Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU Hocamızla Röportaj

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU Hocamızla Röportaj

 

 

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1962 yılında Ankara’da doğdum, ancak aslen Fethiyeliyim. Köyümüz, büyük bir ilçe olan Fethiye ikiye bölününce yeni ilçe Seydikemer sınırları içinde kaldı. Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi’ni (şimdi Tevfik İleri oldu) ve Ankara İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Yüksek Lisans ve Doktoramı da Manchester Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Bölümü’nde tamamladım. Yurda döndükten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Yardımcı Doçent olarak başlayan akademik kariyerim 1998’de Doçent, 2003’te Profesör olarak ilerledi. 2008 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı temsilen Stockholm Sosyal İşler ve Din Hizmetleri Müşaviri olarak İsveç’e gittim. Burada beş yıl görev yaptım, son yılımda da Müşavirlik görevimin yanı sıra Uppsala Üniversitesi İslam Araştırmaları Bölümü’nde Misafir Öğretim Üyesi sıfatıyla seminerler verdim, YL tezi yönettim. 2013’te DİB’na Başkanlık Müşaviri olarak geri döndüm. 2015-16 yıllarında Danimarka Kopenhag’da Din Hizmetleri Müşavirliği görevini tedviren yürüttüm. 2019 yılı Eylül ayında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Kelam Anabilim Dalı’na profesör unvanı ile atandım. Telif, tercüme, sadeleştirme kitap ve makalelerimin yanı sıra, Stocholm Treni adlı 26 bölümlük bir de belgeselim var. En son kitabım “Son Hurafe: Deizm” DİB Yayınları arasında neşredildi.       

 

Deizm ve ateizm nedir?

Ateizm, adı üstünde, tepkisel bir felsefe kavramıdır. Kelimenin kendisi, tanrıtanımaz yani Allahsız, inkârcı demektir. Kısaca, Allah’ın varlığını inkâr eden, Onu yok sayan bir düşünce akımı. Katı bir inkârcılık olarak alırsak ateizmi ki öyle, ateisti de Allah’ın yokluğuna kesin biçimde inanmış biri olarak pekâlâ kabul edebiliriz. Bu durum, insanlarda bir şeye bütün benliği ile inanmanın bir fıtri ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Kimi varlığa, var olmaya, kimi ise yokluğa, hiçliğe inanmayı seçer. Çok çeşidi olan ateizmi, sözü daha fazla uzatmadan biraz daha kapsamlı tanımlamak istersek şunu söyleyebiliriz. Ateizm, evreni incelemek üzere yola çıksa da Allah’ı ve ruhu mutlak bir biçimde reddederek duyu ve deneylerin verilerinden başka hiçbir şeye gerçeklik atfetmeyen bir felsefi görüştür. Tanrı ya da tanrıları reddediş, beraberinde her tür doğaüstü ya da aşkın gerçekliğin inkârını da içerir. Dediğim gibi, ruhların varlığına ve aynı zamanda vahye ve ahirete de toptan bir sırt dönüştür ateizm. Bu felsefi görüşün bugün Yeni Ateizmin elinde daha çok bir ideoloji formuna büründüğünü de söylemiş olalım.

Deizme gelince, onun da tek tip olmadığını, çeşitlerinin olduğunu özellikle vurgulamak isterim, dolayısıyla tek bir tanımı da yok. Ben burada okuyucuların fazla kafasını karıştırmamak için en yaygın tanımını yapacağım. Deizm, Tanrı inancını savunsa da belli bir dinin ilke, kural ve akidelerini reddeden, Tanrı’nın evreni yaratıp daha sonra içine yerleştirdiği yasalara göre kendi haline terk ettiğini savunan öğretinin yaygın adıdır. Burada evreni yaratıp sorunsuz işlemesini temin etmek için içine yasaları yerleştirip köşesine çekilen bir aşkın Tanrı’nın kabulü vardır. Dolayısıyla, sadece evrene değil, insana da müdahale etmeyen bir Tanrı’dır deizmin Tanrı’sı. Doğal olarak vahiy, peygamberlik, mucize, ahiret vb. burada da yoktur. Ateizm ile deizm, din inkârında ortak, bir Yaratıcı Tanrı’nın varlığında ise ihtilaf halindedirler. Ateizmde Tanrı yoktur, deizmde bir Tanrı varsa da, deyim yerindeyse, tanrılıktan feragat etmiş, kendi köşesine inzivaya çekilmiştir.        

