HİZMET EHLİ ZEKİ HOCAM…

26 yıl önce bir hizmet sahasında tanıdığım Zeki Soyak Hocamı hep hizmet ederken, hizmeti bizlere öğretirken, hizmetten ayrı kalmanın balığın sudan çıkmasına benzediğini anlatırken gördüm. O hep hizmet ehli olmuş ve bizlerde hizmet aşkını sürekli yaşatmıştır. O, döneminde bir makamda idi. Bulunduğu makamı nasıl hizmetlerde kullandığına, nasıl kötülüklere perde olup, iyiliklere vesile ettiğine şahit olduk. Hangi makamda olursak olalım, İslamî yaşantıdan taviz vermeden, İslamî kimliğimizi zedelemeden, kulluğun gereklerini yerine getirerek, kalbinde makam-mevki hırsı yer etmeden, ümmete hizmet etmeyi bizlere göstermiştir.
Hak yolunda, hizmet yolunda çektiği meşakkatleri, çileleri bir mutluluk, bir saadet olarak görmüş, Allah yolunda çile çekerek ve meşakkate katlanarak zahirî acının özündeki manevî tada ulaşmayı hem anlatmış hem yaşamıştır. Bir ömür boyu “hizmete” sevdalanmış, sevda kervanlarına bir katar, o kervanları takip eden bir kıtmir olmayı, bütün benliğiyle arzulamıştır. Hiçliğin bâlâsında, kulluğun zirvesine tırmanarak bir ömür sürmüştür.
Hizmeti son nefese kadar sürdürmeyi Yüce Mevla’dan istemiş, her nasihatinde de hizmet erinin son nefese kadar hizmette bulunması şuurunda olması gerektiğini her dem vurgulamıştır. Davet ettiği kişiye günlerce, aylarca anlatmasına rağmen, hiçbir netice almasa dahi, her sabah ilk günkü heyecanı duyarak hizmete koyulmuş, bizlere asla ümitsizliğe düşmemek gerektiğini nasihat etmiş, bir ömür boyu bunu kendisi de yaşayarak örnek olmuştur.
Beraber çalıştığı, hatta hidayetine vesile olduğu bir kısım müslümanların, daha sonra ihanet ederek, düşman kesilmesine aldırış etmeden, hizmetindeki azim, gayret ve kararlığına asla zarar vermeden, nefsiyle hesaplaşıp kontrol altına alarak, kulluk vazifelerine ve hizmete devam etmiş, bu hususta sürekli Allah zülcelale canı gönülden niyaz ederek, hizmetlerini aksatmamıştır.
Bir ömür boyu Allah Teâlâ’ya ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme karşı sürekli bir aşk ile yaşamış, bu aşk ile kulluğunu artırmış, hizmete şevkle ve muhabbetle yönelmiştir. Marifetullahı tadarak, hakkal yakîne ererek, kulluk ve hizmet heyecanını içerisinde sürekli hissetmiş, sohbetlerinde kainat kitabını okumuştur. Her zaman etrafımıza ibret nazarıyla bakmayı, ufukların derinliklerine doğru uzanan göklerin yerlere kapanışını, dağların uzanışındaki secde halini, mahlûkatın her birinin nasıl Allah’a secde edişini, yağmurun bir nevi semavî ağlayış olduğunu anlatmış, hizmet ehlinin bu kâinatı iyi okuyup tefekkür etmesi gerekliliğini her dem vurgulamıştır.
Gönül âleminde her mahlûkatın zikrini, tespihlerini dinlemeyi bir zevk haline getirmiştir. Hele bir yerde bülbül görse, hemen huşû ile ona yönelir, bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat namelerini bir vecd ile dinler, kumruların “Hu Hu” larının gönüllere nasıl sekînet verdiğini, haliyle anlatırdı. Bu şekilde bu kâinatı ibret nazarıyla seyrederken, gönlü zaman içerisinde adeta bir rahmet deryasına dönmüş, bu haliyle hemen dua silahıyla Rabbine iltica ederek, hizmet için ömür istemiştir.
