Sana Dair

Güzel bir yaz sabahı her şey olması gerektiği gibi yerli yerinde sanarken yer yerinden oynuyor bir anda. Güneş bulutların arasında süzülürken yağmurlar yağıyor içime. Yazı kışa dönen Neşet Ertaş gibi üşüyorum güneşin alnında. Kabullenememenin verdiği inatçılıkla yığılıyorum yere. İçimde büyüyor çığlıklarım duyuramıyorum sesimi kimseye, boğazımdaki o ağır acıyı yutkunmaya çalışıyorum. Boğuluyorum sanki engin denizlerde. Tavanı çöküyor sanki gökyüzünün. Yürüdüğüm onca yolun yanlış olduğuna mı üzüleyim yoksa yoldaşımın yanlış oluşuna mı, karar veremiyorum. Buzlara vurgun Cahit Zarifoğlu gibi bilinmezlerdeyim. Kaçamıyorum kendimden ne tarafa dönsem kendime çarpıyorum. Öylesine çok dağıldım ki nasıl yürüyeceğim bilmiyorum dünyanın ipinde. Tutunmak kolay mı şimdi hayata. Ciğerim yoruluyor nefesimden. Zehir zemberek geçiyor geceler. Necip Fazıl’ın
“Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın hem geleceğin”
dediği mısraları yaşıyorum satır satır. Mısralar cirit atıyor beynimde. Denk düşürüp yazamıyorum kâğıda derdimi. Ne zormuş vuslatı olmayan hasretler biriktirmek. Kavuşmaları olmayan ayrılıkları yaşıyorum.
Âşık Kerem’in “ah ederim elim erişmez yâre, aramızda yıkılası dağlar var” dediği, aşılmaz dağlar birikiyor ömrümüze.
Ben mi yolculuğa çıktım yoksa şehrime yabancı birileri mi uğradı bilmiyorum. Sen gittin ya sanki tanıdık kim varsa yolcu etmişim birer birer. Ne tarafa dönsem gidişinle yüzleşiyorum. Seninle yolcu ediyorum bende olan ne varsa. Olmazları yaşamanın verdiği şaşkınlıkla hayata tutunmaya çalışıyorum. Yürüyorum acının üstüne, söndürse de içimdeki bayramları. İçimde dinmek bilmeyen bir hasretlik türküsü, uzun ince bir yol ve bitmeyen acının öyküsü. Herkese susar bir sana konuşurdum, artık dilsiz bir turnayım. Göç ediyorum bilinmezlere, yorgunluğuma bakmadan uçuyorum gurbete. Senin olmadığın her diyar gurbet artık bana, memleketsiz kaldım anlasana…