İmam Harun

Kap mezalimi…
Paragöz “BEYAZ ADAM” kancığının fikirde nasyonalist, eylemde faşist ve ebediyeten lain olduğunu ispatlarcasına, zulümde ne kadar ileri gidebileceğini layıkıyla gösteren sanat eserlerinden yalnızca biri…
15.yy Felemenk sömürgecileri ile mazlum hayata adım atmış. Zamanla Endonezya, Malezya, Hindistan gibi Asya ülkelerinden ithal kölelerin yerli Khoisanlar ile karışıp melez kap Malaylarını oluşturmalarıyla enternasyonal seviyeye taşınmış ve Britanyalı kolonicilerin elinde 20. yy’in sonuna dek sömürgeciliğin ve kanlı çatışmaların ev sahibi bahtsız beldenin adıdır KAP(Cape Town-şimdiki güney Afrika cumhuriyetinin yasama başkenti)…
Ve yine benliğini “kusurlu”, varlığını “yetişemez” gören nice Müslümanlara, sistemli ve elemental hareket sisteminin kabiliyetini ve işe yararlılığını ispat edercesine “bir başımla toz uçuramam” çukurunda gezen gaflet kuyusunun damlalarına, kaynaklarını kuruturcasına göz dağı veren bir cengâverin Ser’e gelene dek; Kâbe’yi Rahman Suresi ile huzura erdiren ve neticesinde öldüresiye dövülen ve fiziksel benzerlikleri ile göz doldurduğu adaşı ibn-i Mesûd’a uzanan bir nurun parçası olurcasına, işkenceler altında 138(veya 123) gün inleyip de yine de sır vermediğinin adıdır KAP.
1923’te Malaylı bir aileden dünyaya gelen İmam Abdullah Harun; 32 yaşında El-Camia Camii(cleremont camii) imamı seçilinceye dek oldukça entelektüel bir hayat yaşamış. Sinemaya oldukça ilgi duymuş ve aktif olarak Rugby oyunculuğu yapmıştır. Ömrü boyunca ırkçılığı birinci elden gözlemleme şansı bulmuş ve Britanyalı sömürgecilerin zulmü altında ezilen bu sahil kasabasında, anti-faşist eylemleri yüzünden kendi memleketlerinden sürülen yahut acımasızca katledilen nice Müslüman dostlarının davasını da sırtlanma bilincini kazanmıştır. Annesini birkaç aylıkken kaybetmesi üzerine (halası olan) yine bir Meryem, yine kendisine en çok ihtiyaç duyulan zamanda tarih sahnesine adım atmış ve dünyanın dinamiklerini yerinden sarsan, cihadı ile nice nesillere örnek bir şehidin yetişmesine öncülük etmiştir. 8 yaşında hacı, 14 yaşında hafız olan İmam Harun iletişim becerileri güçlü, diksiyonu düzgün, iyi eğitimli ve kıvrak zekâlı bir genç olarak daha gençliğinde dahi örnek bir şahsiyet olarak halası Meryem’in göz bebeği idi. 1950’de sömürge topraklarını genişletmek ve yerli halkı göçe zorlamak için konan “Grup bölge yasaları” gereğince camilere uzanmak isteyen namahrem ellere , “bunun bir haçlı seferi sayılacağı ve mislince karşılık verileceği” deklarasyonunu uzatarak zalim devlete geri adım attıran tavrıyla Müslüman adalet divanı üyelerinin de takdirini kazandığında 27 yaşında idi.
