SÖZ MEYDANI- Muhaliflik Ne Kazandırır?

12 Eylül 1980 darbesi için, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının karşıtları yapmıştır derler. Geçen yazımızda şöyle demiştik; Müslümanlar muhalif oldukları zaman daha hareketli, daha cesur, daha dikkatli, daha hassas oluyorlar. Muhalif olunan dönemlerde her alanda “deve dişi” gibi insanlar (mücahit, alim, arif, sanatkar, yönetici, mütefekkir…) yetiştiriyorlar. Bunların takipçisi olan diğer Müslümanlar da inanç ve yaşantılarında çok sağlam kalıyorlar.
Çünkü muhaliflik hasbi değil harbidir. Geleceğiyle ilgili menfaat planları yapmaz, yapsa da iktidar o planlarına imkan vermez. İnsanların düşünce ve duygularındaki safiyeti yok etmenin bir yolu kişiyi ekonomik yönden etkilemektir. Ekonomik yönden iyileşen her anlayış ve düşüncedeki insan aşınmaya ve hesap yapmaya başlar. Bu hesapta beyin ve kalpteki safiyeti, karşılıksız inanmayı, düşünceyi yok eder.
Güney Amerika ülkelerinde “çete-mafya” hakimiyetinin kırılamaması doğrudan ekonomik sebeplere dayanır. Dünyanın en koyu Hristiyanları olan bu ülke gençleri, uyuşturucu bağımlısı olduğu kadar geçimleri de “çete-mafya” tarafından sağlanmaktadır. Bu yapıların çökertilmesi, çok büyük rakamlarla ifade edilen kişilerin geçim kaynaklarının yok edilmesi demektir. Bu durumda bu yapıların içinde yer alanlar, devletin “çete-mafya”yı bitirmesini istemezler. Politikacılar da bu yapıların maddi desteğiyle yaşadıkları için onlar da “vatan-millet” adına bu mücadeleyi sonlandıramazlar. Ortada birden çok tarafın rol aldığı bir tiyatro oyunu sahnelenmeye devam eder.
Aslında “terör örgütleri” de bu çerçevede ele alınmalıdır. Kandan beslenen taraflar (örgüt ve devlet) beslenme kaynaklarının bitmesini istemezler. Bunun için karşılıklı salvolar atılır, el enseler çekilir fakat tuş olmaz. Bitti denildiği anda yeniden başa dönüldüğü görülür. Ağırlıklı İslami isim ve amaçlarla anılan örgütlerin bitmemesinin en büyük sebebi budur kanaatindeyim. Bu örgütler samimi olsalar kendi insanını, garibanları, masumları zarara uğratmaz, öldürmezler.
Çünkü örgüt eylemleri bittiği anda uluslararası silah tüccarlarının ki bunların tamamı Batı ve ABD menşelidir, para muslukları kesilmiş olur. Sadece taşeronlar, eylem yapılan ülkededir. Onların kazancı çok azdır. Eylem bittiği anda örgütün elemanları işsiz kalacaktır. Şimdi Afrika’dan (Nijerya ve komşu ülkeleri) Asya’ya (Türkiye, Pakistan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Yemen), Güney Amerika ülkelerini düşünelim. Hepsinde terör örgütleri var. Amaçları farklı da olsa yöntemler aynı.
Ama dikkat edelim, Avrupa ve ABD’de kendi içinden örgütler yok. Bir zamanlar Almanya ve İtalya’da (Kızıl Tugaylar) başını gösteren birkaç terör örgütü çıktı ve bitirildi. Bunlar ağırlıklı Marksist-Leninist örgütlerdi. SSCB’nin dağılmasıyla da komünist örgütler bitti ya da bitirildi. İspanya’da BASK (ETA), İrlanda’da İRA gibi bağımsızlık yanlısı örgütler de bitti ya da bitirildi. Buralarda biten ya da bitirilen bu örgütler diğer ülkelerde (genellikle gelişmemiş, az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde) bitmiyor, bitirilmiyor. Çünkü bu ülkeler sömürülen ülkeler ve bazıları çok fakir durumda. Örgütler de yöneticiler de silah tüccarı Batılılar da terör eylemlerinden besleniyor. Terör bitip huzur gelirse onlar işsiz kalırlar.
