MEFKURE- Ümmetin “Ba’su Ba’del Mevt” İhtiyacı

MEFKURE- Ümmetin “Ba’su Ba’del Mevt” İhtiyacı

Toplum nasıl düşünürse düşünsün ve nasıl yaşarsa yaşasın, bizler Müslümanca düşünmek ve Müslümanca yaşamak mecburiyetindeyiz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Sizden hiçbiriniz ‘ben insanlarla beraberim, onlar iyi olursa ben de iyi olurum, onlar kötü olursa ben de kötü olurum’ diyen şahsiyetsiz kimse gibi olmasın. Bilakis insanlar iyi olduklarında siz de iyi olmaya, insanlar kötü olduklarında, onların kötülüklerinden kaçınmaya kendinizi alıştırınız.”[1] buyurmuşlardır.

Maalesef zamanımızda kötülükler o kadar şuyû bulmuş ve toplum nazarında o kadar meşrûluk kazanmıştır ki birçok insanımız bu kargaşa içerisinde kaybolup gitmektedir. Bu hususta resmî ideolojinin bizzat devlet eliyle yaptığı tahribat ise tahminlerin çok fevkindedir.

Toplumumuz görülmemiş bir şekilde dejenere edilmiş ve İslâmî kimliğini yitirmiştir. Öyle ki yardım için uzatılan eller itilmekte ve tedavi için verilen ilaçlar kusulmaktadır. Bir bünyenin mikroba karşı bu derece bağışıklık kazanması dehşet verici bir olaydır. Böyle bir durum karşısında Müslümanlara her zamankinden daha çok sorumluluklar düşmektedir.

Toplumu uyuşukluktan ve düzenin cenderesinden kurtarıp fitneyi ortadan kaldırmak ve insanımızı İslam’ın diriltici baharında yeniden canlandırarak Hakkı hâkim kılmak için tebliğ vazifemizi en iyi bir şekilde yapmak ve Hak olanı yaşayıp, Hak olanı konuşup yazmak mecburiyetindeyiz. Bu vazifemizi îfâ ederken gerek düzenin ve gerekse toplumun baskı ve yaptırımlarına asla aldırış etmemeli ve gayri İslâmî vasatlara uyum sağlamak endişesi ile İslâmî şahsiyet ve kimliğimizi kaybetmemeliyiz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kendinizi küçük düşürmeyiniz.” buyurmuş, Ashab-ı Kiram: “Ya Rasûlallah, kendimizi nasıl küçük düşürürüz?” diye sormuşlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden herhangi biriniz konuşması gerektiği bir hususta konuşmamıştır. Cenab-ı Hak mahşer günü ona soracak: ‘Şu mevzuda konuşmaktan seni ne alıkoydu?’ O kişi cevaben: ‘Halkın korkusu’ diyecek. O zaman Cenab-ı Hak şöyle buyuracak: Korkman gereken sadece bendim ben!”[2]

Abdullah bin Mesud radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“İsrailoğullarına (dînî cihette) arız olan ilk noksanlık, onlardan bir adam (günah işleyen) bir kimseye karşı gelir de: Bana bak, Allah’tan kork, işlemekte olduğun şeyi terk et, zira o sana helâl değildir, derdi. Daha sonra ertesi gün ona aynı halinde devam ederken karşı gelir, bu hal kendisini onunla yiyip içmekten oturup kalkmaktan alıkoymazdı. Onlar böyle yaptıkları vakit Allah kalplerini birbirine benzetti. (dedi)” Sonra (şu ayeti okudu):

İsrailoğulları’ndan küfredenler, Davud ve Meryem’in oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri yüzündendi. Onlar, yaptıkları kötülüklerden vazgeçmiyorlardı. Yaptıkları şey ne kötü idi. Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir. Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır. Eğer onlar, Allah’a, Peygamber’e ve O’na indirilen Kur’ân’a inanmış olsalardı, kâfirleri dost tutmazlardı. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Maide 5/78-81)

Bundan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:

“Hayır, Allah’a and olsun ki ya iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız, zalimin eli üzerine (elinizi) tutarak zulmüne mani olursunuz ve onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız yahut Allah bazınızın kalplerini diğerine benzetir de onlara lânet ettiği gibi size de lânet eder.”[3]

Görülüyor ki, bir memlekette kötülükler açıktan yapılmaya başlandığında, Müslümanlar müdahale etmez, onlarla içli dışlı yaşayarak günah ve günahkârlara karşı tepki göstermez, nemelazımcılıkla iyilikleri emir, kötülüklerden nehiy vazifesini yerine getirmezlerse, akıbet toplu bir hüsran olur. İslam âleminin bugünkü perişanlığını ve düşmanlar karşısındaki mağlubiyetini, kendi isyan ve günahkârlığımızda aramalıyız.

Suriye cephesinde Bizans orduları ile savaşan komutanlar, Halife Hz. Ebubekir radıyallahu anh’a çok büyük bir düşman ordusu ile karşılaştıklarını, tehlikenin ve içinde bulundukları durumun korkunç olduğunu bir mektupla bildirmişlerdi. Hz. Ebubekir radıyallahu anh şöyle cevap yazdı:

“Toplanın, bir fert gibi olun. Sonra düşman ordusunu karşılayın. Siz Allah Teâlâ’nın dininin yardımcılarısınız. Allah Teâlâ dinine yardım edene yardım edecek, kâfirlik edeni de rüsvâ edecektir. Sizin gibi bir ordu, sayı azlığından mağlup olamaz. Fakat işlediği günahlar yüzünden mağlup olabilir. Binaenaleyh günahkârlardan sakınınız.”

Evet, bizler, bizi biz yapan öz değerlerimizden uzaklaştık. Zalimin zulmüne, fâsıkın fıskına seyirci kaldık ve bazen yardımcı olduk. Onlar her türlü isyan, günah ve kötülükleri ve hatta küfürlerini açıktan ve pervasızca icra ederlerken, önlerine çıkıp, “durun, bunu yapamazsınız!” deme cesaretini gösteremedik ve hakkı tebliğde kusur ettik. İslam milleti olarak yeni bir “Ba’su ba’del mevt”e muhtacız.

Burada şunu da ifade etmeliyim ki, bütün bu olumsuzluklara ve resmî ideolojilere rağmen, İslam ülkelerinde, çok kararlı, ciddi, şahsiyetli ve ne yapması gerektiğini bilen diriliş hareketleri de başlamış ve ümmetin yeniden İslâmî kimliğini kazanabilmesi için yürüyüşe geçilmiştir. Bu çabaların muvaffak olabilmesi için, Hakk’ı tebliğ, iyilikleri emir, kötülüklerden nehiy vazifemizi çok iyi bir şekilde yapmak, İslam’ı kendi aramızda en iyi bir şekilde yaşayıp hâkim kılmak ve Daru’l-Erkam eğitimleri ile insanımızı bilinçlendirip şuurlandırarak İslam’a ve İslâmî meselelere karşı duyarlılıklarını sağlamak ve onların kötünün ve kötülüğün karşısında, iyinin ve iyiliğin yanında yer almalarını temin etmek mecburiyetindeyiz. Böylece İslâmî dinamizm sağlanarak insanımız düzenin kontrolünden kurtulup İslam’ın kontrolüne girmiş olacaktır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme biat edip Müslüman olan bir bedevî, boğazını işaret ederek şöyle diyordu: “Şuramdan yara almak, şehit olup cennete girmek üzere sana biat ediyorum.”

İşte Müslümanların 30 yıl gibi çok kısa bir zamanda üç kıtada hâkimiyet kurmalarının sırrı.

 


[1] Tirmizî, Birr 63

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, el-Mektebetü’ş-Şamile, 25/49, H. No:12017; Abd bin Humeyd, Müsned, el-Mektebetü’ş-Şamile, 3/92, H. No:974.

[3] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.