İmamlığının 3. yılında çoktan faal bir cemaat oluşturmuştu ki çeşitli sosyal etkinlikler ile hem Müslümanların moralini yüksek tutuyor hem de bu yolla yoksullara yardım fonu oluşturuyor ve kadınlara iş ve araştırma merkezleri kuruyordu. Gençlik araştırmaları için kolları sıvayan İmam, İbadurrahman Araştırma Grubu adındaki öncü grubu ile başlangıçta camide ilim öğrencileri için bir kütüphane oluşturmuş, sonraları ise ayrılıkçı devletin eğitim imkânı tanımadığı siyahî öğrencilere gerek yurt içinde gerekse İngiltere, Mısır, Arabistan gibi ülkelerde eğitim imkânı sağlamaya çalışıyordu. Pan-Afrikanist kongre üyelerince paso(kölelik kimliği) taşımama eylemi polis tarafından orantısız bir güçle bastırılmış ve 69 kişi katledilmişti. PAK ve Afrika ulusal kongresi terörist grup ilan edilirken İmam Harun üyesi olmadığı bu topluluklardaki insanlarla istişareler yapıyor, toplantılarına katılıyor lakin bireysel çalışmalarını asla ihmal etmiyordu. Bilakis gerek Kap’ta gerek dış mahallelerde sokak sokak geziyor ve bir yandan yiyecek dağıtıyor, bir yandan tebliğ faaliyetleri ile birçok insanın ihtidasına vesile oluyordu. Bu örgütlü yardımı tek başına koordine ediyor ve askeri kontrol bölgelerini ustaca atlatıyor ve dış dünya ile de böylece bağlantı kurup davasını yayıyordu. Bu olay onun devlet tarafından fark edilişinin ilk tohumudur.
Apartheid rejimin 31 Mayıs 1961’de ilan ettiği yeni cumhuriyet yasasını protesto amaçlı gösteriler ve konferanslarda yer almış. Grevlere katılmış, kendi cemaatini grevin 3 günü boyunca oruç tutmaya çağırmış, bu protestoların öncüsü Melez halk kongresinin siyasi polisçe aranan “bozguncu”larına emin evler temin etmişti. Hatta bilfiil üyesi olmadığı halde kimi toplantılarına bizzat evini açmıştır. Bu vakıalar İmam’ı; taassubtan uzak, gaye-vasıta ayrımına vakıf bir kişilik olarak; güç-şöhret budalası, Naciyeci tayfadan fersah fersah ayıran önemli bir husustur.
Egosantrik içgüdü safsatasının acı salatasını tatmış nice Müslüman, aynı davanın yolcusu, başka bağın güllerini “düşman cenah” diye adlandırıp, acımasız eleştirilerin ve gıybet-iftira oklarının hedefi haline sokmaktadır ki İmam’ın nebevi örnekliği, çağları aşan bir çığlık misali, yolları arşınlayıp gönlümüze ülfet tohumları ekmektedir. Bu yoğun siyasi karışıklıklar içinde dahi olsa ülkedeki tek Müslüman gazete olan Muslim News’in editörlük teklifini de reddetmedi elbette. Davasına hizmet edebileceği küçük-büyük her yolu kendine yoldaş etti adeta.
1966 sonlarında, 28 Mayıs 1969 yılındaki tevkifine zemin hazırlayacak ilk yolculuğa çıkmak üzereydi. Kap’ın siyasi ortamından çok bunalan İmam, hac vaktinin geldiğini hissetmiş ve bu seyahati de sürgündeki MHK üyesi arkadaşlarını görmek için bir yol olarak kullanmıştır. Gerek İngiltere ve Mısır’da gerekse Mekke’de; yurt dışından, Kap ve diğer Afrika ülkelerindeki apartheid rejime karşı çalışmalar yürüten siyasi suçlular ile istişareler gerçekleştirmiş, bağlantıları sayesinde Mısır ve İngiltere’de PAK toplantılarına dâhil olmuştur.
Bütün bu savaş elbette hükümet tarafından izlenmiş ve Kap’a dönüşüyle polis tacizleri başlamıştı ki bu okuyucuya elbette Efendimiz aleyhisselamın Mekke döneminde uğradığı bütün o baskıcı-işkenceci politikalardan tutun da 28 şubat Türkiye’sinde Müslümanların kapılarında sohbete gidemesin diye polis bekleyişlerine dek uzanan, küfrün karanlık yüzünün Müslümanlara ne denli acımasız ve sözde “caydırıcı” oluşunun bariz örneklerindendir. Ateşi üstün gören şeytandan el almış Hristiyan terörizmi timsali “Beyaz Adam’ın, tanrının köle niyetiyle(!) yarattığı siyah adama tahammülü öylesine yoksundu ki, acınası kancıklığı maalesef hesabı sorulamaz düzeyde güçlüydü.
