Kızıl Elma

Kızıl Elma

Yüce Allah, İslâm dîni için merkez olarak Mekke’yi seçti. Çünkü kendi evi olan Kâbe oradaydı. Mekke, Allah’ın şehri; Kâbe de Allah’ın evidir. Son peygamber Hz. Muhammed aleyhisselam da bu şehirde dünyaya geldi ve elli üç yaşına kadar bu şehirde yaşadı. Kırk yaşına geldiğinde Yüce Allah tarafından bütün insanlığa İslâm dinini yaymakla görevlendirilen Hz. Muhammed aleyhisselam, önce kendi yakınlarından ve kendi şehrinden işe başladı. Ne yazık ki, bu şehirde yaşayan insanların az bir kısmı hariç, büyük bir çoğunluğu onu anlayamadı ve dâvetini kabul etmediler. Anlamamakla ve kabul etmemekle kalmadılar, o güzel insana karşı durdu ve yoluna engeller çıkardılar. Peygamber Efendimiz de boş durmadı, onların bu engellerini aşmanın yollarını aradı ve buldu. Peygamberliğinin beşinci senesinde (615) ve altıncı senesinde (616) Müslümanların Mekke’den Habeşistan’a hicret etmelerine izin verdi. Bu iki hicret sayesinde İslâm, Habeşistan’da duyulmuş oldu. Neticede Habeş kıralı Necâşî Adhame ve daha başkaları Müslüman oldular.

Hz. Peygamber’in peygamberliğinin on üçüncü senesinde (622) Müslümanlar, O’nun izni ile Mekke’den Medine’ye hicret ettiler. Hz. Peygamber, herkesi (kadınlar ve çocuklar hariç) sağ-sâlim Medine’ye yolcu ettikten sonra kendisi de hicret edip bu şehre yerleşti. Hicret, cemaatten devlete geçiş oldu. Mekke fırınında pişen ve olgunlaşan Müslümanlar, Medine İslâm devletini kurdular. Devletin kurulmasından sonra İslâm dîni daha hızlı yayıldı. Müşriklerden ve Yahûdîlerden oluşan düşmanların engelleme çabaları hiçbir işe yaramadı. Onlar ne kadar engel olmaya çalıştılarsa İslâm o derece hızla yayıldı. Düşmanın engelleme çalışmaları, Müslümanları iyice aşka, heyecana ve galeyana getirdi. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” beyti tam da bu tarihi gerçeği ifade etmektedir.

Hayatı îmân ve cihâddan ibaret olan Hz. Peygamber Efendimiz 632 yılında vefat ederken Arap Yarımadası tamamen fethedilmiş ve İslâm devletinin toprakları haline gelmişti. Birinci halife Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm, bu yarımadanın dışına taştı. İslâm devletinin cihâd orduları iki koldan, Irak ve Suriye cephelerinden öyle bir çıkış yaptılar ki, kısa zamanda İslâm dinini birçok insana ulaştırdılar. İkinci halife Hz. Ömer, bu iki cepheye üçüncü cephe olarak Mısır cephesini ilâve etti. Müslüman mücâhidler bu üç cephede îmân ve aşk ile cihâd ediyor ve Allah’ın dînini Allah’ın kullarına ulaştırma mücadelesi veriyorlardı. Niyyetleri samimi olduğu için Yüce Allah da onlara yardım ediyor ve mücâhidler başarıdan başarıya koşuyorlardı. Hz. Ömer’in hilâfet yıllarında Sâsânî İmparatorluğu dağılıyor ve Müslümanlara Orta Asya’nın kapıları açılıyordu.

Hz. Ömer’in Suriye genel valisi olan Hz. Muâviye, Kıbrıs adasını fethetmek istiyordu. Bugüne kadar da İslâm orduları denizlerde savaş yapmamışlardı. Hz. Muâviye, halifeden deniz savaşları için izin istedi. Halife “Biz Araplar, şimdiye kadar denizlerde savaşmadık; henüz deniz savaşlarını bilmiyoruz.” diyerek ona bu izni vermedi. Medine’den uzak bölgelerde savaşan İslâm mücâhidleri, halifeden evlerini cihâd cephelerine yakın şehirlere götürmek için izin istediler. Halife, “Siz, bana burada da lazımsınız.” diyerek onlara da evlerini nakletme izni vermedi. Ama sık aralıklarla cephelerden Medine’ye gelmek, eşlerine ve çocuklarına kavuşmak için izin verdi. Hz. Ömer, bu iki yasağıyla hem ordusunu düşebilecekleri tehlikelerden koruyor hem de İslâm ümmetini merkeze bağlı olarak yetiştiriyordu.