Hizmetteki fedakârlığına bir örnek olması açısından hayatındaki şu nokta hiç unutulmamalıdır. Emekliliğine 1,5 yıl kala sürgün edildiğinde, Nevşehir’de ciddi bir çalışması olması sebebiyle, gerekli istişaresinden sonra, hizmet uğruna memuriyetini, emekliğini, emekli ikramiyesini terk etmek pahasına istifa ederek Nevşehir’deki hizmetlerine devam etmesi, bütün bunları, içinde hiçbir sıkıntı hissetmeden ve istişare ettiği kimseleri de minnet altında bırakmadan, “ben ne yer ne içerim, ne yaparım” demeden yapması, hizmeti ne kadar önemsediğini ve hizmet için nelerin fedakârlığının yapılabileceğini göstermiş ve örnek olmuştur.
Hizmet için lazım gelen, ilmî ve kalbî sermayeye sahip olmuş, bu iki sermayeden mahrum olanların “kaş yapayım derken göz çıkarttıklarını” bizlere hep anlatarak, bu iki sermayenin elzemliğine dikkat çekmiştir.
Hizmetlerde usulün önemini vurgulayarak, hareketlerimize ve sözlerimize dikkat etmemiz gerektiğini her dem hatırlatarak, “oha var zelve kırdırır, oha var öküz durdurur” atasözüyle söz silahını nasıl kullanmamız gerektiğini anlatırdı. Hele edeb noktasına verdiği önemi tüm talebeleri görmüştür. Bu hususa verdiği önem hep önde gelmektedir.
Hizmette önem verdiği konulardan birisi dostluk, bir diğeri ise vefa idi. Sürekli olarak dostluğun ne demek olduğunu, vefanın bu çalışmalarda ne kadar ehemmiyet arz ettiğini vurgulamış, kendisi de bir dost olarak dostluğun adabına riayet etmesi ile dostlarına karşı gösterdiği vefa ile yıllardan beri bizlere numune olmuştur. En ücra yerdeki kardeşleri arayıp sorması, zaman ve imkân dâhilinde ziyaret etmesi, hizmet ehli birinin bu konulara nasıl önem vermesi gerektiğini bizlere göstermiştir. Benim manen daraldığım, dost diye bildiklerimin yalnız bıraktığı bir dönemde kaç defa Konya’ya gelerek, gün aşırı telefon ederek “Kara gün Dostu” olduğunu göstermiş, bir numune olmaya hep gayret etmiştir.
Hizmetin önündeki en büyük engelin dünyaya dalma olduğunu söyler, bu hususun davaya ne kadar zarar verdiğini vurgulardı.
“Dünyaperest olmuşuz, kalbimiz dünya sevgisiyle dolmuş, ahiret amelimiz ise pek az. Yaptığımız amelleri ise adet kabilinden yapıyoruz. Allah Teala’dan değil de insanlardan korkar olmuşuz. Kazancımızın haram mı helal mi olduğuna aldırış etmiyoruz. İnsanlarla ilişkilerimizin odağı dünya olmuş, dünyevî çıkarlar olmuş. Akıbetimizin ne olacağı hususunda kaygımız yok. Halimiz, tavrımız ve yaşantımızla, dünyayı ahirete tercih etmiş görünüyoruz” diyerek dünyaya dalmanın tehlikesini vurgulardı. Hele hele düşüncelerin dünyevîleşmesinin ne denli tehlikeli olduğunu bizlere sık sık hatırlatırdı. Eğer bir meselede dünyevîleşirsek atıl hale geleceğimizi, basiret ve ferasetimizin kalmayacağını söylerdi.
Hizmet ederken aklını nefsine tabi kılmadan, imanını aklına tabi kılarak yoluna devam ederdi. “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz” hadisinden çok istifade etmemizi ister, ayetler ve hadisler okunurken, rüzgârın (ya da yağmurun) kayaya çarptığı gibi olmaması gerektiği üzerinde dururdu.
