Belirsizlik Ve Ümitsizlik Enkazı

Kuyuya terk edilen Hz. Yusuf, ateşe atılan Hz. İbrahim, kocaman bir balığın yuttuğu Hz. Yunus, çocuklarını depremde kaybeden ve diline, yüreğine kadar ilerleyen hastalığı ile sınanan Hz. Eyüp, neredeyse tüm sevdiklerinin ölümünü görmüş kimsesiz büyümüş Hz. Muhammed (s.a.v.)… Tüm peygamberler imtihanların en acılısından ve en zorundan geçmişler.
Küçükken ailem her peygamberin ayrı ayrı hayatını anlatan hikâye kitapları almıştı. Aslında her biri bizlere örnek olmak üzere tüm bu sıkıntıları yaşamışlardı.
İnsan en çok da ne yapacağını bilemediği zaman ümitsizliğe düşüyor, için için korkuyor. Çünkü insan bilmediğinden çok korkar. Bu sıkıntıyla nasıl baş eder? Bundan sonraki adımı ne olacak?
Şöyle bir geçmişe dönüp bakarsak 2020 yılında hepimiz evlere hapsolmuştuk. Koronaya ilk yakalananlardan birisi de bendim. Aman Allah’ım, tedavisi bilinmeyen, şekerli su kadar etkisi olan parol dışında hiçbir ilaç yazılmayan, dehşet verici ağrısının yanı sıra aileniz dahil tüm insanların en ufak öksürdüğünüzde sizden koşarak uzaklaştığı, televizyonlarda titreyerek yere düşüp ölen insanların ve her gün ölen kişilerin sayısının verildiği haber bültenleri… Yaşadık değil mi tüm bunları? En çok korkutan böyle güçlü bir salgınla ilk defa karşılaşmış ve tedavisinin bilinmiyor oluşuydu. Özetle, kocaman bir çaresizlik ve belirsizlik. 2023 yılındaki ben 2020 yılındaki bana ne derdi biliyor musunuz? “Gözyaşlarını sil, koronayı şimdi hiç hatırlamıyorsun bile…”
Hayır, ana temamız bu yaşananları unutacak olmamız değil, ders çıkarmamız gerektiği, acıya değil de çözüme odaklanmamızın bize faydalarına değinmek… “Her şey güzel olacak” masalı yerine “Nasıl üstesinden gelebiliriz” ve “Nasıl önlem alabiliriz” üzerinde düşünmek lazım. Zira beynimiz maval okumalarına karşı kayıtsız kalacağından çeşitli sorularla onu cevabı bulmaya teşvik etmeliyiz. Bu doğrultuda ne yapabileceğimize ilişkin bazı ilhamlar, geçmiş zamandaki tecrübelerden faydalanılarak kazanılabiliyor.
Depremzedelere gönüllü psikolojik destek için çabaladığım günlerden bir gün hem Van depremini hem 6 Şubat’taki depremi yaşayan bir aileyle ilgili bir bilgi almıştım. Elbette ki üzgünlerdi, bu durum kimseyi mutlu edemezdi. Ama ilk depremden sonra tekrardan ayağa kalkmış ve o süreçleri yaşayıp görmüş birisi olarak geleceğe ilişkin daha ümitliydi. Belirsizliğe karşı yalnız olmadığını hissetmenin iyileştirici bir yanı vardır.
Zihnin sekteye uğradığı, sanki hiçbir şey eskisi kadar güzel olmayacak gibi hissetmek kaçınılmazdı. Evet, zaten kırılan bir şey eskisi gibi olur mu hiç? Bir şeyin eskisi gibi olmaması, yarınların sadece kötü şeyleri getireceğini kanıtlamaz. Ya da yarınların daha güzel olmayacağını da…
Kırılan sadece faylar değildi, enkazda kalan sadece eşyalar ve insanlar değildi. Hayaller, emekler, birikimler, ümitler… O kırıkların izlerini geçirecek bir merhem arayışındayken kabulleniş ile tanışırsın. Değiştiremeyeceğin ve olmuş olanı kabul etmek.
Acıyı kabullenmek demek hiçbir şey yapmamak ya da vazgeçmek demek değildir. Acıyı kabullenmek ona rağmen değil onunla birlikte yaşamaktır. Buruk bir istekle, denemeye devam ediyorum demektir. Kabul etmeyi istemek değil, kalben tüm duygularınızla kabul etmektir. Hayatta yitirdikleriniz veya yaşayamadığınız mutluluklarda saklı değildir. Hala yaşayabileceklerinize dokunmaya çalışmaktır. Evet, bazen de tabiri caizse küllerinden doğmaktır.
Bu konuda kartal örneği gelir hep aklıma. Kartallar ortalama 40 yıl yaşarlar. Nadiren de olsa 80 yıl kadar yaşayan kartallara rastlanılabiliyor. Ama bu nadirliğin içinde bir yeniden doğuş hikâyesi saklı. Kartallar 40. Yaşlarına yaklaşırlarken gagaları öylesine uzar öylesine içine doğru kıvrılır ki herhangi bir şeyi gagaları ile tutup parçalayamaz, yiyemez hale gelirler. Sadece bununla da kalmaz tüyleri kalınlaşır, uçmak için gerekli donanımı kaybederler. Hatta aynı şekilde pençeleri de çok uzayıp içe doğru kıvrılıp avını tutma kabiliyetlerini de yitirirler. Dolayısıyla yaşamlarını devam ettirebilecek tüm yetilerinin kayboluşu kendisinin ölümüyle sonuçlanması kaçınılmaz oluyor. Yalnız bazı kartallar hariç… Onlar kendilerini dağlara verir, sarp kayalara sığınırlar. Yanlış anlaşılmasın, korunmak için değil! Önce gagalarını o sert kayalara vurarak paramparça ederler. Yerine yenisi ve sapa sağlam bir gaga çıkabilmesi için. Subhanallah! Daha sonra o yeni çıkan gençlik yıllarındaki gibi işlevli gagasıyla tüylerini ve tırnaklarını teker teker yerinden sökerler. Aman Allah’ım bu nasıl bir acı! Yerine süzülmesinin rahat olduğu hafif kanatlar ve avını kolayca yakalayabilecek pençesindeki tırnakların çıkması için. Böylelikle bir 40 yıl daha bu göklerin hâkimi olabilme imkânı yakalarlar…
İşte deprem gibi benzer afetlerden sonra da aynı bu kartal gibi kendi dağımıza çekiliyoruz. Ama ne için? Ölümü bekleyen kartallar mı yoksa artık gerçek kabullenişle adım atmak için mi? Göklerdeki eski hür ve şanlı zamanlarını hatırlayan ve o günlere özlem duyan bir kartal gibi. Sadece geçmişe ve kaybettiği özgürlüğüne, imkânlarına takılı kalan değil, yeni özgürlüğü için acı, zahmetli o yoldan geçen bir kartal yalnızca gerçek kabullenişi tadar.
Pasif değil aktif bir kabulleniş bu. Ümit etmeyi bırakmaksızın, o kuyudan kurtulacağını ümit ederek ve sesini duyurmaya çalışarak, o koca balığın karnında bile duayla kurtuluşu temenni ederek, tekrar eski sağlığına kavuşmak için Allah’a el açarak, kimsesiz büyüse ve sevdiklerini tekrar döndüremeyeceğini bilse bile iyiliği yaymaya devam ederek bir kabulleniş bu. Kıyamet koparken bir fidan dikmek gibi.