YOK OLAN DEĞERLERDEN FETİHNAMELER

YOK OLAN DEĞERLERDEN FETİHNAMELER

Bir büyük medeniyet, bir büyük devlet ve bir büyük geçmiş…Büyük olmak her zaman güzel. İyi de büyük olmak daha da güzel. ‘’Ol büyük, öl büyük’’ veya ‘’Ol büyük yerde, öl büyük yerde’’ diyen ecdat hep büyük olmanın yolunu aramış bulmuş ve büyük olmuş. Yaşadığı olaylar büyük, fethettikleri büyük, eserleri de büyük.

Destan yapmaktan destan yazmaya vakit bulamamış bir milletin devleti ‘’Fetihname ’’lerle, fetihlerini dosta düşmana duyurmuş. Müslüman devletlerin yöneticileri, fethettikleri yerler ve kazanılan zaferle ilgili bilgiyi mektup veya fermanla duyururlar. Bu bilgi dost devletlere bir müjde, düşmanlara ise tehdittir. Bunun için ‘’Fetihnamelere’’ zafername, beşaretname, tehditname, muştuluk’’ gibi isimler de verilmiştir.

Abbasi halifesi Mutasım’la başlayan bu gelenek, müelliflerin de kendi özel gayretleriyle, günümüze kadar devam etmiştir.

“Fetihname’yi Sultan Mehmet, Fetihname’yi İnebaht ve Motan, Fetihname’yi Diyâr-ı Arap (Yavuz’un mısır seferi) meşhur fetihnamelerdir.

Osmanlı da Hıristiyan devletlerle yapılan savaşlara ayrı bir yer verilmiştir. Bunlara da ‘’Gazâvatname’’ denilmiş. Gaza, cenge gitmek, cenk etmek anlamındayken din düşmanları ile yapılan savaşları ifade eden cihatla aynı anlamda kullanılmıştır. Bu savaşları anlatan eserlere Araplarda ‘’Megazi’’ denilir ve ilk örneklerdir.

Gazayı gerçekleştiren kişi ön plana çıkartılarak savaş hakkında bilgi verilir. Bizde ‘’Gazâvatname’’ ismi verilen bu eserlerin en meşhuru; Gazâvat-ı Hayrettin Paşa’dır. Cihadı olanların yazacağı bir eserdir Gazâvatnameler. Ondandır ki Osmanlıyla be raber bitmiştir

Fethi olanın Fetihnamesi olur. Fetihimiz yok ki fetihname yazalım. O dönemde yazılan Fetihnameleri anlayamayan nesil olduğumuzdan alıntıyı geniş tutmuyorum. Sadece Gazavat-ı Hayrettin Paşa’dan bir alıntı yapacağım.(Sadeleştirilmiş )

 

PREVEZE ZAFERİ FETİHNAMESİ

Preveze Savaşı’na bizzat şahit olan Seyyid Murad, manzum fetihnamesinde muhteşem zaferi şöyle anlatmaktadır:

Mel’un Andre Dorya donanmasıyla hemen hareket ederek, Preveze’ye gelmişti.
Bu donanmada elli iki parça kendisinin, otuz kadırga da Papa’nın idi.

Mel’un Venedik devleti de seksen kadar kadırga ile bu savaşa katılmıştı.
Ayrıca dinsiz ve namussuz İspanya’nın ise seksen parça gemi ile geldiği apaçık belli idi.

Hayreddin Paşa hemen sevinçli bir halde, gece yarısı abdest aldı.
İki rekat namaz kılarak harekete hazırlandı. Bundan sonra neler olduğuna şimdi bir bakıverin:

Perşembe günü Allah’a tevekkül eyleyerek harekete geçti.
Sabahın erken vaktinde nöbetçiler denizin her tarafını gözlüyorlardı.

Baktıkları tarafta bir nişan bulamadılar. Şimdi bundan sonra görülen ve sezilenleri bir dinleyin:
Aşağı taraflara bir göz atınca, aniden birçok gemi direkleri gördüler.

Bu arada birisi çıkar, o anda Hayreddin Paşa’nın yaptıklarını dinleyin.
Cuma günü Paşa düşmana yaklaştı. Şimdi dinleyeceğiniz hikaye hakikaten çok garip bir hikayedir.

O genç aslan düşmanı görünce, şahinin avına baktığı gibi, onu hemen avlamak istedi.
Hayreddin Paşa bütün kainatın ve mahlukatın rızkını veren Cenab-ı Hakka tevekkül eyledi.

Kötü işli düşmanın üzerine doğru kadırgaları harekete geçirdi.
Fakat esen rüzgar Hayreddin Paşa’nın, donanmasının aleyhine idi.

O zaman vakar sahibi Kaptan Paşa Cenab-ı Hakka “Yarab bu rüzgar kesilseydi” diye yalvarmaya başladı.
Eğer bu rüzgar kesilirse İslam askeri zaferi kazanır. “Ya Rab bu aksi rüzgarı defet, kudretini göster.”

O anda hemen rüzgar kesildi. Bundan sonra neler olduğunu şimdi dinleyin:
Hayreddin Paşa ileri doğru harekete geçerek bundan sonra cenge hazırlandı.