Hizmet bir yük değil, bir nimettir diyerek, nerde bir hizmet olsa koşardı. Vefat etmeden iki hafta kadar önce kendisi telefon edecek mecali olmadığı halde, kızından rica etmiş ve beni telefon ile arayarak, hizmetlerin durumunu sorduktan sonra, inşaatımızın en son halini sordu ve “Ah Davud’um hizmetlere sımsıkı sarılalım, şimdi Erciyes’te bir hizmet olsa, koşup o hizmetin içinde olmayı ne kadar çok isterim” demişti. O görüşmeden bir hafta önce ise, iki kardeşimizin Kayseri’ye gitmesi ve Hocamla görüşmesi gerekli idi, kendisi ile bunu görüşürken, “müsaitseniz gelsinler Hocam” deyince hafif bir kızma edasıyla “Davud’um, Hocanızı ne zaman hizmetten kaçar gördünüz” diyerek uyarmıştı.
Yine bir defasında Eyüb Öztürk Kardeşim şöyle anlatmıştı: “Yaklaşık on yıl önce bir grup liseli gençle Ordu Ünye de bir kampa gitmiştik, sohbet etmesi için Hocamızı da davet ettik kırmadı ve Nevşehir’den tek başına çıktı geldi. Gece beş civarında asfalttan otobüsten inmiş, elinde çantası yürüyerek kampa doğru gelmişti.”
Düşününce insan bir tuhaf oluyor, bir öğrencisi arıyor, kampa davet ediyor, O da kabul ediyor, çıkıp gidiyor. Nevşehir neresi, Ordu Ünye neresi. Acaba kaç vasıta değiştirerek ve ne kadar zaman dilimi içerisinde oraya ulaştı. “Çok uzak, ya da vasıtam yok, ya da başka bir zaman daha müsait bir yerde sohbet yapalım” dememiş, orda bir hizmet var ve kendisi davet edilmiş, hiç zorlanmadan koşmuş gitmiş.
Hizmet küçükmüş büyükmüş demeden, talebe azmış diye küçümsemeden koşabilmek, gerçek bir hizmet rehberinin işi olsa gerek. Zaman zaman sohbetler için yurdun en ücra köşesinden davet edilir, hiç zorlanmadan kabul eder, otobüsle tek başına çıkar gider, karşısında üç-beş kişilik bir insan topluluğunu görünce azımsamaz, küçümsemez, sohbetini müthiş bir muhabbet, aşk ve heyecanla icra eder ve tekrar dönerdi. Hatta “Bu sohbetteki az insanları nice kalabalıklara tercih etmem, bu az ama nitelikli, samimi müslümanlar İslam adına çok ama çok önemlidir. Kemiyet değil, keyfiyet önem arz eder” diye oradaki kardeşlere moral verirdi.
Hizmet ederken kardeşlerin aile ve çocukları ile ilgilenir onların da eğitimleri ile meşgul olurdu. Her türlü problemleri ile ilgilenir ve bunun da hizmet olduğunu düşünürdü. Talebelerinden işsiz olanların iş ile ilgili meselelerini, hasta olanların meseleleri vb. her türlü problemleri ile ilgilenirdi. Evini herkes direk telefon ile arayabilir ve yirmi dört saat hizmet için evini talebelerine açar ve bunu tavsiye ederdi. Hizmet eden kardeşler arasında veya hizmetin götürüleceği kardeşler arasında tahsil, konum, meslek ve zenginlik gibi konularda ayrım yapmazdı.
