güler ağlardı. Uzakmış yakınmış hiç fark etmez, öğrencilerini ve yol arkadaşlarını ziyaret ederdi. Zaten onun işi öğrenciydi, öğretmendi. Onlara dokunmak, onları yetiştirmek ve iyi bir kul olmalarına sebep olmak için çırpınırdı. Hakikaten çırpınırdı. Çünkü zengin değildi, makam ve güç sahibi hiç değildi. Çırpınmak zorundaydı, başka çaresi yoktu. Tüm sermayesi yaz kış giydiği ceket ve ceket tarzı giysilerin sağ cebindeki eliyle hep andığı Rabbi idi. Ondan büyük sermaye olur muydu?
Ona yakın olanlar gibi bende o haliyle hayal ederek anıyorum. O mütevazı evinden çıkıp, sakin bir yürüyüşle İlkadım ve ART FM binasına doğru gidiyor. Her zamanki gibi sağ eli ceketin cebinde, esnafa selam vererek ve dua ederek yoluna devam ederdi. Dergide kendisiyle görüşmek isteyenleri bekler, yapması gereken işlerini planlar, takip ederdi.
Yaşarken hiç kimsenin gönlünü kırdı mı? Çok rahat “hayır” derim. Zaten Vasiyetnamesi’nde de bunu ortaya koyuyor. O, bir insandı, nahifti, kibardı, ölçerek tartarak konuşurdu, sakindi, öfkesini yenen pehlivandı, alimdi, ilmiyle amildi, yapamayacaklarını söylemezdi, eylem adamıydı, görev alınca yerine getirirdi. Allah’a Elest Meclisi’nde verdiği sözü tutuyordu, Müslümandı.
Biz onu öğrencileri, yol arkadaşları olarak sevdik, ondan razı olduk. Allah da ondan razı olsun. Temennimiz onun da bizden razı olmasıdır.
Rahmet, minnet ve hasretle anıyorum. Kalın sağlıcakla…