 

Deizm ve ateizm nerede ve ne zaman doğmuştur? Tarihi gelişimi hakkında bilgi verir misiniz?

Deizmin bir düşünce olarak varlığı çok eskilere giderse de bildiğimiz kavram olarak ilk ortaya çıkışı 1560’lı yıllara kadar gider. Kavramı bu haliyle ilk kullanan Calvin’in öğrencisi Paul Viret olur. Viret, yaşadığı dönemde, yeryüzünü ve gökyüzünü yaratan bir Tanrı’ya inanan ama İsa Mesih’i ve öğretilerini reddeden, kendilerini “deist” olarak adlandıran bir grutan bahseder. Viret’in, varlığına şahit olduğu deistlerden hareket ederek ilk tanımını verecek olursak da şunu söyleyebiliriz. Deist, evreni yaratan bir Tanrı’ya inanan ve fakat İsa’nın öğretilerini inkâr eden kimsedir. Bu kavram zaman içinde öncelikle İngiltere’de ve ardından Fransa’da olgunlaşmıştır. Deizmin Avrupa’daki tarihi seyrine baktığımızda yerleşik düzene, geleneğe ve Kilise’nin temsil ettiği Hıristiyanlığa rasyonel bir tepki olduğunu görürüz. Avrupa’nın Rönesans’la başlayan Reform, Din Savaşları ve Aydınlanma ile devam sürecinin köklü bir değişim ve dönüşüme sebebiyet verdiğini özellikle belirtmeliyim. Bu süreç, toplumun modernleşme, siyasetin demokratikleşme, dinin ve Kilise’nin ciddi meydan okumalara karşı yeniden şekillenme sürecidir. Bu süreç aynı zamanda bir kargaşa sürecidir. Şu kadarını ifade edelim ki, bu dönemde deist eğilimler sergileyenlerin sayısı epey olmakla birlikte kendisini deist olarak adlandıranların sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Deist eğilim sergileyenler genelde Hıristiyan kimliklerini reddetmemişlerdir. Bu manada kendileri için seçtikleri kavram, “Hıristiyan hür düşünür” kavramı olmuştur. Bu deistler içinde Tanrı’nın evrene müdahalesini kabul edenler de vardı. Doğal dini gerçek din kabul edenler vardı. Başlangıçta Hıristiyan dünyanın kendi içindeki sancılardan, keskin İncil ve Hıristiyanlık eleştirilerinden doğan deizm bugün bir din karşıtlığına dönüşmüş durumdadır.

Ateizmin nerede ve ne zaman doğduğu sorusunun kökleri Yunan filozoflarına kadar uzanmakla birlikte, açıkça beyan edilen bir inanç olarak Aydınlanma döneminin sonlarında yeniden doğmuştur. Daha doğrusu sesini daha güçlü bir biçimde duyurması 18. asrın sonlarıdır. Bir manada ateizm, Aydınlanma’nın dini bir hurafe kabul edişi, siyasi otoriteyi ise reddedişi ile birlikte kendisine entelektüel bir zemin bulmuştur. Bu tarihe kadar daha çok gölgede, gizli ve bireysel bir tavır olarak seyreden ateizm, bu tarihten itibaren aleni ve kitlesel bir hareket olma yolunda ilerlemiştir. Yirminci asırda komünist ve sosyalist devletlerin bir inançsızlık ideolojisi olarak daha ziyade kendisini “Bilimsel Ateizm” olarak tezahür ettirmiştir. Bugün ise “Yeni Ateizm” etiketiyle kapitalist liberalizmin kanatları altında dinlere, inançlara, geleneklere ve yerli ve köklü kurumlara karşı aşırı tepkici ve inkârcı bir Truva Atı mesabesindedir. Bu haliyle, Batılı düşünür Julian Baggini’nin dediği gibi, dini inancı ne olursa olsun zorla alaşağı etmek isteyen militan tavrıyla, en az diğer köktencilik biçimleri kadar tehlikelidir. Burada özellikle vurgulamam gerekir ki, günümüzün önde gelen Yeni Ateistleri olan Richard Dawkins, Daniel Dennett, Christopher Hitchens gibiler için din ve Tanrı karşıtlığını propaganda etmek hatırı sayılır bir kazanç kapısıdır. “Tanrı olmasa Richard Dawkins aç kalırdı” diyen İngiliz felsefeci John Gray sonuna kadar haklıdır.               