Hizmetler de şatafat değil tabiilik arardı. Güzel bir hizmet yapan kardeşlere ise özel dua eder, çok ama çok memnun olurdu. En son hasta yatağında iken Kırk Hadis adlı kitabını Konya’mızda Mevlid Kandilinde ücretsiz olarak dağıtılmak üzere üç bin adet bastırdığımızı söyleyince, öylesine sevindi ki,
“Bir zamanlar bir hadis kitabı bulmakta zorlanırken, şimdi üç bin kitabı bedava dağıtıyorsunuz ha. Bir zamanlar sohbet edecek ufak bir mekân bulmakta zorlanırken, şimdi 175 m2 lik salonların olduğu bir külliye inşaatına başladınız ha. Ya Rabbi sen nelere kadirsin. Sen ne kadar büyüksün. Seni hamdetmekten aciziz. Nerden nerelere getirdin. Neler lütfettin.” dedikten sonra bir müddet ötelerin ötesine gidip, tefekküre daldıktan sonra; “Bu hizmetler inşallah öylesine ilerleyecek ki, bizden sonraki nesillerde de devam edecek.” diyerek sevincinden o ızdırablı halini unutarak hasta yatağından uçacak gibi olmuştu.
Hizmette müslümanın ayağının tozlanmasının karşılığının Cennet olduğunu vurgulardı. Bir gün Konya’mıza teşrif etmiş idi. Arabamız ile Hocamı bir sohbete götürürken, Hocamın binmiş olduğu koltuğunun ön tarafında tozları görünce utandım ve Hocamdan özür diledim. Bir gün önce öğrenci evine arabamla patates taşımıştım. Bagaja iki çuval atmış, bir çuvalda ön koltuğun oraya bırakmıştım. Dolayısıyla patates çuvalının tozu ön tarafa sirayet etmiş idi. Bunu kendisine arz edince “Davud’um ne kadar güzel, dur bu tozdan biz de nasibimiz alalım” diyerek, pantolonu ile orayı temizlediğine şahit olmuştum.
Hizmet konusunda sürekli olarak bizlere Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerini örnek olarak verirdi. O koca âlimin Dehlevî’de bir dergâha giderek abdesthaneleri temizleme hizmetini nasıl aşkla, şevkle yaptığını çok ama çok güzel bir şekilde anlatır ve hizmetin küçüğü büyüğü olmaz diyerek, tüm hizmetleri aşkla yapmamızı isterdi. Eğer bu olursa, yani hizmeti aşkla yaparsak, bu hizmette hikmetler zuhur edeceğini, öncelikle Allah Teala’nın yardımının geleceğini, akabinde de bereketler zuhur edeceğini bizlere hatırlatırdı.
Hizmetlerde dikkat etmemiz gereken en önemli konulardan birisinin de istişare olduğunu, istişaresiz yol alamayacağımızı, bereket bulamayacağımızı, istişarenin bir eğitim olduğunu, istişarede alınan kararların duyurulması gerektiğini, uygulanması gerekliliğini, bu kararların gevşetilmemesini ısrarla arzu ederdi.
“Denizin kenarında cıbıldanmakla, deniz ortalarına açılmak bir değildir, tadı aynı olması mümkün değildir. Hizmetin ucundan, kıyısından tutmakla, elinin ucundan tutmak ile canı gönülden aşkla şevkle gücünün yettiğini omuzlayan elbette ki aynı değildir” diyerek hizmetlerin en ön safında bulunmamızı isterdi.
Zamanımızın fitne karanlığı olduğunu, bu hizmetlerin bir lamba gibi bu karanlığı aydınlattığını, bu zaman diliminde ayaklarımızın çok çabuk kayabileceğini, ama bu hizmet kervanının bir neferi olabilirsek inşallah kaymamızın azalabileceğini, bu nimetin kadrini iyi bilmemiz gerektiğini, eğer ki bilmezsek Allah zülcelalin elimizden alabileceği uyarısında bulunarak, dikkatli adım atmamızı isterdi.
“Bir hizmet kervanında her şeyini feda edebilecek bir Ebubekir lazım, yeri geldiğinde “otur” diyebilecek sert mizaçlı Ömer lazım, bir hayâ timsali Osman lazım, ilimde derya bir Ali lazım” diyerek, asr-ı saadeti yaşamamızın önemine işaret ederek, bizleri bu konuya yönlendirmeyi şiar edinmişti.
