CİHAD DERSLERİ – “Âdem’in Oğlu Gibi Ol”/Prof. Dr. Mustafa Ağırman

Hâbil ve Kâbil, Hz. Âdem (a.s.)’in oğullarıdır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de, isimlerini zikretmeden Hz. Âdem’in bu iki oğlundan bahseder. Bu iki kardeş, Yüce Allah’a birer kurban adarlar. Bunlardan Kâbil, kendi kurbanının kabul edilmediğini görünce, kıskançlıkla Hâbil’i öldürür. Yüce Allah tarafından gönderilen bir karga, yeri kazarak Kâbil’e cesedi nasıl ortadan kaldıracağını gösterir. Yüce Allah’ın, Kur’ân-ı Kerîm’de kısaca temas ettiği bu kıssa hakkında, pek çoğu ehl-i kitap çevrelerinden derlenmiş uzun rivâyetler ortaya konulmuştur. Bu uzun rivâyetleri doğrulayacak, elimizde ne âyet vardır ne de sahih hadis. Konuya temas eden âyetlerin meâli şöyledir:
“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani, birer kurban takdîm etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘and olsun, seni öldüreceğim’ dedi. Diğeri de ‘Allah, ancak takvâ sahiplerinden kabul eder’ dedi (ve ekledi:) ‘And olsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zâlimlerin cezâsı işte budur.’ Nihâyet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kâtil kardeş) ‘yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da mı olamadım ki, kardeşimin cesedini gömeyim’ dedi ve ettiğine yananlardan oldu.”[1]
Acaba Kâbil, kardeşi Hâbil’i niçin öldürdü? Aralarındaki geçimsizlik ne zaman, neden ve niçin başlamıştı? Bu olay olduğu zaman, Hz. Âdem ve Havva hayatta mıydı? Hayatta idiyseler, tepkileri ne oldu? Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde bu soruların cevaplarını bulmak mümkün değildir. Yüce Allah ve Hz. Peygamber, bu olayın teferruâtı hakkında bilgi vermiyorlar. Ama İslâm Târihi kaynaklarında ve tefsîr kitaplarında çok değişik ve uzun anlatımlar var. Bu anlatımların sağlıklı olabileceği kanaatinde olmadığım için buraya almadım. Yüce Allah, bize bu olayın teferruâtını tam mânâsıyla anlatmıyorsa, bizim sahih olmayan anlatımlara kulak verip de geçmişi, bu anlatımlara göre kurcalamamız doğru değildir. Bize düşen, olayın açık ve net olarak anlatılan kısmından dersler ve ibretler çıkarmaktır. Bu konuda sevgili peygamberimiz bize yol gösteriyor ve şöyle buyuruyor:
“Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.”[2]
Dikkat edilirse, Hz. Peygamber efendimiz, bu hadîs-i şerif ile olayın ayrıntılarını anlatmıyor, olaydan almamız gereken dersi hatırlatıyor. Kâbil’in, işlediği bu haksız cinâyetle kötü bir çığır açtığını ve günahkâr olduğunu, bu kötü çığırda yürüyen herkesin günahından Kâbil’e bir hisse ayrılacağını haber veriyor. Bu konuda bizleri, özellikle de gençlerimizi uyarıyor. Kötü çığır açmama konusunda, bir de açılan kötü çığırda yürümeme konusunda bizi îkaz ediyor. Hz. Peygamber efendimizin, iyi çığır ve kötü çığır açma konusundaki bir hadîs-i şerîfinin meâli şöyledir:
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevâbı vardır. Açtığı çığırda yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.”[3]
Kâbil, açmış olduğu kötü çığırın günahını kıyâmete kadar yüklenecektir. Onun böyle bir cinâyeti evlenme yüzünden işlediğine dâir rivâyetler vardır.[4] Bu rivâyetler, doğru olabilir de olmayabilir de. Cinâyet, başka bir sebepten dolayı da işlenmiş olabilir. Ama şurası muhakkak ki ortada bir cinâyet var ve bu olayın öleni de öldüreni de genç. Hem de birbirinin kardeşi olan iki genç.