 

Deizm ateizme giden yolu mu açmaktadır?

Bu ifadenin bir genelleme olduğunu düşünüyorum. Bugün ateizm ve deizm tercihlerinde veya eğilimlerinde pek çok faktör belirleyici olmaktadır. Bunların başında şehirleşme, sekülerleşme, ekonomik değişim, tüketim kültürü, internet/medya, eğitimli nüfusun artması, aile yapılarındaki derin değişim, popüler eserler, yerli ve yabancı diziler, Hollywood üzerinden yapılan sistemli yanlış ve aşağılayıcı din ve inanç sunumları gibi unsurlar gelmektedir. Kişiyi ateizme götüren çok çeşitli sebepler olabilir. Bir inancı terk etmek veya din değiştirmek fevkalâde ağır bir dizi psiko-sosyal süreçlerden geçmeyi gerektirir. Bütün bunları söylemiş olmakla birlikte günümüz gençliğinin genelde dine karşı bir ilgisizlik tavrının olduğunu da söylemeliyiz. Bu tavır içerde inkârcı bir güdü ile beslenen bilinçli bir tercih değildir. Kulağına fısıldanan kültür ile özellikle medyada şahit olduğu kültür, bir diğer deyişle, manevi kültür ile maddi kültür arasında sürekli gelgitler yaşayan bir gencin bu ilgisiz tavrını derin bir biçimde masaya yatıracak analizlere ihtiyacımız var. Dolayısıyla genellemeler üzerinden gençliğin inancını tartışmak sağlıklı sonuçlar vermeyecektir. Bugün sahip olduğumuz anlam dünyasını sığlaştırmak için yoğun çaba sarf eden pek çok unsur varken, derin donanım ve bilgiden yoksun bir gençliğin böyle bir ortam için epey masum ve korumasız olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İşin ilginci deist olduğunu söyleyen gençlerin bu konuda da epeyce bilgisiz olmalarıdır. Bir kısmının bu kavramı tüm ilgi ve alakayı kendi üzerlerinde toplamanın bir yolu olarak keşfettiklerini düşünüyorum. Bir akide ya da inancın peşinden gitmenin kendilerini modern hayattan soyutlayacağı endişesi ile de bu etiketi benimsiyor olabilirler. Sorunuzun net cevabına gelince, deizmin tek başına ateizme giden bir yol olduğunu söylemek olaya kestirme bir yaklaşım olacaktır. Ateizm, inkârcılık taşlaştığında dönülmez bir sapak olabilir. Kendisi de bir ateist olan ama dinlere karşı zaman zaman müsamahalı yorumlarıyla da tanınan John Gray, “Günaha giriş bilincin bedelidir. Dönüş yolu yoktur.” der. Ancak hemen belirtelim ki, oraya varmadan yolunu geri döndüren dün olduğu gibi bugün de sayısız insan var. Deizm, modernitenin tehdit ve tehlikelerine hazırlıksız yakalanan gençler için şimdilik bir liman vazifesi görse de, dediğim gibi, bu tercih bilinçli ve de sağlam alt yapısı olan bir tercih değildir. Dalgalar kıyıya çok sert vurduğunda genç hayatlar için başka limanlara sürüklenme ihtimali her zaman vardır.    

 

Deizmi ve ateizmi savunan kitlenin dayanakları nelerdir?