Hizmet ederken duymuş olduğu hazzı anlatacak bir kelime ya da cümle bulamıyorum. O andaki yüzünden akan mutluluk rayihaları bizleri mest ederdi. Bir hafta sonu Konya’ya gelecekti, gelmeden önce bir program hazırladım ve bu programı faks ettim. Faksı eline alınca incelemiş ve “Ne güzel! Ne güzel! Tüm hizmetler böyle programlı yapılsa ne kadar güzel olur. Ya Rabbi! Bu hizmetten beni alıkoyma.” demiş ve Konya’ya geldiğinde de anlatmıştı. O hafta sonu üç günlük program cidden çok yoğun idi. Ama hiç şikâyet etmedi, bilakis memnuniyetlerini her fırsatta dile getirdi. “Bu programın tadı damağımda kaldı, bunu sık sık yapalım” diyerek hizmetteki heyecanını ortaya koymuştu.
Bu hizmetleri yaparken, kimi zaman bazı kardeşlerden şikâyet eder, şöyle yapıyorlar diye sızlanırdım. Hocam sükûnetle dinler ve her bir kardeşimizin sıkıntılı taraflarını değil de, güzel taraflarını görmemiz gerekliliğini, bu güzel taraflarının hizmette kullanılmasını öğütlerdi. Yaşanılan dönemin özelliklerine göre insanlarımızı değerlendirmemiz gerektiğini, “Biz bu eğitim sistemi içerisinde yaralanmış-berelenmiş insanlarız. Sistem bizi tamamen öğütmese bile yaralamış durumdadır. O yüzden birbirimize karşı daha müsamahalı davranalım” derdi.
Sık sık hizmetlerin önemini anlatır, “Eğer ki bu hizmetleri birinci plana almazsak, indi ilâhîde vebaldeyiz” diyerek hizmetlere koşmamızı isterdi. “Hizmetlerde en önde olalım, hizmetleri hemen yapalım, yarın yaparım diyen ziyandadır, yarın dersen ömür biter, sen bitersin. Bir de bakarsın ki, hayırlı hizmetleri yapmadan geçer gidersin” derdi.
Hizmetleri yaparken taviz verilmemesine özen gösterir, “Tavizin fırtınaya benzediğini, kapını aralarsan, fırtınanın bu kapıyı sonuna kadar açacağını, ama kapıyı kilitlersen bu fırtınadan korunacağını, taviz vermenin yeni tavizleri getireceğini” anlatarak, hizmetlerde buna dikkat etmemizi isterdi.
Hizmetlerde muhabbetin olması gerekliliğini vurgular, “Kalp tarlamıza muhabbet tohumunu saçıp, tevhid ağacını yetiştirebilirsek hayatımız değişecektir. Ashabın eğitiminde bu vardır. Muhabbetle kişi esfel-i safilinden, eşref-i mahlûkata çıkıyor. Hizmette muhabbet olunca, kişi için en sevdiği şeyleri sevdiğinin uğrunda verebilmek bir zevk halini alır. Kişi sevdiği için en sevdiklerini vermekten çekinmez. Bu olayda alıcı güzel, satıcı güzel, satılan şey güzel ve karşılığındaki ikram güzel.” derdi.
Zamanımızın sayısı az ilim adamlarından olmasına rağmen: “Ya Rabbi, Senin yüce dinin İslam’ı anlatmak, ilmin kırıntılarını toplamaktan aciz biz zavallılara düştü, ne olur afveyle” tevazusuyla, ömrünü hizmete adayarak hizmetlerde tevazuun önemini bizlere öğretmiştir.
Dünyanın süsüne, zevkine, malına ve makamına değer vermeyen, yalnız Allah’a güvenerek yola çıkıp teslimiyeti öğreten, ilahî taksime hep razı olan, bencilliği bir kanser olarak görüp tevazuu hep öne alan kişiliği ile bizlere nasıl bir hizmet ehli olunacağını göstermiştir.
