KAPAK – Fetih Suresi 29. Ayet Bağlamında “İman Kardeşliği ve Tavır”

Günümüzde Müslümanların Allah ile kuracakları doğru ve sağlıklı ilişki, Kur’an ve Kur’an’ın hayata dokunan, iz bırakan rol modeli Allah’ın resulü ile kuracağı ilişkide gizlidir. Kur’an ile kurulacak olan doğru ilişki, Kur’an’ı anlayarak okumayı, onun evrensel mesajına inanmayı, bu ilkeleri tavır ve davranışa dönüştürmeyi, Allah’ın resulünün ahlakı ile ahlaklanmayı[1] gerekli kılar.
Kur’an’ı Doğru okuma ve anlamanın temelinde ise “ayetin kendi iç bütünlüğü, ayetin siyak-sibakı (Önce ve sonrası), ayetin diğer ayet ve surelerle oluşturduğu bütünlük, Resûlullah’ın ayeti nasıl anladığı ve yaşadığı” ilkeleri[2] yatmaktadır. Fetih suresinin 29. ayetini bu ilkeler bağlamında anlamak gerekmektedir.
Hz. Peygamberin ve Mekkeli Müslümanların (Muhacir) Medine’ye Hicretinin üzerinden altı yıl geçmiş ve Mekke’ye olan özlemleri artmıştı. Muhacirler geride bıraktıkları akrabaları ile temas kuramamışlardı. İslam dini ile şereflenen Medineli Ensâr da Tevhidin merkezi Kâbe’ye ilk defa imanlı bir şekilde kavuşmanın özlemi ile dolmuştu. Hem Ensar hem de Muhacir, Mekke’yi ve Kâbe’yi ziyaret etmek istiyorlardı. Bunu zaman zaman dillendiriyorlardı. Bu durum ise Resûlullah’ın kulağına geliyordu. Allah’ın resulü gördüğü rüya[3] üzerine Mekke’ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi.
Mekkeli müşrikler bu umre seferini öğrendiklerinde ne pahasına olursa olsun Resûlullah’ı ve Müslümanları Mekke’ye sokmamaya dair her türlü hile ve kışkırtmayı yaptılar. Resûlullah’ın Mekke’ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere 200 atlıdan oluşan bir birlik dahi gönderdiler. Yarıda kalmış umre seferinin neticesinde “Hudeybiye Anlaşması” imzalandı. Kendilerini Kâbe’yi ziyarete ve tavafa hazırlamış olan Ensar ve Muhacir, anlaşmanın zahirinde görünene bakıp, Hudeybiye anlaşmasının aleyhlerinde olduğu kanaatine varmışlardı.
Resûlullah’ın ihramdan çıkmak için yapılmasını emrettiği hususlara dahi kulak asmıyorlardı. Hatta Hz. Ömer gibi bir şahsiyet bu anlaşmaya anlam veremeyerek Resûlullah’a “Sen Allah’ın hak peygamberi değil misin?” diye soruyordu. Müslümanlar yapılan anlaşmanın hikmetini kavrayamadıkları ve Resûlullah’a gösterdikleri tepkiyle işi ağırdan almaları sebebiyle korkuya ve endişeye kapıldılar.[4]
Seferin dönüşünde nazil olan Fetih suresinin mesajı ise kısa sürede gerçekleşecek fetih ve başarı müjdesiyle yüreklere huzur verecekti.[5] “And olsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi. O, Resulünü/Elçisini rehberliği ve hak dini (yayma görevi) ile göndermişti ki, bu (dini) öteki bütün (bâtıl) dinlere üstün kılsın; (hakikate) şahit olarak Allah yeter.” (Fetih 48/27-28)
Bir rüya ile başlayan, Mekke’nin Fethi ve nice fetihlerle neticelenen bu yürüyüş gösteriyordu ki “Resûlullah’ın rüyası” onun vizyonu ve evrensel mesajının ilkeleri ile alakalıydı. İlk bakışta müşriklerin bile anlamakta zorlandıkları barış anlaşması fetihlerin ilk adımı oldu. Müşrikler sözde zafer elde etikleri on yıllık barış anlaşmasına sadece iki yıl bağlı kalabildiler. Neticede Mekke’nin Fethi ve onu diğer zaferler izledi. Bu yaşananlar tüm Müslümanlara gösterdi ki peygamberin hedefi, boş hayaller veya asılsız rüyalar değildi. İnandığınız dava, rüyalarınızı süslüyor, uykularınızı kaçırıyorsa başarı kaçınılmazdı.
