KUR’AN İKLİMİ- Kötülüklere İyilikle Karşılık Vermek

KUR’AN İKLİMİ- Kötülüklere İyilikle Karşılık Vermek

İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır.

 

Yüce Allah, Fussilet Suresi 34-35. ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ (34) وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (35)

İyilikle kötülük bir olamaz. Sen kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost oluvermiştir. Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.

İslam, insanlar arası beşerî ilişkilere çok önem vermiştir. Yüce Allah, Müslümanların birbirlerine daima sevgi, saygı ve hoşgörüyle davranmalarını tavsiye etmiştir. Birbirini seven birbirine karşı sevgi, saygı ve hoşgörüyle davranan fertlerden meydana gelen bir toplumda huzur, barış ve esenlik yaygınlaşır.

İnsan hatadan beri değildir. Hatasız insan yoktur. Her insan, zaman zaman bilerek veya bilmeyerek hatalı davranışlar sergileyebilir. İşte tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayetlerde yüce Allah, insanların birbirlerine karşı daima sevgi, saygı duyguları içerisinde hoşgörülü davranmaları gerektiğini, yapılan bir kötülük karşısında af yolunun tutulmasını tavsiye etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Elbette iyilik ve kötülük bir değildir. Sen, sana bir kötülük yapan kişiyi hoşgörüyle karşıla ve onu affet. Hatta ona iyilik yap ki aranızdaki düşmanlık, dargınlık ve kırgınlık yok olup gitsin. Zira insan kendisine iyilik yapana karşı bir mahcubiyet hissi içerinde olur. İçindeki düşmanlık, öfke ve kin duyguları yok olur. Kendisine iyilik yapana karşı sevgi ve saygı duymaya başlar. Böylece aradaki düşmanlık da ortadan kalkmış olur.”

Bir insan başkasına kötülük yaptığı zaman şeytan daima insan nefsine sinyaller göndererek yapılan kötülüğe kötülükle karşılık vermesi için kötü düşünceleri fısıldar ve kötülüğü telkin eder. Nefis ise insana daima kötülüğü emreder.[1] Böyle bir durumda şeytanın vesvesesinden kurtulmak için Yüce Allah’a sığınmak gerekir. Nitekim Yüce Allah, böyle bir durumda kendisine sığınılmasını emretmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, duaları işitip icabet eden ve her şeyi bilendir.[2]

İyilik ve kötülük elbette bir olamaz. Yapılan iyiliğe karşı iyilik yapmak her insandan beklenen bir davranıştır. Ancak yapılan kötülüğe iyilikle karşılık vermek, her kişinin yapabileceği bir davranış değildir. Kötülüğe iyilikle karşılık verebilen insanlar, şu iki özelliğe sahip olan insanlardır:

1. Sabırlı, erdemli insan,

2. Faziletli, olgun/kâmil insan,

Demek ki, ancak sabırlı, erdemli, olgun ve fazilet sahibi insan, kendisine yapılan hata ve kötülükleri hoş karşılayabilir ve karşısındaki insana iyilik yapabilir.

Bu iki ayette insanlar arası düşmanlık, dargınlık ve kırgınlıkların giderilme yolu açıklanmaktadır. Bu yol ise kötülüğe iyilikle karşılık vermektir. Bu elbette kolay bir şey değildir. Nitekim atalarımız; “iyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır.” demek suretiyle bu hususun önemine vurgu yapmışlardır.

Yüce Allah, bu ayette açıkladığı yöntemle insanlar arası beşerî ilişkilerin düzenli bir şekilde başarıyla yürütülmesinin metodunu öğretmektedir. Bu ayette açıklanan ve tavsiye edilen yöntem, gerçekten çok güzel bir yöntemdir. Ateş karşısında hiçbir buzun dayanması mümkün olmadığı gibi yani ateş karşısında buz erimeye, yok olmaya mahkûm olduğu gibi yapılan iyilik karşısında da insanda düşmanlık, kin ve öfkenin devam etmesi mümkün değildir. Zira kalpler kendisine iyilik yapana karşı sevgi beslemek üzere yaratılmıştır.

Burada konuyla ilgili asr-ı saadetten güzel bir örnek vermek suretiyle meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlamak istiyoruz:

İslam’ın Hz. Peygamber’den sonra ikinci halifesi olan Hz. Ebubekir’in (r.a) halasının oğlu Mıstah, fakir ve yoksul bir insandı. Dolayısıyla Hz. Ebubekir, halasının oğlu Mıstah ve ailesine birtakım maddî yardımda bulunuyor ve onlara destek oluyordu.

Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimizin değerli eşi Hz. Aişe’ye zina iftirası/ifk hadisesi olmuştu. Mıstah’ın da bu iftirayı yayanlar arasında adı geçiyordu. Bunu Hz. Ebubekir duyunca Mıstah’a çok kızmış ve artık ona hiçbir yardım yapmayacağına dair yemin etmişti. Mıstah ise kendisinin bu konuda masum olduğunu söylüyor ve sadece şair Hassan’ın bu konu ile ilgili söylediği şiire güldüğünü belirterek iftira atanlar arasında yer almadığını açıklıyordu. Mıstah, Hz. Ebubekir’in yanına gelerek; “Lütfen bizi başkalarına muhtaç etme! Allah’a, İslam dinine, şefkatin ve akrabalığımızın namına sana yemin ederim ki, ifk olayıyla ilgili bizim bir suçumuz yoktur.” diyerek özrünü beyan etmişti. Fakat Hz. Ebubekir yine de ikna olmamıştı. Mıstah’ın bu kendisini savunması ve yeminine karşı; “İftira edenlerden olmasan da söylenenlere gülmedin mi?” demişti.[3]

İşte Hz. Ebubekir ile Mıstah arasında bu şekilde sürtüşme devam ederken, Hz. Peygamber’e (s.a.v) şu ayet vahyedilmiştir:[4]

وَلَا يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

İçinizden fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.[5]

Bu ayet iner inmez Hz. Peygamber derhal Hz. Ebubekir’e haber göndererek onu çağırtmıştır. Hz. Ebubekir yanına geldiğinde: “Ey Ebubekir! Allah Teâlâ, bana bir ayet vahyetti. Allah Teâlâ, Mıstah ve ailesine yardımı kesmekten seni nehyediyor.” buyurmuştur.

Bu haberi duyan Hz. Ebubekir, “Allahu ekber” diyerek tekbir getirmiş ve Hz. Peygamber’e kendisi hakkında inen ayeti okumasını rica etmiştir. Nitekim Allah Resulü ayeti okumaya başlamış ve ayetin sonundaki أَلَا تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْAllah’ın da sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız?” kısmını duyar duymaz, “Evet Ya Rabbi! Rabbimin beni bağışlamasından elbette hoşlanırım ve onları kovmaktan kesinlikle vazgeçtim.” demiş ve yaptığı yeminden vazgeçerek halasının oğluna haber göndermiştir.[6] Bu olay üzerine Mıstah’ı çağırmış ve “Allah’a yemin ederim ki, sana bundan sonra daha önce yaptığım yardımdan daha fazlasını yapacağım.” diyerek önceki yaptığı yardımdan iki kat fazla olarak yardım etmeye başlamıştır.[7]

Bu olayda görüldüğü gibi sabırlı, fazilet ve erdem sahibi zengin Müslüman, kendisine karşı yapılan hataları hoşgörüyle karşılar ve insanları affederek onlara iyilik ve ihsanda bulunmaya devam eder. Zira o, Allah rızası için insanlara iyilik ve ihsanda bulunmaktadır. Allah da kendi rızasını gözeterek insanları affederek iyilik ve ihsanda bulunan kullarını sever, günahlarını bağışlayarak onları cennetle mükâfatlandırır.

Biz insanlar, nasıl ki Allah’ın işlediğimiz günahları affetmesi/bağışlamasını istiyorsak, biz de bize karşı hata yapan insanları affetmeliyiz. Böylece Allah da bizi affeder ve rızasına nail eyler inşallah. Şu husus asla unutulmamalıdır ki, affetmek büyük bir hayır ve fazilettir. Affetmek/bağışlamak hakiki müminlerin en önemli vasıflarından biridir. Nitekim yüce Allah, Şuara suresi 36-37. ayetlerde: hakiki mümini, Allah’a tevekkül eden, çirkin işlerden ve büyük günahlardan sakınan, öfkelenip kızdığı zamanda da insanları affedip bağışlayan kişi olarak nitelendirmektedir. Ayrıca yüce Allah, Âl-i İmran suresi 134. ayette öfkelerine hâkim olan müminleri övmekte, onlara mükâfat olarak genişliği yer ve gökler arası olan cennet bahçelerini vaat etmektedir.

