MEFKURE-Müslümanca Yaşıyor muyuz?

MEFKURE-Müslümanca Yaşıyor muyuz?

“Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma 62/11)

Eski devirlerde ticaret kervanlarını bir sevinç gösterisi olmak üzere davul çalarak karşılarlardı. Peygamber efendimiz bir cuma günü hutbe okurken Medine’ye bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet olduğu üzere davul çalarak karşılanmıştı. Davul sesini duyanlar mescidi terk ederek kervanı karşılamaya koştular. Mescitte sadece 10 kişi kalmıştı. Bu duruma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üzüldüler ve yukarıdaki ayet-i kerime bu hâdise üzerine nazil oldu.

Elbette kazananlar mescitte kalanlar, kaybedenler de kervanı karşılamak için mescidi terk edenler olmuştur. Çünkü gerçek ticaret ahiret ticaretidir ve o ticaret Allah’a ve Rasûlüne tam bir teslimiyet ile mümkündür. Allah’a kullukta ve Peygamber’in sünnetine ittibada ihlâs ve samimiyet gösterenlerin ecirleri kat kat fazla verilecek ve gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşerin kalbinden geçirmediği nimetlere gark olacaklardır.

“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar. Sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en güzel kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri bununla müjdele.” (Saf 61/10-13)

Müslümanlar olarak kesinkes tercihimizi yapmak mecburiyetindeyiz: Ebedî olanı mı, yoksa fani ve geçici olanı mı? Sözle hepimiz ebedî olanı tercih ettiğimizi ifade ederiz. Fakat amellerimiz sözlerimizi doğrulamıyor.

• Günlük meşgalelerimize bakalım, Allah yolunda kaç saat çalıştık?

• Harcamalarımıza bakalım, Allah için kaç kuruşumuzu sarf ettik?

• İbadetlerimize bakalım, Allah’ı görürcesine bir huşû içinde miyiz?

• Konuşmalarımıza bakalım, Allah ve Rasûlünün razı olacağı kaç kelime konuştuk?

• Ticaretimize bakalım, helal ve haram hududuna riayet ediyor muyuz?

• Aile hayatımıza bakalım, İslâmî bir aile manzarası arz ediyor mu?

• Hülasa olarak A’dan Z’ye günlük hayatımızın bir muhasebesini yapalım, acaba biz Müslümanca yaşıyor muyuz? Böyle çok ciddi bir nefs muhasebesinden sonra, örnek gösterebileceğimiz kaç Müslüman bulabiliriz?

“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız. Kim dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şey veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (Şûra 42/20)

Geliniz, Allah yolunda öncelikle zamanımızdan ve malımızdan fedakârlık edelim. İslâm için bir hizmet mevzubahis olduğu zaman dünyevî işlerimiz ne kadar sıkışık olursa olsun İslâmî hizmete koşalım. Dünyevî maslahatlar için yaptığımız çoğu fuzûlî ve israf olan harcamalarımızı kısarak, mallarımızı İslâm’ın hâkimiyeti uğrunda ihlâsla harcama yarışına girelim. Sonra da evladüiyalımızı ve canlarımızı İslâm için fedaya hazır olalım. Bunun için kendimizi sürekli muhasebe altında bulunduralım. Gevşeyip gaflete düşmeyelim. Bizi devamlı başkalarının teşvik etmesini beklemeyelim. Kendi içimizden gelen bir azim, bir şevk ve bir gayret ile imanımızın gereğini yapalım. Dış görüntülere, dünya alâyişine, dünyacıların elindekilere ve tağutların debdebeli yaşantılarına asla iltifat etmeden, tevazu, vakar, sebat ve ihlâsla yolumuza devam edelim.

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar (duvara) dayanmış kerestelerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır; onlardan sakın. Allah onları kahretsin. Nasıl olup da döndürülüyorlar?” (Münafikûn 63/4)

Unutmayalım ki İslam, bir hayat dini ve bir devlet nizamıdır. Onu öğrenelim, yaşantımıza hâkim kılalım. Eskilerin tabiri ile elimizde demir asa, ayağımızda demir çarık dolaşarak ulaşabildiğimiz herkese, onun yüce prensiplerini tebliğ edelim. İslam’ı sürekli gündemde tutalım. Tağutların ve tağûtî düzenlerin oluşturduğu gündemlerin kör döngüsü içinde bunalıp kalmayalım. İmanımızdan kaynaklanan İslâmî hizmet ve kulluk heyecanımızı her zaman her yerde ta iliklerimize kadar hissedelim. Bilelim ki hislerin heyecanı geçici ve saman alevi gibi sönücüdür. İmanın coşturduğu heyecanlar ise devamlı ve nisan yağmurları gibi ihya edicidir.

Halimize bir bakalım: Kalpler körelmiş, hisler duyarlılığını kaybetmiş, tepkisiz bir toplum haline gelmiş, daha doğrusu getirilmişiz. Fert ve millet olarak günübirlik plansız ve programsız, darmadağınık bir yaşantıya mahkûm olmuşuz. Gündemimizde ciddi ve hayatî konular yok. Hatta “gündem” diye bir meselemiz bile yok. İçte ve dışta, bizim dışımızdaki merkezlerin ve medyanın oluşturduğu gündemlerin içinde kör bir cedelleşme ve çekişmenin zebunu olmuşuz. Müslümanlar olarak gündemi biz belirlemeli, milletimizi, gayri millî ve gayri İslâmî ortamların etkisinden korumalıyız.

Müslümanın gündemi İslam’dır. İslam’ın asırlar ötesine ışık tutan yüce prensipleridir. Vahiy kültürünün asırlar boyu meydana getirdiği Kur’an medeniyetidir. Bu paha biçilmez hazineyi meydana getiren altın nesildir. Bu çok zengin ve misli görülmemiş gündemi, bir hayat boyunca işlesek tamamlamak mümkün olmadığı gibi, güncelliğinden, tazeliğinden ve etkinliğinden de hiçbir şey kaybetmeyecektir. Çünkü o, Rab’den gelen, akıl ve ruha hitap eden diriltici bir nefhadır. Ruhsuz ceset ne ise, İslam’sız bir toplum da odur. Hatta daha manasızdır.

Müslümanlar olarak İslam’ın itikadî, siyasî, iktisadî, ahlâkî bütün esaslarını sürekli gündemde tutmayı bir vazife bilelim. Böylece insanımızın, düşünce, konuşma ve yaşantısında sürekli İslam olsun. Böylece tüm sahteliklerin, aldatmacaların, çifte standartların maskesini indirelim ve bizi köleleştiren bütün esaret zincirlerini kırarak gerçek hürriyete kavuşalım. Amerika ve diğer batılıların tağûtî ve şeytanî düzenlerinden kurtulup yeni dünya düzenini vahyin aydınlığında biz Müslümanlar kuralım.

“Mevla’mız Allah’tır. O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.”

Not: Bu yazı, merhum Zeki Soyak hocamızın 1995 yılında ilk baskısı yayınlanan Mefkure isimli eserinden alınmıştır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.