“Muhammed, Allah’ın Elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidir. Allah’tan lütuf ve rıza isteyerek onları rükû halinde, secde halinde görürsün. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki örneğidir. İncil’deki örneği ise şöyledir: (Onlar) Filizini yarıp çıkarmış, onu güçlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. (Bu), Çiftçilerin hoşuna gider. (Allah) Böylece onlar (güçlenen müminler) sebebiyle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan iman edip salih amel işleyenlere bağışlanma ve büyük ödül vadetmiştir. (Fetih 48/29)
İslam toplumu için bir uyarı ve müjde niteliğinde olan bu âyetde, Hudeybiye’de gevşek davranan, Resûlullah’a tepki gösteren ve Allah’ın resulünün emirlerini ağırdan alan mü’minler uyarılmakta; mü’minlerin peygamberlerine, mü’minlere ve düşmanlara karşı tavırları hususunda Tevrat ve İncil’deki örnekliği hatırlatılmaktadır.
- Şüphe ve tereddüdünüz olmasın, Muhammed (as) Allah’ın resulü/elçisidir. Elçiler ise görevlerini sahiplerinin emri doğrultusunda gerçekleştirir. Hele ki bu elçi Âlemlerin Rabbinin elçisi ise daima gözetim altındadır. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)
- Bu ayette aynı zamanda hakiki sahabe tanımı ve dava erlerinin tasviri bulmaktadır. Resûlullah’a iman edenler, Allah’ın, kendileriyle düşmanlarına galebe çalması, onları hezimete uğratması için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.
İdeal bir İslam toplumu ancak Vahdet bilinci ile teşekkül eder. Maalesef çağımızda Müslümanlar İslam düşmanlarına gösterdikleri hoşgörü ve merhameti diğer din kardeşlerine göster(e)memektedirler. Müslümanlar arasındaki bu kısır çekişme ve inatlaşmalar ise kâfirlerin tahakkümü altında inleyen, zulüm gören Müslüman toplumların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Hâlbuki hayat kitabımızda şu uyarı yapılmaktadır. “Allah ve resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız. Sabredin, kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 8/46) Resûlullah’ın dilinde müminlerin birbirine duymaları gereken merhamet duygusu ve sevgi, imanın ve cennete girmenin temel ilkesi olarak ifade edilmektedir; “Sizler inanmadıkça cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” (Müslim I, Kitabü’l-İman)
İslam’ın oluşturduğu kardeşlik bilinci, kan bağından ziyade inanç ve ideal bağı ile düğümlenmiştir. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.” (Maide 5/54) Müminlere karşı alçak gönüllü yani şefkatli, merhametli ve naziktirler. Mü’min kardeşlerine karşı kuvvete başvurmazlar; Makam, mevki, ekonomik kuvvet ve diğer güçlerini müminlerin aleyhine baskı aracı olarak kullanmazlar. “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir/en yakınıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. Allah’ın rahmet edecekleri bunlardır işte. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” (Tevbe 9/71)
Kâfirlere karşı tavır sahibidirler, vakarlıdırlar, yani İslâm düşmanlarına karşı şuurlu, mücadeleci ve tavizsizdirler; maddî menfaatlere, makam ve mevkilere kapılarak davasını satmayacak kadar onurlu ve şereflidirler. Bilirler ki gerçek izzet ve şeref Allah’a aittir ve O’nun safında yer almakla mümkündür. “Kim izzet ve şeref istiyorsa (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır (ve O’nun yolunda aranmalıdır)…” (Fatır 35/10)
- Resûlullah ile beraber olan mü’minler, daima Allah’ın lütuf ve rızasına taliptirler. Allah’ın rızasının da rükûdan (şirk koşmadan O’nun emirlerine boyun eğiş) ve secdeden (Allah’a tam bir teslimiyet) geçtiğinin bilincindedirler. Onların secde izinden (Allah’a teslimiyetlerinden) oluşan karakterleri simalarını oluşturmuştur. Onların Müslüman olduğu her hallerinden belli olur.