Din yoluna canı gönülden bel bağlayarak, bağrını dağlayıp, düşman üzerine yürüdü.
Topların ses ve sedasından felekler inliyor, yer ve gök sarsılıyor, dünya ise gümlüyordu.

Bu cengin heybetinden cihan ateşle doldu. Yer ve gök ateşe yanmış gibi oldu.
Yerde toplar öyle sesler çıkardı ki; meleklerin bile içine bir velvele düştü.

Sultandan yardım isteyerek, Cenab-ı Hakkın dergahına yüzlerini çevirdiler.
“Ya Rab İslam’a zafer ver, bizlere latif askerlerini, meleklerini yardımcı gönder” diye dua ettiler.

Bu sırada o Vakur Emir, kılıç ve ok hazırlıyordu. Heybetle düşmanın üstüne yürüdü.
Topunu tüfeğini ata ata gemileri ayırarak öte geçti. O talihsiz düşmanın neler yaptığını anlayınız.

Gördüler ki; Barbaros her tarafa erişiyor, önüne kim gelirse girişiyordu.
Hiç kimseye aman vermiyordu. Kükremiş bir ejdere dönmüştü.

Hiçbirisinin takati ve dermanı kalmamıştı. Durmayarak köşe bucak kaçtılar.
Güçleri yettiği kadar kaçtılar. Kanatları var gibi uçtular.

Pehlivanlar kaçırdıklarına bakmayarak, iki kadırgalarını hemen alıp, düşmanı hezimete uğrattılar.
Hazret-i Ademden beri denizde düşman bu kadar büyük hezimete uğramamıştı.

**

Sevde Öztürk de bir “fetihname yazmış sanki.Kendine has çizgiyle günümüzdeki bir direnişi şiirleştirmiş.Necip Fazıl’ın “Kafiye”sine benzer bir tarzda ortaya koymuş duygularını.Ancak kâfiyeli yazmak istiyorsa sağlam ve doğru kâfiyeler bulmalı.Serbest yazacaksa ahengi kelime uyumları ve akıcılıkla sağlamalı.Yeni çalışmalar bekliyor ve şiirini yayınlıyoruz:

DİR(EN-)İLİŞ

Bir acı damlar

Bir bebek ağlar

Zalim her halinde

Can yakar

Bir ses duyulur

Kalmaz yine taş üstünde taş

Minarem için can verir sayısız baş

Sapan, taş…

Tank önünde, küçük mücahit

Ana gözünde yaş

O, artık şehit

Zulüm önünde; iman, cihat

Onlarda şehadet; aşk gönüllerinde…

Kaldır başını yağıyor bomba

Kaldır parmağını korkar zorba

Hey Filistin’im!

Sen direnişin adı

Sen asrın davası

Sen mü’min gönüllerin sevdası

Bir taş da benim için at!

Sevde Öztürk

**

Günümüz şairlerinden vatansever, coşkulu, aşk insanı, Türkçe aşığı tarihimizin hayranı Arif Nihat Asya da Fetih Marşı’nı yazmış, gönüllere kazımış mısralarını. Yıldırım Gürses’in bestesiyle marş olup, kutlama gecelerini şenlendirdi bir zamanlar. Diliyle, ahengiyle, anlamıyla, ritmiyle bir şiir harikası olan Fetih marşı da bir ‘’Fetihname’’dir sanki.

FETİH MARŞI

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden….
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın…
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini…
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan….

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın…

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatihin İstanbulu fethettiği

**
Yine rahmetle andığımız birçok yolun üstadı 1970’li yılların “Sultan’üş-Şuara’sı (1975) Necip Fazıl da abide şiirlerinin yanında öfkelendiği zaman “öfke ve hiciv” şiirleri yazardı. O da diliyle, imanıyla aksiyonuyla, ahengiyle ve muhtevasıyla gönüllerimizde taht kurdu.1970’li yılların üstadı, rehberi,hareket adamı, her şeyi Necip Fazıl’dan da bir” hiciv (yergi)” Fetihname’si aldık.

FETİHNAME

Millet diyemem; illet!
Çeken de aynı millet.

Ölüm teri dökmekte
“Ebedmüddet” o devlet.

Filden fareye dönüş;
Devrim adlı sefalet.

Yedi düvele ferman,
Yedi düvele zillet.

Şuur, susam tanesi,
Uludağ boyu gaflet.

Baş baş soğanda değil,
Baş baş insanda kdlet.

Mala, namusa hücum
Ruha, nizama savlet.

Mektepte yuvalanmış
Diplomalı cehalet.

Bir şarkıcı kadındır
Gazinoda adalet.

Bir pis muhalefet ki,
Kabul etmez tuvalet.

Hukuku sade guguk
Hürriyeti rezalet.Bu mu hakka bağlılık,
Bu mu halka vekâlet?

Bir çöküş habercisi,
Olsa olsa bu halet.

Bu halet olsa olsa,
Kıyamete delâlet.

Doğrul türbenden Fatih!
Gel de dâvayı hallet!

Göster hangi kanundur,
Sonsuzluğa kefalet.

Ne varsa ana baba,
Gel, anasını bellet

Necip Fazıl KISAKÜREK

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.