MAVERADAN MACERAYA – Bağa Gel Bostana Gel (1)/Hamdi Öz

Bağcılar! Renk körlüğü olanlar, bağ ve bostan gören gözler yeşile doyar derler. Zira bağ, üzüm ve yaprağını, bostan ise kavun ve karpuzu hatırlatır. Yaz mevsiminin en güzel meyvelerinden birisi de karpuzdur. Taze Nevşehir simidi, çömleğe basılmış Urfa keçi peyniri, birkaç kilo Bursa çanak domatesi, bir kavanoz Aydın çizik zeytini, bir de 21’lik Diyarbakır karpuzu tatil köyünün en güzel kır sofrasıdır. Üzüm sepetini de sonra götürürsünüz. Gel keyfim gel!
Şeyh Sadi’nin “Bostan ve Gülistan” isimli eserinde bostan kelimesinin; kavun-karpuz tarlası, sebze bahçesi ve salatalık/hıyar anlamları da vardır. Amma bağ ayrı, bostan ayrıdır. Çocukluk dönemimde Sulusaray’da bostancıbaşı edasıyla kıraç tarlalarda bostan bekçiliği yaptım. Bostanların korkuluğu da olsa, kargalar birçoğunu hazır gıda ve su deposu olarak delip kullanırdı. Mesele bostan dikmek değil, onu hırsızdan korumaktı. Fakru zaruret içinde olmalarına rağmen hamd, şükür, kanaat, kadere rıza ve taksimata amenna diye diye yaşayarak ruhlarını teslim eden bağban, bahçıvan ve rençber insanların amel defterlerine, sürdükleri harmandan kalan buğdaylar ile beslenen karıncaların, diktiği ağaçların gölgesinden, meyvesinden istifade ederek hayat süren hayvanatın tesbihat ve zikirlerinin sevabı yazılacağı ve mizana koyulacağı muhtemeldir.
Bağbanlar! Osmanlı döneminde saraya ait bağ ve bahçelerde çalışan seçme görevlilere bostancı denilirdi. Bostancıbaşı da sarayda hükümdardan sonra sakal bırakma hakkına sahip tek yetkiliydi. Bostancı Ocağında yetişen bostanzade Mehmed ve Yahya Efendi’lerin ayrı bir yeri vardı. Fakat; destan yazarak zafere koşanlar, bostan kazarak sefere çıkanlara tercih edilirdi. Yani destanı yazanlar bostanı yerdi. Bostancılar bostanı beklerdi. Bostana dışarıdan dadanan merkeplerin kuyruğu ve kulağı olmaz yahut uzamazdı. Bostancılar, Ebu Cehil karpuzlarını köklerdi. Yahut şifahanelerde seratan/kanser ve satlıcan/tüberküloz tedavisinde kullanılırdı. Meydanlarda karpuz kesmekle hararet sönmezdi. Yağmurdan sonra bostanın altında gizlenen akreplerin başı ezilirdi.
Ümmi mürşidim merhum Hacı Mustafa dedemin anlattığı hikayelerden birinde; insanlar karpuzu ilk defa yılan deliğinde bittiğini görünce zehirlidir korkusuyla yiyememişler, fakat bir kürek mahkumuna denemek amacıyla onu yemesi karşılığında cezadan muaf edileceği teklif edilmiş, o da koca bir karpuzu iştahlı bir şekilde yemiş ve damdan çıkmayı başarmıştır. Herkes şimdi öldü ölecek diye beklerken, “Nasıldı?” diyenlere “Kar gibi, buz gibi” anlamında karpuz demiştir. İşte o gün bugün adı karpuz olarak kalmıştır. Kulağı kurumuş olgun karpuzları pazarda tezgahlayanlar satış esnasında “Kesmece bunlar!” diye bağırır. Uzun kış gecelerinde arkası kesilmeyen hoş sohbetlerin ardından kalkıp giden cemaate “Nereye gidiyorsunuz? Daha karpuz kesecektik!” diyerek şaka yapılır ve kemer evlerin raflarında saklı güzden kalmış tohumluk bostanlar ikram edilirdi. Hatta çekirdekleri kavrulur ve kuruyemiş olarak tüketilirdi. Ne günlerdi hele!
Rabbimiz tarafından Hak dinin ana kaynağı, son elçinin asıl rehberi, edebiyat alanında mucize bir şaheser olarak indirilen Kur’an-ı Kerim’de bulunan ve seçme metinler diye bilinen 29 surede, sözlü mesaja Arapça harflerden oluşan kelimelerle giriş yapılmıştır. Bunlara tecvid ilminde huruf-i mukatta’a/kesmece harfler, tefsir dalında müteşabih/yoruma kapalı ayetler denilmiştir. Selef uleması bu ayetler hakkında yorum yapmadan onları olduğu gibi kabul etmişler. Bu üstü örtülü ayetlerin manaları üzerindeki sır perdesi henüz çözülmüş değildir.
