KAPAK – Rabbim, Bir Ömrü Bir Haftaya Sığdırdı

KAPAK – Rabbim, Bir Ömrü Bir Haftaya Sığdırdı

Kıymetli kardeşlerim! Öncelikle çıktığımız bu seferde hızlarına yetişemediğim, bizden önce kanatlanıp Rabbimizin cennetine uçan kardeşlerimizin  şahadetlerini tebrik ediyor,  Rabbimden onlara rahmet talep ediyor, yine Rabbimizin bizi de onların şefaatine dahil etmesini diliyorum. Biz onlara yetişemedik; inşaallah onların çizgisini, direnişini, mücadelesini sürdürenlerden oluruz. Yine şuan çok sayıda yaralı kardeşimiz var onlar için Rabbimizden şifa niyaz ediyoruz.

Bir hususun daha altını çizmek istiyorum. Eğer şuan burada size hitap ediyorsam, konuşabiliyorsam sizin dualarınız sayesinde olduğunun farkındayım. Bizim orada bulunduğumuz günler zarfında sizlerin nasıl bir içtenlikle Allah’a yalvardığınızı, nasıl gözyaşı döktüğünüzü çok iyi biliyorum. Bu konuda bizden fazla sizin üzüldüğünüzü, bizden fazla zorluk ve sıkıntı çektiğinizin de farkındayız. Bu bakımdan özellikle hakkınızı helal etmenizi istiyorum. Masum yüreklerin samimi dileklerinin Allah azze ve celle tarafından  nasıl müstecab olduğunu emin olunuz ki gerek gemide esir iken gerekse hücrede iken birebir hissettim. O ortamda Allah’ın verdiği sekinet, itminan, huzur ve özgüveni Müslümanların duasından başka bir şeyle izah etmenin mümkünü yoktur.

Gemide esir alındıktan sonra Allah Rasulü sallallahu aleyhi  ve sellem efendimizin sahih bir hadisi şerifi aklıma geldi. Efendimiz yolculuğa çıkan üç kişiden bahsediyordu. Bu üç arkadaş gece bir mağaraya sığınıyorlar. Gece dağdan kopup gelen bir kaya parçası mağaranın ağzını kapatıyor ve mağarada mahsur kalıyorlar. Fizikî güçleri mağaranın ağzını tıkayan taşı atmaya kesinlikle mümkün değil. Aralarında şöyle konuşuyorlar: “Şuan bilgi, beceri, fizikî bilek gücümüzle bu belayı savmamız bu musibetten kurtulmamız mümkün değil. Ancak her birimiz şuana kadar yaşamış olduğumuz hayatta Allah’ın hoşuna gidecek hangi amele sahip isek o amelimizi Allaha arz edelim, onunla dua edelim, inşallah o sayede mağaranın kapısı açılır ve biz de bu mağaradan kurtulur kendi hayatımıza geri döneriz.”

İsrail Siyonist askerleri bizi esir aldıklarında o mağarada ki üç kişi aklıma geldi. Bu çemberi kırmak için acaba hangi amelimle Allaha dua etsem diye düşündüm, tıkandım kaldım. Ama nasıl oldu bilmiyorum, gaipten bir el gemidekileri aldı, çıkardı ve bugün sizlerle beraberiz. Ve ben bunu şuna bağlıyorum orada ben dua ettim ve tıkandım. Döndüğümde anladım ki sizin dualarınızla ümmetin evlatları büyük bir belanın, büyük bir musibetin  def olduğuna şahit oldular. Yani bizim silahımız duamızdı, bizim silahımız duruşumuzdu, bizim gücümüz yüreklerin derinliklerinden gelen yakarışımız, tevekkülümüz, teslimiyetimiz, inkiyadımız  ve itimadımızdı. Sakın dua hassasiyetinizi kaybetmeyiniz. Sadece böyle zor anlarda dua etmek aklımıza gelmesin. Hayatımızın her anını dua kuşatsın. 