Gençlerimiz bu olay üzerinde iyice düşünmeliler. Gençler! Dikkat edin, “düşünmelisiniz” diyorum; “olayı açıklığa ve netliğe kavuşturasınız” demiyorum. Çünkü buna hiçbirimizin gücü yetmez.
Nefis ve şeytanın, bizim apaçık iki düşmanımız olduğu unutulmasın. Bu iki düşman, gençleri daha iyi kullanıyor. Hâbil ve Kâbil olayı, bu olayın Kur’ân-ı Kerîm’deki ve hadîs-i şerîflerdeki anlatılış biçimi, bize bu dersi vermektedir. Hz. Peygamber efendimiz bize, Kâbil gibi değil, Hâbil gibi olmamızı tavsiye etmiştir.
Hz. Osman (r.a.)’ın şehid edilmesinden sonra Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.) şöyle demiştir: “Şehâdet ederim ki Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: Öyle bir fitne gelecek ki oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacak.” Hz. Sa’d der ki: “Ben de dedim ki: Ey Allah’ın elçisi! Eğer, bu fitne evime girer beni öldürmeye yeltenirse ne yapayım?” Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Âdem’in oğlu gibi ol!”[5]
Hz. Peygamber’in, Sa’d b. Ebî Vakkas’a “Âdem’in oğlu gibi ol!” derken, Hz. Âdem’in oğlu Hâbil’i kastettiği açıktır. Bize düşen, Hz. Peygamber’in tavsiyesine kulak vererek Hâbil gibi olmaktır. Hâbil gibi olabilmemiz için de onu iyi bir tanımamız lazım gelir. Onu, Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de tanıttığı şu özellikleri ile tanıyalım:
Hâbil, Yüce Allâh’a kurban takdîm eden iki kardeşten kurbanı kabul edilendir.
Hâbil, kendi kurbanının kabul edilmesini, takvâ sahibi olmasına bağlamakta ve “Allah, ancak takvâ sahiplerinden kabul eder” demektedir.
Hâbil, kardeşi kendini öldürmeye yeltense de elini kaldırmayacağını söylemektedir. Buna gerekçe olarak da “ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” demektedir.
Hâbil’in bu güzel özelliklerine karşılık diğer kardeş Kâbil, iyilikten ve efendilikten anlamayan biridir. Yüce Allah katında makbûl birisi olmadığı için kurbanı kabul edilmemiştir. Kendisi, haksız yere adam öldürmekten korkmamaktadır. Nefsine ve şeytana uyduğu için kâtil olmuştur. Adam öldürmek onu, kargayı rehber edinmeye kadar götürmüştür. Sonunda da yaptığına pişman olmuş, daha dünyada iken içi yanmaya başlamıştır. Demek oluyor ki Allâh’a isyan edenlerin rehberleri ve yol göstericileri hayvanlardır. Herhalde “kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz” atasözü de Kâbil için söylenmiştir ve çok doğru bir sözdür.
İnsan, nefsânî duygularına ve bu cümleden olarak kıskançlık duygusuna boyun eğerse öz kardeşini bile öldürebilir. Böyle bir cinâyetin sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azâbı ve pişmanlık, âhirette ise ruh ve vücudunu yakan ateştir. Kıskançların kendilerini gören gözleri kördür, mahzar oldukları nîmetleri ve güzellikleri görmez, hep başkasındakini görür ve kıskanırlar. Bu hastalığın çaresi, İslâm’ı bütünü ile yaşayarak nefsi terbiye etmek, devamlı kötülüğü emreden nefsi (nefs-i emmâreyi) sükûn ve huzura kavuşturmak (mutmainne kılmak) ve Yüce Allâh’ın verdiğine râzı olmaktır. Bilinmelidir ki bir insanın ulaşabileceği en yüksek makam rızâ makamıdır.
[1] Kur’ân-ı Kerîm, Mâide sûresi, 5/27-31.
[2] Buhârî, Cenâiz, 33, Enbiyâ 1; Müslim, Kasâme, 27.
[3] Müslim, Zekât, 69; Ayrıca bk. Nesâî, Zekât, 64.
[4] Aydemir, Abdullah, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Ankara 1992, s.37-41.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1982, I, 85.