Ateistler ve deistler için din, aklın ilkeleriyle kesinkes çatışan, bağnaz bir bağlanmayı şart koşan bir dizi inanç kümesidir. Dolayısıyla mit ve hurafeden ibarettir. Ateist için zaten bir Tanrı’nın veya Tanrı fikrinin asla söz konusu olmadığını, deistin ise evrene ve hayat müdahil olmayan “işlevsiz” yani “sınırlanmış” bir Tanrı anlayışını kabullendiğini bir kere daha vurgulamak gerekir. Bu bakımdan Deistin Tanrı’sı dinlerin tanrısı hele İslam’ın Allah’ı değildir. Güya onların Tanrı’sı tasarlayan, insanların işine karışan, emirler ve yasaklar yağdıran, cezalandıran ya da mükâfat veren, cehennemle korkutan bir Tanrı değildir. Ateistler ise, insanların neden bir Tanrı’ya ya da dine inanma ihtiyacı hissettiklerine dair kendilerince bir dizi argüman üretirler. Ateizmin psikolojik ve sosyolojik arka planı hakkında yapılan bir alan çalışmasında (bkz. Arif Korkmaz, Ateizmin Psiko-Sosyolojisi I-II, Konya: Palet Yay. 2019) bu argümanlar şu şekilde sıralanır: korku, sorumluluk taşımak istememek, insanın kendi başına var olma hakkının küçük yaşlarda aile ve toplum tarafından gasp edilmiş olması, inanmanın bir kişilik eksikliği belirtisi sayılması, psikolojik rahatsızlık ve nihayet, özerk düşünme yeteneğinin köreltilmiş olması. Ateist olduğunu beyan eden kişilerce üretilen bu gerekçeleri deistlerin de gerekçeleri kabul edebiliriz. Dikkat edilirse, tarihsel ateizmin din ve Tanrı karşıtlığı için ileri sürdüğü argümanların günümüz ateistleri tarafından pek kullanılmadığını söyleyebiliriz. Ateizmin Tanrı inkârında kullandığı en eski ve en köklü argümanı kötülük problemidir. “Şayet bir Tanrı varsa neden bu kadar kötülük var?” sorusu üzerinden hareket eden bu karşıtlığa, klasik karşı tezleri sıralamak yerine, Tolstoy’un meşhur bir cümlesiyle karşılık vermekle yetineyim: “Tanrı gerçeği görür ama bekler.”       

 

İddia edildiği gibi Deizmin ve ateizmin gençler arasında yaygın olması, gençlerin bu konuda özendirilmesi sonucundan hedef kitlenin özellikle gençler olduğunu mu anlamalıyız?

Ateizmin ve deizmin gençler arasında yaygın olduğu şeklindeki iddiaya ihtiyatla yaklaşmakla birlikte, gençlerin bu tür propagandaların “hedef” kitlesi içinde ilk sırada olduğunu söylemek bir abartı olmayacaktır. Bir gencimizin, “Tanrı ne var diyebilirim ne yok diyebilirim, ortada bir yerdeyim, şüphelerim var. Kendimi agnostik olarak tanımlamayı daha uygun buluyorum.” şeklindeki sözü aslında bir gerçeği yüzümüze vuruyor. Bu gençlerimize Allah-evren-insan üçlüsü arasındaki ilişkinin mahiyetini ve gerçekliğini anlatamamışsak kapitalizmin dünyasında pek çok yönden gelen şüphe oklarıyla ruhlarının yaralanmasından, zihinlerinin zedelenmesinden ve inançlarının buharlaşmasından biz sorumluyuz. Aynı şekilde Batı’nın kendi tarihsel ve kültürel havzasında türeyen ve daha sonra kültürümüze ve dinimize yamanan ve de hâlâ temcit pilavı gibi sürekli önümüze konan sözde akıl-iman/vahiy ve sözde din-bilim karşıtlığının bizim için aslı astarı olmayan bir itham olduğu konusunda ikna edici bir müfredat oluşturup sunamadık. Onlara Allah’ı da dikkate alan sağlam ve tutarlı bir kozmoloji bilgisi veremedik. Dinin hakikatlerinin yerine kültürün hakikatlerini oturtan ve şekilciliği dayatan ve de insanları bu şekilcilik üzerinden yargılayan zihniyetin, kendi kirli çıkar ve emelleri için dini istismar eden zümrelerin ürediği bataklığı maalesef kurutamadık. Bence en büyük sıkıntımız buradadır. Hayatın yüce anlam ve hedeflerini gençlerimize vermede maalesef başarılı olamadık. Bütün bu eksiklik ve kusurlarımız ve hatta telafisi imkânsız kimi kabahatlerimiz yüzünden gençlerimizi bir günah keçisine çevirmek insafsızlıktan öte bir şey olmayacaktır.      

 

“Deizm ve ateizme inanan gençlerin çoğunluğu dindar ailelerin çocuklarıdır” iddiası doğru mudur yoksa bu konuda bir algı mı oluşturuluyor?