Gemide bulunduğumuz günlerde ve zindanda bulunduğumuz günlerde kendimi Allah’a alabildiğine yakın hissettim. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum.  Gemideki bir sohbetimizde de dile getirdim. Allah azze ve celle belki de kendisiyle yakın olabilmemiz için bu seferi bize nasip etti. Ama bir şeyi daha hatırladım. Kur’anı Kerim en azgın müşriklerin bile deniz yolculuğuna çıktıklarında kopan bir fırtınayla  gemileri alabora olmak üzereyken tüm ihlaslarıyla Allah’a yönelip dua ettiklerinden ama fırtına geçip düze, sahile çıkınca tekrar eski şirklerine ve putlarına döndüklerinden bahsediyor. Fırtınalı günlerde Allah’a yaklaşan düze çıkınca Allah’ı unutan kullardan olmayalım. Allah’a uzak düşenlerden olmayalım. Allah azze ve celle ile olan inkıyadımızın, itimadımızın ve birlikteliğimizin kalıcı ve köklü olması lazım. Şu an Gazze, Filistin ve gemi konuşuluyor. Şu sıcak günlerde konuşuluyor ama dikkat edelim yarın gündemler değişince bizim gündemimizi yine başkaları belirlemesin. Ve biz bu noktadaki sorumluluklarımızı hayatımızın her anına taşıyabilme noktasında gerekli çabayı, gayreti, hassasiyeti inşallah sonuna kadar sürdürelim. Neden çoğu zaman gündemlerimizi başkaları belirliyor ve biz de o gündemlerde takılı kalıyoruz. Sizlerin bu bilinç ve bu inancınızla kendi gündemini belirleme, kendi sorumluklarını kuşanma noktasında gerekli hassasiyeti göstereceğinizden eminim. 

Biz gemideydik ama kendisi gemide olmadığı halde inanıyorum ki çok daha fazla bu işin heyecanını, bu sevdanın aşkını, samimiyetini yaşayanlar var. Gemide de öyle insanlar vardı. Daha dünyadayken cennetlikler nasılmış gördük. Allah onlarla o gemide buluşmayı, görüşmeyi ve beraber olmayı  nasip etti. İzmir’den gelen Cengiz Songür kardeşimiz de şehitlerimiz arasındadır. Geminin içerisinde kendisiyle tanıştık. Antalya’da gemiye bineceğimiz zaman İzmir’den eşi ve çocukları da uğurlamaya gelmişlerdi. Cengiz kardeşimiz gemiye bindikten sonra o anları şöyle anlatmıştı:

“Altı tane kızım var. Tam gemiye binerken kızlarımdan biri bana sarıldı ve cebime bir şeyler koyuverdi. O an heyecanlıydım dikkat etmedim, bakmadım. Gemi hareket ettikten sonra merak ettim baktım ki bir mektup yazmış.” Kızı mektupta babasına diyor ki:

“Aslında sana söylemek istediğim yüzlerce cümle var  ama Filistin deyince hele ki oraya giden sen olunca kelimeler ağzımda düğümleniyor. Korkuyorum baba. Kardeşlerimin gözündeki hüznü, annemin yüzündeki endişeyi gördükçe korkuyorum. Ama sonunda seni kaybetmek de olsa git baba. Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git. Geriye bir tek abim dönse de git. Senin kızın olmak inan ki çok güzel baba.”

Cengiz bey kardeşimiz şehid olduktan sonra kızının mektubu üzerinde çıktı. Bu duyguları taşıyan Türkiye’de ve dünyada yüz binlerce yürek var. Geminin içerisinde ellinin üzerinde anne vardı. O anneler Gazzeli çocukları kendi çocuklarına tercih etmişler. Gazzeli çocukların ve yetimlerin başlarının okşanması gerekiyordu. Onları kucaklamak gerekiyordu. İşte bu toprakların insanları, anneleri şefkatlerini sadece kendi rahimlerinden gelen, kendi soylarından gelen insanlara tahsis etmediler. Bu gemi bu gerçeği ortaya çıkardı. Ben bu gemide kendi insanımızı yakinen tanıma fırsatı buldum. Yıllardır yanlış tanıdığım, yanlış tanımladığım, haksızlık ettiğim bu ülke insanı gerçeğini gemide tanıma fırsatı buldum. Yıllarca nasıl öyle bir yanlışa düşmüşüm diye düşündüm. Giderken milyonlarca yüreğin o gemide nasıl attığını hissetme fırsatı yakaladım.