Bu esrara vakıf olmak için Hurufiler epey bir mesai harcamışlar, fakat sonunda isimleri ehli dalalet olarak kayda geçmiştir.
Bahçıvanlar! Asırlar sonra bilim insanları bu ayetlerden ilham alarak şifreleme ve kodlama sistemini geliştirmiştir. Aklınıza gelen her türlü değerli eşya ve metanın saklandığı çanta, giriş kapısı, anahtar, evrak odası, hazine ambarı, E-devlet sistemi, araba kontağı, bilgisayar, cep telefonu, banka kartı, bilgi işlem merkezi, resmi/özel internet sitesi ve nerdeyse her türlü yazışmalar üzerinde şifre ve kod uygulamasına geçilmiştir. Kadere ve kazaya inanmadıkları için mucitlerin okuyamadıkları alın yazıları ile beyin sapına/hafıza kutusuna işlenmiş bilgiler, bir de bir omurilik soğanında hesap günü için saklanan genetik veriler kaldı. Onu da yapay zekâ ile deşifre etmek için çaba sarf etmektedirler. Bakalım bu işin sonu ne olacak? Benim bildiğim hakiki iman ve teslimiyetten yoksun insanoğlunun her bilgiye ulaşamayacağı, kozmik alemin, tıkır tıkır işleyen mekanizmanın nereden ve nasıl çalıştığına vakıf olamayacağıdır.
Bostancılar! Vahiy meleği Cebrail (as), Peygamber Efendimize bazen semadan süzülerek gelmiş bu rumuzlu harfler ile mesaj getirmişti. Mekke’de o dönem edip ve şair olarak geçinen Cahiliye Araplarının bilmediği ilahi bir usuldü bu. Belağat, fesahat ve hitabet sanatları dalında her sene fuar/festival öncesi düzenlenen ödüllü şiir ve nesir yarışmalarında dereceye giren eserlere meydan okuyan Rahmani bir denemeydi bu. Panayır sonunda dereceye giren eserler, duvar gazetesi olarak kullandıkları tapınakları Kâbe’nin duvarına asılırdı. Makaleye anahtar harflerden oluşan bir giriş tarzıydı bu. Yedi askıya, yedi nazire. Alın size insanın yazılımını ve donanımını besleyen yedi karpuz! Yedi veren Albostan bunlar!
Kod adı: Ha Mim! İşte birinci kesmece karpuz: Mü’min suresi. Kitabın kırkıncı suresi. Özünde 85 çekirdeği var. Besmele ile başını kestim ve tevhid ile kabuğunu soydum. Her çekirdeğin içinde bir gerçek var. Firavun ailesinden gizli bir müminin “Ey kavmim!” diye başlayan, toplumu uyaran harika bir davet örneği, tebliği var. Ey kavmim! Siz, Rabbim Allah’tır diyen bir adamı öldürecek misiniz? Nedir bu hal? Başınıza gelecek kötü akıbetten, arkanıza dönüp kaçacağınız dehşetli bir günden korkuyorum. Ben sizi, çok bağışlayan Allah’a ve kurtuluşa davet ediyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz. Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum ve ona güveniyorum. Gözlerin hain bakışları ve kalplerin gizlediği dahil her şeyi hakkıyla bilen, mutlak galip ve hâkim, tövbeleri kabul eden, adaletle hükmeden, dereceleri yükselten, arşın sahibi ve azabı çetin olan Rabbimiz var. Rablerini hamd ile tesbih eden, arşı yüklenen ve arşın çevresinde bulunan, müminlerin bağışlanmasını isteyen melekler var. Kör ile gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz!
Ey şanlı Resulün ahir vakit ümmeti! Şimdi azim ve gayretten sonra namaz ile dua edelim. Zulüm ve musibete sabır ve metanetle dayanalım. Ümidimizi kesmeyelim ve umudumuzu yitirmeyelim. Çünkü Allah’ın vadi gerçektir. Günahlarımızın bağışlanmasını isteyelim. Sabah akşam Rabbinizi hamd ile tesbih edelim.
Hırsıza bağ bekletmeyelim, karpuzu kargaya deldirmeyelim. Kavun, karpuz yata yata büyürmüş gafletinden kurtulmak dileğiyle makalemizin ikinci faslında buluşmak üzere çağrımızı tazeliyorum: Bağa gel bostana gel. Dile gel destana gel. Ocağı ve Otağı bekleyelim! Bostan çekirdeği Hıdrellez de ya çömlekte ya da toprakta olmalıydı!…