Bu sorunuzun cevabını kısmen bir önceki sorunuzda verdiğimi düşünüyorum. Özellikle deizm tartışmalarının İmam Hatipler üzerinden başlatılmasını bir İmam Hatipli olarak kendim ve derin bir aidiyet hissettiğim İmam Hatip camiası adına büyük bir talihsizlik ve haksızlık olarak görüyorum. Gerçek şu ki, bugün dindar ailelerin çocukları ile seküler ailelerin çocukları aynı kültür iklimini solumakta, aynı kafeleri paylaşmakta, aynı sosyal medya ortamlarında gezinmekte ve nihayet kapitalizmin aynı tüketim ve mesaj kültüründen beslenmektedir. İlaveten, Batılı popüler kültürün rüzgârıyla gelen moda akım ve fikirlerden aynı oranda etkilenmektedirler. Tüm bunlar dikkate alındığında, yapılanın bir algı oluşturmak olduğunu söylemek abesle iştigal olmayacaktır. Verilmek istenen mesaj veya algı açıktır: Dindarın çocuğu deist ya da ateist oluyorsa, dindar olmayanın çocuğu ateist ya da deist olmuş çok mu? Bugün kucağımızda duran kronik sorunlar yumağını bileşenlerine ayırdığımızda, çektiğimiz sancıların temelinde bilinçsizce bir Batılılaşma tutkusunun, hatasıyla sevabıyla kutsanan bir geleneğin ve günü kurtarmak için ardına sığınılan basmakalıp, klişe sloganların da yattığını görürüz. İnsanı doğaya ve Yaratıcısına bağlayan bağlar altüst olurken biz bunu engellemek adına çok az şey yapabildik. Hatalarımızın vebalini şimdilerde aynı dili konuşmadığımız gençlerimize yıkmanın insafsızlık olacağını bir kere daha ifade etmeliyim. Eğitimciler, din adamları, siyasetçiler, anne babalar, medya mensupları, sanatçılar olarak hepimiz bu vebalden sorumluyuz.        

 

Türkiye’de deistlerin sayısı hakkında istatistiklerin belirlemiş olduğu bir oran var mıdır? Sonucu değerlendirebilir misiniz?

Böyle deistlerin rakamsal oranına dair bir istatistik yok. Olmaz da zaten. “Sen necisin?” diye insanların inancını sorgulamak din ve ifade özgürlüğü adına doğru değil. Buna rağmen telaffuz edilen rakamlar varsa da bunların hiçbir temeli yok. Elimizden ateizme ve deizme kayan gençler var da milli ve manevi bilinci çocuklarına aşılama noktasında gevşeklik ya da umursamazlık gösteren ebeveynler yok mu? Hayali sayılarla izafi sonuçları konuşmak yerine, gerçek tespitlerle var olan sorunlara gerçekçi çözümler üretmek daha makul bir tutum olacaktır.   

 

Peygamber Efendimiz zamanında yaşayan müşriklerin inancı ile bugünkü deistlik arasında benzerlikler var mıdır? Müşriklerin temsilcileri kimlerdir?

Peygamberimiz dönemini okurken ya da anlatırken genelde “müşrikler” ifadesini, hatta biraz daha özele çekerek “Mekkeli müşrikler” ifadesini kullanırız. Bu ifadeden sayıca belirli bir topluluk oluşturacak kadar bir müşrik varlığı anlaşılır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Mekkeli müşriklerin önde gelenlerinden biri Ümeyye b. Halef idi. Bu kişi bize ulaşan bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla Sevgili Peygamberimizin en azılı düşmanlarından biriydi. Müslüman topluluğa yönelik kötülüklerin ardında onun parmağı mutlaka vardı. Peygamberimizi öldürmek için toplanan Dâru’n-Nedve toplantısında, hicret esnasında Peygamberimizi Sevr mağarasına kadar takip eden müşriklerin arasında o vardı. Hatta yine onun da içinde bulunduğu bir grup müşrik hakkında Hümeze suresi nâzil olmuştur. Surenin ilk âyeti, “Arkadan çekiştirmeyi, yüz yüze karşı eğlenmeyi adet edinenlerin vay haline!” der. Onun safında yer alan ve iflah olmaz müşrik tavırları ile nam salan isimlere Cemil b. Amir el-Cumahi, Ahnes b. Şerik gibi isimleri de ekleyebiliriz.

Deist eğilimi olan gençleri müşriklerle aynı kefeye koymak büyük bir hatadır.