Hz. Peygamber de gerçek kahramanın kızdığı zaman öfkesine hâkim olan kişi olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Allah resulü; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”[8] demek suretiyle Allah’ın kendisini bağışlamasını isteyenin önce kendisine karşı hata yapan/kötülük yapan insanları affetmeleri gerektiğine vurgu yapmaktadır.[9]

İslam’ın getirdiği yüce ahlakî ilkeler arasında “kötülüğe karşı iyilikle muamele etme” kuralı vardır. Allah’ın yarattığı temiz fıtratı bozulmamış olan insanları, bu ahlakî erdemlerle eğitmek ve yetiştirmek mümkündür. Bu güzel ahlakî vasıflarla muttasıf olan insanların meydana getirdiği toplumlar da huzur, barış ve esenliğin hâkim olduğu toplumlardır.

Netice olarak şunları söyleyebiliriz:

1. Hata yapan, kötülük yapan insanı affetmek, insanın kâmil iman sahibi olmasına vesile olur. Nitekim beşerî ilişkilerde hoşgörülü ve bağışlayıcı davranmak İslam’ın ön gördüğü güzel hasletlerdendir.

2. İnsan, Yüce Allah’ın kendi hata ve günahlarını affetmesini/bağışlamasını istemektedir. Şu husus asla unutulmamalıdır ki, insan kendisine yapılan kötülüğü hoşgörüyle karşılayıp affettiği sürece Allah da onu affedecektir. Zira insanın kendisine yapılan kötülüğü affetmediği halde Allah’ın kendi günahlarını bağışlanmasını beklemesi bir çelişkidir.

3. İyiliğe karşı iyilik yapmak her insanın yapabileceği bir şeydir. Ancak asıl önemli ve değerli olan kötülüğe karşı iyilik yapmaktır. Bu da her kişinin yapabileceği bir davranış değildir. Bu güzel davranışı ancak sabırlı, fazilet ve erdem sahibi Müslümanlar yapabilir.

4. Allah ve Resulünün sevdiği ve emrettiği bir işi yapmamak üzere yemin eden bir insan, yeminini bozmalı, o hayırlı işi yapmalı ve yeminini bozduğu için de kefaret vermelidir.

5. İnsanın sahip olduğu mal, mülk ve servetin gerçek sahibi yüce Allah’tır. Mal, mülk ve servet, insana Allah tarafından emanet olarak verilmiştir. Dolayısıyla insanın, bu emaneti gerçek sahibinin rızası dâhilinde kullanması gerekir. Sahip olunun mal ve servet, fakir ve muhtaçlara dağıtılırsa Allah bundan razı olur.

6. Fakir ve muhtaç insanlara ve akrabalara yapılan yardım karşılığında insanlardan herhangi bir beklenti içinde olunmamalıdır. Onların yaptığı hataları sebep göstererek yardımı kesmek doğru değildir. İyilik ve ihsanlar sırf Allah rızası için yapılmalıdır. İyiliklerin karşılığı Allah’tan beklenmelidir. İnsanlardan takdir ve teşekkür beklemek doğru değildir.[10]


*    Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri bölüm başkanı.

[1]    Yusuf, 12/53.

[2]    Araf, 7/200.

[3]     Arslan, Ali, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yay., İstanbul, 1984, 12: 116-118.

[4]     Buhârî, Şehâdât, 15, Meğâzî, 34, Tefsir 24. sure,  6, 11, Eyman, 18; Müslim, Tevbe, 56; Tirmizî, Tefsir 24. sure,  4; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 60, 197.

[5]    Nur, 24/22.

[6]     Buharî, K. el-Megazi, 34, K. Tefsiru’l-Kur’an, 6; Müslim, K. el-Tevhid, Hadis No 2770; Suyutî, Esbabu’n-Nüzul, İstanbul, 2015, 358; Râzî, Mefâtihu’l-gayb, Akçağ Yay., Ankara, 1993, 17: 14-15; Hazin, Lübâbü’t-teʾvîl fî meʿâni’t-tenzîl, Beyrut, ts., 3: 320; Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-beyan, Hisar Yayınevi, İstanbul, ts., 6: 131; Kurtubî. el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yay., İstanbul, ts., 12: 207.

[7]     Müslim, Tevbe, 56; Suyutî, Esbabu’n-Nüzul, 358; Kurtubî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, 12: 326-327.

[8]     Heysemî, Mecmau’s-Zevâid, 3: 17, 8: 187, 10: 193.

[9]     Kurtubî, el-Camiu li-ahkami’l-Kur’an, 12: 328.

[10]    Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İzmir, 1990, 8: 4187.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.