Üçüncü Halife Hz. Osman, Hz. Ömer’in bu iki yasağını da kaldırdı. Müslümanlar, kısa zamanda denizlere açıldılar ve hemen Kıbrıs’ı fethettiler. Horasan’da, Suriye’de ve Afrika’da cihâd eden Müslüman mücâhidler, evlerini Medine’den alıp cihâd cephesine yakın şehirlere götürdüler. Habeş ve Medine hicretini yaşayan Müslümanlar, hayatlarının en kapsamlı hicretini yaşamaya başladılar. İslâm uğruna, doğup büyüdükleri şehirleri terk ettiler. İslâm’ı daha ileri noktalara götürmek için çok sevdikleri Mekke’den ve Medine’den ayrıldılar. Bu ayrılış, İslâm için büyük bir sıçrama oldu. Hz. Peygamber’in dizinin dibinde yetişen sahâbe-i kirâm efendilerimiz, eşleri-çocukları ve hadis kültürleriyle gittikleri beldeleri sulamaya ve yeşertmeye başladılar. Fethedilen yerlerde ciddî İslâmlaşma faaliyetleri başladı ve Allah’ın kulları Allah’ın gerçek dîni ile buluştular, Müslüman oldular ve kurtuldular. Hz. Osman’ın bu iki kararı İslâm için çok büyük hayır kapılarının açılmasına vesile oldu. Emevîler ve Abbasîler de bu hızla devam ettiler. İslâm’ı Atlas Okyanus’u kıyılarına kadar götüren Ukbe b. Nâfî “Yâ Rab! Önüme bu deniz çıkmasaydı senin adını daha ileri noktalara kadar götürürdüm.” dedi. Ondan sonra gelenler de Avrupa’ya döndü ve Endülüs’ü fethettiler.

Hz. Peygamber Efendimizle birlikte yaşayan ve onun ashâbı olma şerefini elde eden o güzel insanların çoğunun kabri Mekke ve Medine’de değildir. Çünkü onların birçoğu, cihâd için gittikleri yerlerde şehid düştü ve oraların tapusunu aldılar, oralara sahip oldular. Onlardan biri de hicretten sonra Hz. Peygamber’i evinde misafir eden ve bugün İstanbul’un sahibi olan Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî’dir. Yüce Allah, bu güzel insanların hepsinden râzı olsun! (Âmin)

İslâm dâvâsı uğruna yerini, yurdunu, memleketini, doğup büyüdüğü toprağı terk eden ikinci millet Türklerdir. Onlar Orta Asya’dan getirdikleri kızıl elma mefkûresi ile İslâm’ın cihâd ruhunu birleştirdi ve üç kıtaya hâkim oldular. Kızılelma, Türk mitolojisinde Türkler ve özellikle de Oğuzlar için, üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda câzibesi artan ülküleri veya düşleri simgeleyen bir ifadedir. 1453’e kadar Müslüman Türkler için kızıl elma, Peygamberimizin “Elbette İstanbul fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, askerleri de ne güzel askerdir!” hadis-i şerifinden dolayı İstanbul idi. İstanbul fethedildikten sonra kızıl elma Viyana oldu. Ecdadımız, ömrünü bu uğurda tüketti. Bu dâvâ için üç kıtaya hâkim oldu. Tuna nehrinde aldığı abdestin namazını Afrika çöllerinde kıldı. Kafkas dağlarında getirdiği tekbirin yankıları Yemen kıyılarından geldi. İstanbul’da okuduğu ezan üç kıtadan duyuldu.

Şimdi dünyamız, üçüncü ve çok daha büyük bir göç dalgası yaşıyor. Bütün İslâm milletlerinden büyük bir kalabalık topluluk dünyaya yayılıyor. Kimisi geçim kaygısı ile kimisi tahsil arzusuyla kimisi daha başka sebeplerle Amerika ve Avrupa’ya göç ediyorlar. Bu göç edenler, önceki iki nesli örnek edinirlerse kızıl elmamız bütün bir dünya olacak ve göreceksiniz yakın zamanda biz hedefe ulaşacağız. Ama şunu bilin ki, hedefe ulaşmak tembel ve uyuşuk insanlarla olmuyor; gözünü budaktan esirgemeyen mücâhidlerle oluyor. Biz de kızıl elmaya ulaşmak için işte böylelerini arıyoruz.

Var mısınız?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.