Bu gemiyle dünyayı tanıma şansı yakaladık. Dünyanın kırka yakın ülkesinden gelen insanlar vardı. Farklı dinlerden, farklı mezheplerden hatta dinsizlerden, dinle imanla hiç ilgisi olmayan insanlar da geldi. Türkiye’de ellinin üzerinden ilden gelen, değişik cemaatlerden, gruplardan, derneklerden, vakıflardan, sivil toplum kurumlarından gelen insanlar vardı. 350 civarında farklı yapıdan insanlarla aynı gemide bulunduk. Yani öyle muhteşem bir armoni ki öyle müthiş bir fotoğraf ki kimi arasan bir arada bulabiliyorsun. Kardeşliğin tadını sonuna kadar doyasıya tadabildik. Hem de evrensel İslam kardeşliğini hem de maşeri vicdanı sonuna kadar yaşamayı Allah bize nasip etti. Bu gemi bizim içi çok ufuk açıcı oldu.  Çok umut verici oldu. Yıllardır kitapları kurcalayan, kendi çapında araştırması, soruşturması,  incelemesi olan biriyim. Ama bir haftanın bana verdiği dersler, Nuh’un mektebinde aldığım dersler belki bir ömrün hasılasıdır diyebilirim. Vicdan sahibi olmak neymiş orada gördüm. Siyer kitaplarında okuduğum Hilf’ül-Fudul bugünün şartlarında neye tekabül eder bunu yakaladım. Ebu Talib’i bu gemide tanıdım. Ve daha nice şeyler tanıma fırsatı buldum. İsviçre’den gelen bir profesör vardı. Şöyle şeklini şemailini görseniz hayret edersiniz, bundan böyle bir şey beklemezsiniz. Diyordu ki: “Her gün aynaya baktıkça Filistinli çocuklarla yüzleşiyordum, kendimle hesaplaşıyordum, utanıyor, yüzüm kızarıyor, kendimi affedemiyordum “Filistin bu halde iken sen hala İsviçre’de mi olacaksın?” diyordum. Çocuklarımda duygularımı paylaşıyorlardı. Ne zaman ki kendimi gemiye attım, yüreğimdeki bu sızıyı hafifletebildim.”

Cezayir’den gelen bir doktorla karşılaştık. Gemiyi duyunca Cezayir’de gemiyi organize edenlere müracaat ediyor. Kendisine “Kontenjan doldu, senin gidebilme şansın kalmadı.” diyorlar. Biniyor uçağa İstanbul’a geliyor. Elinde ne adres var ne de gemiyle ilgili bir bilgi var. Ne İHH’yı biliyor ne başka bir adres biliyor. İstanbul’da yön verecek, yol gösterecek kimseyi de bulamıyor. Bir kişi kendisine: “Bahsettiğin gemi İstanbul’dan değil Antalya’dan hareket edecek.” diyor. Atlıyor Antalya’ya geçiyor. Otogarda gemiyi soruyor.  Tabi bu arkadaş “gemi” diyor, “Gazze” diyor, “Filistin” diyor. Kimsenin haberi yok böyle bir şeyden. Bunun dışında bir bilgisi de yok Sonunda bir vatandaş diyor ki: “Bu Filistin, Gazze, gemi meselesini Antalya civarında bilse bilse Alanya’da bir gurup insan var, belki onlar sana yardımcı olurlar.” Hemen Alanya’ya gidiyor. İlk olarak üzerindeki parayı bozduracağı bir dövizci arıyor. Allah yardım edecek ya bir dövizciye giriyor, parasını bozduruyor. Dövizciye soruyor, dövizci de yabancı dil bildiği için yardımcı oluyor. Dövizci genç diyor ki: “Ben bu işlerden anlamam ama benim bir dayım var bu işlerle ilgili biridir. Dur dayımı çağırayım o belki sana yardımcı olur.” Dayısını çağırıyor. Dayısı bizim Sevilay derneğinden bir kardeşimiz. Dinliyor, Cezayirli Müslüman’ı kucaklıyor, bağrına basıyor. Dayısı dediğimiz arkadaş da zaten o geminin yolcusu. Alıyor, getiriyor ve beraber gemiye biniyorlar. Ama saat başı kalkıp sarılıyor bizim arkadaş Cezayirliye. Bu bir nasip meselesidir. Şunu ifade etmek istiyorum herkesin bu gemide olması gerekmiyor ama herkese ait bir şey o gemide var. Herkesin yüreği bir şekilde o gemideydi. Bu bir yürek buluşmasıydı bu bir erdemliler buluşmasıydı.