Secde kavramı Kur’an’da “kişinin bilinçli olarak bir başkasına -kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek- teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” anlamında kullanılmıştır. (Rağıb el-lsfehani, Müfredat, Secde maddesi) Namazda ki secdelerimizde bu tavrın temsili bir gösterimidir. Vech/yüz sözcüğü ise aynı temsil metoduyla “kişinin tüm benliğini, karakterini” ifade eder. Bu nedenle, müminlerin yüzlerinde oluşan secde izi onların Allah’a teslimiyetlerinin ve mü’min olduklarının her hâl ve davranışlarından belli olmasıdır.
- Mü’minlerin Tevrat’taki ve İncil’deki örneklerinin anlatımı Resûlullah’ın “türedi bir peygamber olmadığını” (“Sen Allah’ın elçilerindensin” Yasin 36/3); getirdiği dinin ise insanlık tarihinin başlangıcından beri vahyedilen din olduğunu hatırlatmak amaçlıdır. Kur’an tarafından bildirilen mü’minlerin önceki kitaplardaki örneği maalesef tahrif edilen Tevrat ve İncil’de mevcut değildir. Fakat muharref Kitab-ı Mukaddes’te benzer anlatımlar mevcuttur.(Bkz: Markos, 4:26-32. Matta, 13:31-34. Vahiy, 14:1-5. Tesniye, 33:3.)
Rabbimiz din/yaşam tarzı olarak inananlar için İslam’ı seçmiştir. Hz Âdem’den günümüze tüm dinlerin ortak adıdır İslam. “Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân 3/85) “Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân 3/19)
- Hakiki başarı, bitmez tükenmez mükâfat ve insanlığın gereği olan hataların bağışlanması iman etmek ve imanın gereği olan salih amelleri yerine getirmekle mümkündür.
Salih amel sadece iyi olan bir davranışı, pasif ve şekilsel olarak yerine getirmek değildir. Salih amel aktif bir duruş, kişinin kendisini ve çevresini ıslah eden bir davranıştır. Çünkü Sulh kavramı “Bozuk olan şeyi düzeltmeye çalışmak, düzeltici olmak, yapıcı olmak, iyi olmak, düzeltmeye teşvik etmek, iyiye yönlendirmek, ıslah etmek” anlamındadır. Amel, ameli işleyenin kendisini ve etkilediği çevreyi ıslah etmiyorsa bu davranış içi boşaltılmış, amaçtan koparılmış şeklî bir hale dönüşmüştür. Ne sahibine ne de çevresine bir faydası hâsıl olmaz.
Kur’an’da, salih amelin imanla birlikte zikredilmesi, amel ile imanın kopmaz bir bütünlük arz ettiğine işarettir. Çünkü İslam, sadece inanılan, vicdanlara hapsedilmiş nazarî bir din değildir. Hayatın her alanını tanzim eden ilke ve uygulamalar barındırır. Bu yüzden iman iddiasında bulunduğumuz her iyi, güzel ve faydalı işin hayata aktarılmasını emreder.
SÖZ SONU
“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr 59/10)
[1] “O’nun ahlakı Kur’an’dı” (Müslim, Müsâfirîn 139)
[2] Kur’an’ı sünnetle koordineli okuma.
[3] Resûlullah’ın gördüğü rüya belki de onun vizyonun, planının bir parçasıydı.
[4] Geniş bir okuma için: Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, Medine Dönemi c.2