Bir mevlid kandili programına hazırlanırken basit bir sorgu bahanesiyle bilmem kaçıncı kez karakola götürülürken ailesi onu son görüşü olduğunu bilmiyordu. Suskunluğu tutukluluğa, cevvalliği şehadete gebe İmam’a oğluna sarılması için izin dahi verilmeden apar topar götürülmesi ile 138 günlük zindan sürgünü de başlamış oldu. Korkutma ve bastırma yöntemleri ile günlerce, dostlarını satması karşılığı özgürlük vaat edilen İmam, dilinden dökülecek 2 isme karşılık pamuk ipliğine bağlı hayatını belki kurtarabilecekken davasına olan sadakati onu burada yazsam belki sayfalar sürecek lakin okurken dahi hüzünden gönlümü kanatmış ve “evlatlarımızı niçin öfkeyle büyütmeliyiz?”e kanıt işkencelere ram etti.
İçeride olanları çoğunlukla aynı zindanda işkence görmüş sair mahkûmlardan yahut sonradan itirafçı gardiyanlardan öğreniyor olsak da kimse o zindanda daha önce de ölmüş insanların belgelerinin resmî mahkemeye intihar yahut kaza olarak sunulmasına itibar etmiyordu elbette. Zira İmam’ın başına gelen şey de resmiyette yazdığı gibi merdivenden düşmeye bağlı bir ölüm değildi. Bu yazının sonunda okuyacağınız otopsi raporuna rağmen mahkeme küstahça sistemi suçlu bulmamış ve bu insanlık suçuna göz yummayı tercih etmiştir. İşkenceler altında tenine çiviler sokulmuş, yüzünde kırılmadık kemik kalmamış, sayısız kez dövülmüş, kaburga kemikleri kırılmış, son namazını yerde kanlar içinde Kabe’ye yüzünü zorla dönerek yatar vaziyette kılmış ve 27 Eylül 1969 günü Allah onu dünya sürgününden şehadet mertebesi ile azat etmiştir.
Zira Hasan Aycın’da güçlü çizgilerini bu nebevi sadaya bir nota olmak arzusu ile 88 yılında kâğıda dökmüştür ki olay hakkındaki duygularının bir kısmı şöyledir: Abdullah Harun’un biyografisi Türkçe’de ilk yayınlandığında okumuştum beni çok etkilemişti. Hatta ilk oğluma Harun ismini vermiştim. Bir gün bir Afrikalı ile konuşuyorduk. Abdullah Harun’u sordum. Tanımadığını söyledi. Biyografisini anlatmaya kalktığımda boynuma sarılarak: “Sen İmam Harun’dan söz ediyorsun. Sen onu nereden tanıyorsun? O bir efsanedir. Afrikalı anneler çocuklarını onun efsanesiyle büyütürler…” dedi. Bir süre ağladı. O an hala gözümün önündedir. İmam Harun’u bir çizgiyle yâd etmek istiyordum. Fakat eksik bir şey vardı, olmadı. Yıllar sonra bir gece tv’nin düğmesine bastığımda ekranı güney Afrikalı insanlar doldurdular, Mandela’nın serbest bırakıldığının haberi veriliyordu. Mandela ellerini kaldırmış gülücükler dağıtıyordu. Bir zamanlar Abdullah Harun’un genç cesedinin çıktığı güney Afrika hapishanelerinden, Mandela ihtiyar bir delikanlı olarak çıkıyordu. Artık gülümseyebilir, kalabalıklara el sallayabilirdi. Eksikliğin tamamlandığını hissettim. Ve İmam Harun’un anısına güney Afrika için çizgimi o gece çizdim.