 

Deizmin bu kadar yaygınlaşmasında İslam Dininin doğru kaynaklardan öğrenilmemesini, Müslümanların güzel örnek olamamasını sebep olarak gösterebilir miyiz?

Deizmin bu kadar yaygınlaşması ifadenizi ihtiyatla karşılamanın doğru olacağını ifade etmiştim. Milli ve manevi değerlerimizi tahrif ve altüst etme hedefi olan fikir ve inançların yayılmasında elbette bu söylediklerinizin payı var. İslam dininin doğru kaynaklardan öğretilmemesinin payı var mı diye soruyorsunuz. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenlerimizin, Diyanet çatısı altında görev yapan din görevlilerimizin çocuklarımıza İslam dinini doğru kaynaklardan öğretmediklerini söyleyebilir miyiz? Elbette ki hayır. Bu, dilimize pelesenk ettiğimiz ve her sıkıştığımızda söylediğimiz bir klişe ifade. Sorun bundan daha derin. Her gün yeni soru ve sorunlarla modernite bizi yüzleştirirken gündemi takip etme, olup biteni kavrama ve yeni stratejiler geliştirme hususunda anlam veremediğim bir ataletimiz var. Kavrama boğduğumuz kuru müfredatları yeni baştan geliştirmek kaçınılmaz bir âciliyettir. Gençlerin sorularından bunalan ve fakat okumakta da gevşek davranan meslektaşlarımızın vebal altında olduğunu düşünüyorum. Bu konuda alanda gördüğüm daha başka sıkıntılarımız var, onları kendime saklamak istiyorum, zira zülfiyâre dokunacak şeyler. Henüz özeleştiri kültürümüz epey zayıf ne yazık ki. Örneklik meselesine gelince, bu ilk evvel ailede başlamasını gereken bir durumdur. Gençler bizden daha doğrucu, haksızlıklara, üstünkörü geçiştirmelere tahammülleri yok. Eleştirilerini eğip bükmeden yapıyorlar ama biz yetişkinler aynı feraseti gösteremiyoruz. Tabir caizse kaçak güreşiyoruz, sorunların üstünü küllüyoruz. Hızlı şehirleşmenin sebep olduğu sorunlarımız hâlâ devam ediyor, gençlerin işsizlik, gelecek kaygılarını bertaraf edemedik. Bütün bir eğitim sistemimiz “çoktan seçmeli” sınavlar üzerine kurulu. Bunun tefekkür, anlama, idrak, kavrama, özümseme, tartışma, ifade etme kültürünü darmaduman ettiğini görmemiz gerekir. Bu sistemin en bariz özelliği incin cincik tabir ettiğimiz, hayatta çocuğun hiç işine yaramayacak detayları bulup çıkarması ve sormasıdır. Bunu yaparken en lüzumlu şeyleri atladığımızı görmezlikten geliyoruz. Bir gençten bir fizik, bir kimya, bir biyoloji üstadından daha fazlasını bilmesini ve ezberlemesini istiyoruz. Ama kendisiyle, çevresiyle, hayatla, Allah’la nasıl bağ kuracağını yeterince anlatmıyoruz, anlatamıyoruz. “Hele şimdi kafasını karıştırmayalım, şu sınavı bir geçsin.” düşüncesi en büyük kaygımız. Bizim boş bıraktığımız alanlarda atı alan Üsküdar’ı geçerken, bize ardından hayıflanarak bakmak kalıyor.        

 

Müslüman deizme ve ateizme nasıl bakmalıdır? Deizm ve ateizmden korunmak için ne gibi tedbirler almalıyız bize tavsiyeleriniz nelerdir?

Buraya kadar söylediklerim sanırım bu sorunuzun cevabını yeterince veriyor. Hakkında çok konuştuğumuz gençlerimiz için deizm, dinin Tanrı’sının ödünç alınıp kalanının atıldığı, modernliğin tabiatına, 21. asrın talep ve ihtiyaçlarına uydurulmuş, yarı mistik bir yaşam kültürüdür. İnanmadan, ait olmadan yaşama tercihinin, aykırılığın ve direnişin şimdilik bir sembol kavramıdır. Öyleyse, inanmanın, ait olmanın, aklıselim tercihler yapmanın, uyum, huzur ve ahengin, yüreklerin birlikte atmasının anlam ve önemini anlatarak işe başlayabiliriz.  

 

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

 

 

Röportaj Nurten YÜCEL

 

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Ankara HBV Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.