SÖZ MEYDANI- Tarikatlar

Gündemin, fırında tutulan ve gerekince ısıtılıp ortaya sürülen konularından biri de “tarikat, cemaat” oluşumları. Bu kuruluşlardan hareketle iktidarı vurmak isteyenlerin güncellediği bir konu.
Türk devletlerinin kuruluşunda ve yıkılışında tarikatların etkili olduğu tarihi bir gerçek. Tarikatlar ya da dini oluşumlar inananlarını çok derin ve devamlı etkileme gücüne sahip. İnsan varsa tarikat vardır. Hele Müslüman varsa tarikatlar kesin vardır. Devletin din esaslı veya laik olması bu gerçeği değiştirmez. Bunun nedeni ihtiyaçtır. Dini esas alan devletlerde yönetim, vatandaşlarını kontrol için devlet kontrollü tarikatlara destek verir. Hangi tarikat olursa olsun şeyhi ve üst tabakası devleti destekliyorsa ona göz yumulur hatta destek verilir. Selçuklular, beylikler, Osmanlı devletlerinde olduğu gibi.
Dinî esasa dayanmayan her çeşit rejim sahibi devletlerde ise yine şeyhi ve A takımı devlet iş ve yönetimiyle ilgilenmez, kendi hallerinde, içe dönük yaşarlarsa devlet o tarikata “bana dokunmayan yılan…” düşüncesiyle dokunmaz.
Yani bir Müslüman nereye bağlı olursa olsun devlete talip olmaz, devletin işine karışmazsa laik devletler ona dokunmaz, hatta STK kabul edip destek verir.
Bu durumda tarikatların bağımsız olması neredeyse mümkün değil. Her devlet anlayışında da “bana karışır ve destek vermezsen yaşatmam” tehdidi sürekli geçerlidir.
Osmanlı bütün tarikat veya dini oluşumları kontrol etmiş, yöneticilerini kendi atamış, onaylamıştır. Bu sebeple Osmanlı düşmanları, tarikat ya da mezhebî oluşumları devlete isyan noktasında hep kullanmışlardır. Bu sebeple Osmanlı’nın kuruluşunda tarikat ne kadar etkiliyse yıkılışında da o kadar etkilidir.
Şimdi tarikat karşıtlığı veya düşmanlığı yapanların ise niyetleri başka. Onların amacı üzüm yemek değil bahçıvanı dövmek. Ama biz bize, içeriden birisi olarak bir değerlendirme yapmak da elzem hale geldi. Saldıranlara “Bunlar zaten İslam düşmanı” diyerek tarikat ve cemaatleri aklayamayız. Tarikat olarak adlandırılan sapık organizasyonları bir tarafa koyarak diyorum. Bu durumda:
İslam ve Müslüman düşmanlığı, karşıtlığı yapamayanlar tarikat ve cemaatler üzerinden maksatlarını gerçekleştiriyor. Bazı oluşumlar da buna fırsat veriyor.
Dinî oluşum ve tarikatlar olumlu yanlarını ortaya koymuyorlar. Sahip oldukları maddi gücü genel toplum yararına kullanmıyorlar. Mesela vakıfları adına, bir hastaneye bir oda niçin yaptırmıyorlar? Niçin bir okula, bir bakımevine, hapishaneye… kendilerinin bağışı bir oda, eşya bir yatırım yapmıyorlar? Niçin bir garibanın hastalığının tedavisi için kampanya açmıyorlar?
Tarikat ve cemaatler niçin marjinalleşiyorlar? Kendilerinin dışındaki dünyadan niçin soyutlanıyorlar?
Hayat sadece din anlatılan bir süreç değildir. Dinin mubah kıldığı bir hayatımız da var. Severiz, âşık oluruz, kızarız, güleriz, ağlarız. Yürürüz, otururuz, TV seyrederiz, müzik dinleriz…
Çalıştığımız işyerinde bize aykırı insanlarla beraber aynı mesaide oluruz, trafikte hata yaparız, küfür yer küfür ederiz, evde ev halkıyla tartışır kavga ederiz, tembel tembel yatarız.
Şimdi her birimiz kendimize sorarsak hayatımızın, günlük yaşantımızın ne kadarında İslam’ı düşünür, onu anlatır, onu dinleriz? Yani yatıp kalkıp “din” mi diyoruz, ayet-hadis mi okuyoruz, dinî sohbet mi dinliyoruz? İşyerinde, çarşı pazarda, deniz kenarında, evde… hep dinle, zikirle, tesbihle mi meşgulüz? Evet deniyorsa diyeceğim yok.
Ama biz hem dünya hem ahiret için yaşıyoruz diyorsak -olması gereken de bu- sosyal hayatımızda beraber olduğumuz toplumu, çevreyi, kuruluşları… unutmamalıyız. Tarikat ve cemaatler de unutmamalı ve kendini dışardaki dünyadan soyutlayıp içe kapanmamalıdır. “Bizim kardeşliğimiz” diye sınırlı bir kardeşlik yerine tüm insanları, çevreyi, tabiatı, ülkeyi kucaklayıcı eylemin içinde olmalılar ki dışarı dediğimiz dünyanın insanları da bizi bilsin bize karşı çıkmasın.
Harcamaların israf boyutuna ulaşmaması gerekir. Maddi konularda olabildiğince şeffaf olunmalıdır. Tarikatlar gizli örgüt gibi görünmemelidir. Şeyhler, üst seviyede olanlar İslami bir lider gibi davranmalıdır. Lüks evler, arabalar, şatafatlı yaşantı iyi bir görüntü değil. “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” olumsuzluğunu yaşamamalı. Benim değil diye ümmetin, bağlıların parasını çarçur etmemelidir.
Filan Efendi’nin ismiyle anılan tarikat, cemaat ya da oluşumların iç dünyasını kim tanıyor? Kendi bağlıları bile A takımının iş ve niyetlerini bilmemekte, güvene dayalı bir tarzda “yanlış yapmazlar” teslimiyeti içerisinde. Hâlbuki Allah Resulü, eşi Meymune annemizle Medine’de gece karanlığında yürürken karşılaştığı sahabilere “Ey filan… Yanımdaki eşim Meymune’dir.” diyor. Acaba niçin? Haram herkese haramdır, bunun istisnası yoktur.
Dini oluşumlar hatalarını ortaya koyanları “zaten onlar İslam düşmanı” diye örtmemeli ve hatadan dönmelidir. Onlara küfrederek bir yere varılamaz.
Kalın sağlıcakla…