Ölümü Kap’ta öylesi bir infial yaratmıştır ki 30 bin kişinin şahitliğinde cenaze namazı kılınmış, sonrasında tarihte ilk kez bir kilisede Kur’an okunarak mirası yâd edilmiş ve apartheid rejime karşı kol kola savaş için sözler verilmiş, koloniciliğin sonuna dek her cenahtan insanlar çocuklarına Harun ismini vermekle kalmayıp hikayelerini dilden dile aktarmışlardır ki ölümsüzlüğün bilfiil kanıtı Afrika toplumları ve dahi tüm İslam âlemi için İmam Abdullah Harun olmuştur. Son sözü İmam’ın uğradığı işkenceler ve onulmaz yaralarının delili ile bitirmek arzusundayım. Zira resmi mahkeme İmam’ın ailesini mahkemeden eli boş gönderse de oğlu Muhammed yıllar sonra (olayın faillerinin tamamına yakını hayatta olmasa dahi) bu zulmü yeniden mahkemeye taşımış ve geçen yıl yapılan 2. duruşmada hapishane gardiyanı ve İmam’a zulmü ile tanınan Johannes Burger kafir-i ekber’i de ifade vermiş ve çelişkili sözlerine ve asılsız yalanlarına tüm dünya yeniden şahit olmuştur.
Dr. T. G. Schwar’ın İmam’ın kutlu naaşını inceledikten sonra yazdığı otopsi raporu:
- Kalp atardamarı sertleşmesi
- Akciğer embolisi
- Subplevral kanamalar
- Bacaklarda ve göğüste çürükler
- Vücudu soğuk ve kol ve bacaklarda postmortem katılaşma
- Çürükler:
Yeşil-sarı görünüşte olanlar
- Sol kolun üst-yan tarafında 2×1 cm
- Sol bacağın üst-yan tarafında 10×2 cm
- Sağ kalça bölgesi boyunca 10×9 cm
- Sağ bacağın arka-üst bölümünde 10×5 cm
- Sağ dizin arka kısmı boyunca 20×8 cm
- Sol topuğun üzerinde 5×2 cm
- Sağ bacağın ön-üst tarafı boyunca uzanan 2×2 cm, 8×3 cm
- Sağ bacağın ön-üst tarafında paralel uzana 2 çürük, 7 cm uzunluğunda ve toplam genişliği 2.5 cm
- Sağ dizin orta kısmının üzerinde 7×7 cm
- Sağ bacağın alt-orta kısmı boyunca+merkezde 10×8 cm
Kırmızı görünüşte olanlar
- Sağ bacağın ön-alt ve orta kısmında yayılmış halde 3×2 cm, 4×1.5 cm, 8×2 cm, 1×1 cm, 2×1.5 cm
- Sol bacağın alt-ön, orta-ön kısmında yayılmış halde 2×2 cm, 1×1 cm(yaraların bazılarının teşrihi alt deri dokusunda çürükler gösteriyor)
- Teşrihte saptanan yaralar:
- Alt deri dokusundaki çürükler;
Sağ göğsün yan-alt bölümü boyunca, sarı-kahverengi renkte 6×8 cm
Sol göğsün yan-alt bölümü boyunca 1.5×1.5 cm, 6×1 cm, 3×3 cm
Karın duvarında 1.5×1.5 cm
Sol göğsün göğüs zarı altı bölgesinde çürüklerin altında boydan boya 8cm’lik bir alana yayılmış ince bir morartı
Yedinci sağ kaburga, kostokondral eklemde kırık
- Kuyruk sokumu kesiminde bir uçtan bir uca yaklaşık 2.5 cm hematom
- DİĞER:
Baldırların venlerinde bacağın ortasında daha az sola, daha çok sağa doğru yayılan morartı ve pıhtılaşmalar.
(Otopsi raporu İmam’ın Öldürülüşü; B.Desai-C.Marney kitabından alıntıdır)