Müslümanların Kurtuluşu Fedakarlıkla Mümkündür

Fedakârlık, kişinin ulvî bir gaye uğrunda kendi çıkarlarından vazgeçmesi ve özveride bulunması şeklinde tarif edilebilir. Bir Müslüman için fedakârlık; kişinin dâvası ve inandığı değerlerin muhafazası için sıkıntı ve zahmetlere göğüs germesi, elini taşın altına koymasıdır. İnsanın davaya bağlılığı fedakârlığı ile mütenasiptir. Kişi davası uğruna sevdiklerinden vazgeçmezse davasına olan sevgisine inanılmaz.
Kardeşlerim! Mukaddesatı için fedakârlıktan kaçınan toplumlar istikballerini tehlikeye atarlar. Bu hakikat ayet-i kerimede şöyle ifade buyrulur: وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَة“Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” Ayetten anlaşılan şudur ki; canını malını, namusunu şerefini, dinini diyanetini muhafaza etmenin yolu özellikle malî fedakârlıktan geçmektedir.
Cenab-ı Hakkın rahmetine ve re’fetine nail olmanın yolu da O’nun rızasını gözeterek gerektiğinde canı ve malı feda etmekten geçer. Ayette bu husus şöyle dile getirilmektedir:وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّه وَاللّهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ “Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah’ın rızasına ermek için kendini feda eder, Allah ise kullarına çok re’fetlidir/şefkatlidir.”
Saygıdeğer okuyucular! “Önce can sonra canan” diye bir söz vardır. Bazıları için bu böyle olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki bir Müslüman için “önce canan sonra can”dır. Önce Allah, sonra Resûlullah, sonra candır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ “…iman edenler en çok Allah’ı severler…” ve النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ “Peygamber, mü’minlere kendi nefislerinden daha mukaddemdir/önceliklidir…” buyurarak bu hususa dikkatlerimizi çeker. Hz. Peygamber de benzer ifadelerle şöyle buyurur: لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ “Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”
İslam tarihinde Ashâb-ı Kehf’in imanlarını muhafaza etme uğruna mağarayı saraya tercih etmeleri, hicrette Hz. Ali’nin “varlığım Peygamber’in varlığına armağan olsun” dercesine Hz. Peygamber’in yatağına yatıp canını ortaya koyması, Suheyb-i Rûmî’nin hicret uğruna bütün malından vazgeçme durumunda kalması, Mekkeli Müslümanların Mekke’de karşılaştıkları dayanılmaz işkence, tazyik ve zulüm karşısında mal ve mülklerinden vazgeçip inançları uğruna Medine’ye hicret etmesi, diğer yandan Medineli Ensar’ın Muhacir’lere kucak açması fedakârlığın güzel örneklerindendir.
Fedakârlık mü’minlerin her zaman şiarı olmalıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de cennetin kendileri için hazırlandığı muttakilerden bahsedilirken şöyle buyrulmuştur: الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء “Onlar bollukta da darlıkta da sarf ederler…” Bir başka ayette iseالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُواُ مَنًّا وَلاَ أَذًى لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ “Mallarını Allah yolunda sarf edip sonra sarf ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” buyrularak fedakârlığın sadece rızay-ı ilahî için olması gerektiği hatırlatılmıştır.
Değerli okuyucular! Allah Teâlâ, kulunu لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا مَا آتَاهَا ayetinde ifade buyrulduğu üzere kendine verdiği imkânlar nispetinde sorumlu tutar. O, hiç kimseyi gücünün fevkında mükellef tutmaz. Bu sebeple fedakârlığın boyutu ve koordinatları çok geniştir. Herkes her fedakârlığı yapamaz, ancak herkes bir çeşit fedakârlık yapabilir. Bu fedakârlık mal mülk, makam mevki, ilim, zaman, uzmanlık, tecrübe, izzet, ikram, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet gibi şeylerde tezahür edebilir.
Bugün Müslüman milletin, zalimlerin zulmüne maruz kalmalarının temelinde rahata düşkünlük, nemelazımcılık, sorumluluktan kaçma ve çıkarlarını değerlerinin önüne geçirme gibi kötü vasıflar vardır. Akılda kalıcı olması bakımından burada sizinle bir hatıramı paylaşmak isterim. Yıllar önce Erzurum’da Cuma günü bir camide “Müslümanlar Neden Geri Kaldı?” konulu bir vaaz vermiştim. Konuyu teferruatıyla anlatmaya çalıştım. Cami çıkışında vaazı dinleyen bir kardeşim bana şunu söyledi: “Hocam, sizin vaazınızdan anladığım kadarıyla biz Müslümanlar geri kalmışız. Çünkü yıllardır yatmışız ve atmışız.”
Bu kardeşimiz vaazımızı iki kelimeyle özetlemişti. Bu ifadeyi biraz açmasını kendisinden rica ettim. Şöyle izah etti: “Biz Müslümanlar konforumuza çok düşkünüz, çalışmıyoruz, mücadele etmiyoruz, koltuklarda ya da yataklarda yatıyoruz fakat cephelerde ya da mevzilerde yattığımızı sanıyoruz. Bir de suçu ve sorumluluğu hep başkalarına atıyoruz. Ortada bir suç varsa ya da bir sorumluluk yüklenmek gerekiyorsa onu da başkasına atıyoruz.”
Bu güzel ve veciz tespitinden ve izahından dolayı kardeşimi tebrik ettim ve onun bu ifadelerini yeri geldiğinde diğer kardeşlerimle paylaşacağımı söyledim. Sizlerle de paylaşmış oldum.
Değerli kardeşlerim! Soruyorlar: Müslümanlar ne zaman kurtulacak? el-Cevap:
1. Değerlerini çıkarlarının önüne geçirdikleri zaman.
2. Yatmaktan ve atmaktan vazgeçtikleri zaman.
Şu bir hakikattir ki felaha erecek ve dareyn saadetine nail olacak olanlar, maddeye esir olmayan; rahatını, konforunu mukaddesatı için terk eden ve nefsinin egosunu kıran kimseler olacaktır. Ayet-i kerimede bu husus, فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun, dinleyin, itaat edin ve harcayın, kendiniz için hayır yapın. Her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” şeklinde ifade buyrulmuştur.
Unutmayalım ki, bugün sahip olduğumuz değerlerimiz birilerinin fedakârlığının bir neticesidir. Şu halde bu değerleri sonraki nesillere emanet etmek için bizim de yeri geldiğinde anadan, yardan, serden geçmemiz imanımızın gereğidir.