İsrailliler kuşattılar bizi. Tam sabah namazında iken, dördü yirmi iki geçe saldırdılar. Hayatımın en anlamlı, en derinlikli namazı orda nasip oldu. Bombalar, kurşunlar geliyor ama saflarda en ufak bir telaş, korku, endişe hissetmiyorsun. Üst katta nöbet tutanlar vardı, uçlarda, yanlarda nöbet tutanlar vardı. O kardeşlerimiz direnişi sürdürüyor, Arap kardeşlerimiz namaz kılıyorlardı. Kunut dualarını okuyorlardı ikinci rekatta. Uzun uzun ve gözyaşları içerisinde okuduğumuz kunut duaları. Hiç kimsede telaş panik yok. Hani Kur’anı Kerimde savaş ortamında tarif edilen o namazı kılmayı Rabbim bize nasip etti. Ordu ikiye bölünecek, yarısı namaza duracak diğer yarısı nöbette duracak aynısını birebir yaşadık. O namazı Avrupa’dan gelenler seyrediyor ve öylesine etkileniyorlardı ki işte onlardan bir tanesi İngiliz Peter Wagner gemide Müslüman oldu. “Namazınızı seyrettim, duanızı dinledim, öyle etkilendim ki ben neden bunlar arasında değilim, ben neden bu duaya dahil değilim”. dedim diyor. İngiliz Krist Humleit de Müslüman oldu. Hiçbirimiz bunları karşımıza alıp da İslamiyeti anlatmadık. “Siz bizim misafirimizsiniz” dedik. “Siz geride duracaksınız” dedik. “Eğer saldırırlarsa kesinlikle siz öne çıkmayın” dedik.

Özelikle o bir haftalık yolculuk süresinde şunu gördüm. Sanki zaman daraltıldı bir ömürlük olaylar bir haftaya sığdırıldı. Direniş, cihat, şehadet, kulluk, niyaz, davet, tevekkül, sabır, teslimiyet, adanmışlık, feragat, sadakat, aklınıza gelecek ne kadar erdem varsa sanki o zaman süresine sığdırılmış. Yine İsraillilerle yüzleştikten sonra zulüm, işkence, hukuksuzluk, hakaret, çile ve yine daha önce basından duyduğumuz birçok şeyle birebir yüzleşmek durumunda kalıyorsunuz. Bir ömürlük olaylar sanki özetlendi, hülasa edildi. Bu bakımdan bu yolculuk benim için alabildiğine öğretici, belirleyici oldu. Yeniden kurucu, yapıcı etki ve özellikleri üzerimizde bıraktı. İnşallah başta da ifade ettiğim gibi bu geçici bir şey olarak kalmayacaktır.

Olayların böyle bir sonuç çıkaracağı böyle bir tablo çıkaracağı hiç aklımızın ucundan geçmezdi. Bizim attığımız küçük bir adımdı. Ama şimdi bakıyorum ki insanlık adına büyük bir adımla karşı karşıyayız. Allah bizim küçük adımlarımıza bir bereket verdi. Ve rahmetini devreye koydu. O küçücük adımların dünyayı silkeleyen bir adıma dönüşmesi Rabbimizin bize bir lutfudur. Ve bundan dolayı diyorum ki Allah yolunda bir adım atabilme gücünüz varsa bunu basit görmeyin, küçük görmeyin, hafife almayın. Allah yolunda bir taş atabilme mecaliniz varsa bir taşla ne çıkar demeyiniz. Kıyametin kopuyor olduğunu görseniz bile elinizde bir fidan varsa dikiniz. Kime faydası olur diye hesap yapmayınız. Sizde olanı Allah yolunda esirgemeyiniz. Zamanı mıdır bununla ne değişir diye hesap yapmayınız. Zerrei miskal hayrın da zerrei miskal şerrin de karşılığını veren Allah azze ve celledir. Bakın biz Allah için ve Allah yolunda yaptıklarımızla hesaba çekileceğiz. Bu anlamdaki, salih amellerde bulunmak, İslamî sorumlukları yerine getirme noktasındaki azmimizi,  irademizi daha bir ilerletmemiz, daha bir geliştirmemiz lazım.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.