Başa dönelim. Bir fikri ya da İslami hareketi yok etmenin yolu da tıpkı terör örgütlerinde olduğu gibi ekonomiden geçer. Muhalif hareketler iki türlü yok edilir. Birincisi, baskıyla, zulümle, işkenceyle, korkutmayla. Bu yok etmekten ziyade sindirme hareketidir. Belirttiğim yollar, marjinal olanları da dahil yok etmekten ziyade hareket yeteneğini kısıtlamak, sesini kısmaktır. Bu yolla hiçbir muhalif yapılanma yok edilemez, edilmemiştir.
İkincisi, muhalif hareketin kısmi iktidara getirilip iktidar nimetlerinden faydalanmalarını sağlamaktır. Ya da palazlanmalarına izin vermektir. Kısmi olarak yönetimde etkili olanlar paranın, makamın, kolay kazanma ve harcamanın, şatafatın, yaşama zevkinin, tüketmenin tadını aldıkları anda beyinde ve kalpte (düşünce ve duygularda) farkında veya farkında olmadan aşınmalara uğrarlar.
Türkiye’de Müslüman muhalefet ilk 1970’li senelerde (Erbakan Dönemi) iktidara kısmen ortak edildi. Ama taban bundan hiç faydalanmadı. Muhalifliğini korudu. Üstte bazı yalpalanmalar olsa da taban sıkı durdu, amaç sapması yaşamadı. Ama demokrasi sevgisi başladı. Müslüman muhalefetin sağlam kalmasını sağlayan 12 Eylül Darbesi oldu.
Darbe ve sonrası daha da kavileşen İslami muhalefet, Turgut Özal’la birlikte kişi kayıpları hariç sağlam kalmayı başardı. Biraz da marjinalleşti. Aslında marjinallik kendini korumaya almaktır. İçe dönmektir. “Azız ama sağlamız” demektir. Öyle de oldu. Sonra ittifak fikri ortaya atıldı. Yönetime talip olmayı kafaya koyanlar buna sıcak baktılar. Çünkü yönetime ortak olmak İslamileşmenin yolunu açabilir, rejim değişebilirdi.
İslami muhalefeti zararsız hale getirmek isteyenler de buna sıcak baktılar. “Gelsinler de görelim” dediler. Seçimler ve “REFAH-YOL” kurulması. Bu, İslami muhalefetin iktidar olması ve iktidar nimetlerinden faydalanması demekti birileri için. Bu aşınmayı sağlayacak en önemli faktördü. Necmeddin Erbakan’ın Tansu Çiller’le tokalaşması tabanın şahit olduğu en büyük aşınmaydı. Kimilerine göre bu olamazdı. Bir de buna Erbakan’ın kızının düğününün çok şatafatlı olması ve mekanın aykırılığı eklenirse kırılma noktası olarak aşınmalar da hızlanmıştı.
Giyim kuşam, yaşantı, karşı çıkılan içkili otellerde düğünler, toplantılar, makam ve koltuk kapma tartışmaları, koltuğun hakkını verememe, koltuğun cazibesi, lüks yaşantı cazibesi… İslami muhalefetin iktidardaki başarılarını örtmeye, aşınmanın ön plana çıkmasına sebep olmuştu. İslami muhalefette “bize iktidar yakışmıyor, bizi etkisizleştiriyor, İslam’ı Türkiye ve yeryüzüne hakim kılma düşüncesinden, hedefinden uzaklaştırıyor” eleştirileri seslendirilmeye başladı.
Sahi İslami muhalefet iktidar olunca nötr hale mi geliyor, idealler, hedefler yok mu oluyor? Bakalım.