Nefsin hoşa gitmeyen ve ızdırap veren hâdiseleri karşısında, sükûnete bürünüp Hakk’a teslim olmasını bilerek, son on dört ay boyunca, onca ağrıya, sızıya rağmen bir defa bile “ahh-off” demeyerek, hizmet ehlinin nasıl sabır ehli olması gerektiğini haliyle öğretmiştir.
Seherleri iple çekerek, âşığın maşukuyla buluşması gibi o zaman diliminde, zikrullahı feyiz demleri ile yudumlayıp, “yolumuz” dediği o nurlu yolu pek sevip, “Efendim, Sultanım” dediği güzelleri dilinden ve gönlünden hiç düşürmeyerek, hizmet ehlinin bir nevi “gece derviş, gündüz mücahit” olması gerektiğini, “gecesi olmayanın gündüzünden bereket bulamayacağını” uygulayarak anlatırdı.
Hizmetlerin en önemlisinin insana yapılanı olduğunu, bu konuda da sohbetlerin ehemmiyetini her fırsatta dile getirir ve “Sohbetler özün özüdür. Sohbetler kitaplardan-hayatlardan damıtılmış glikoza benzer. Kitaplar sakkaroz gibidir, sohbetler bunu glikoza çevirir” derdi. Sohbetleri “Oksijen Çadırına” benzetir, “Aç ve susuz bir insanın yemeye ve içmeye iştiyakı ne ise, müslümanın sohbete iştiyakı da öyle ve hatta daha fazla olmalı” derdi.
Sohbetlere devam etmeyenleri “Tadı kekremsi aşısız ağacın meyvelerine” benzetir, “Hizmet ehlinin haftada en az bir sohbet edeceği, bir de sohbet alacağı sohbet meclislerine ihtiyacı vardır” diyerek bu konunun ehemmiyetini vurgulardı. Bunca olumsuzlukların yaşandığı bu ortamda, haftada bir olan beraberliklerimizi hiç aksatmamaya gayret etmemizi isterdi.
“Unutmayın ki, kalbi ve fikri yansımalar vardır. Etkileşme her zaman söz konusudur. Körükçünün yanında durursanız üzerinize is siner, ıtırcının yanında durursanız mis siner” diyerek bizleri hep güzelliklere ve de güzel insanlara yönlendirirdi.
Evine girdiğimizdeki o huzuru, o sadeliği, o güzelliğiyle hepimize çeşit çeşit örneklik sergiler, mal ve mülkün, makam ve mevkiinin bir emanet olduğunu, dünyanın bir çer çöpten ibaret mezbelelik olduğunu söyler, gösterir, bilfiil yaşayarak hizmet ehlinin Peygamberî metot üzere yaşamasının ne kadar önemli olduğunu anlatırdı.
Hizmet yaparken hiçbir varlığı ayırt etmeden yapmanın önemini anlatır, bu hususta hadislerde geçen “susayan köpeğe kuyudan su veren çok günahkâr birisinin nasıl afva nail olduğunu” “bir kadının da bir kediyi evinde hapis ederek, açlıktan öldürdüğünü ve cehenneme gittiğini hatırlatır” ve tüm mahlûkata hizmet yapalım derdi. Bir gün kendi başından geçen şu hadiseyi de örnek olarak vermişti. Şiddetli soğuk bir gece kitap yazma ile meşgul olurken, pencereden bir merkep sesi ile irkilmiş, pencereden bakınca, merkebin çok feci şekilde bağırdığını, bir nevi yardım istediği hissetmişti. Çat ayaz o gecede birisi bu merkebi sokağa bırakmış, o merkep de soğuktan tir tir titremekteymiş. Hocam hemen yakında bir kilim parçası ve ip bularak aşağıya koşmuş, Hocam aşağıya ininceye kadar merkep biraz yol almıştı. Arkasından koşmuş ve merkebin üzerine kilimi atarak iple bağlamış, merkep ise adeta teşekkür edercesine bakmıştı. Ama bu esnada aceleyle kendisi de üzerine bir şey almadan dışarı çıktığını fark etmiş ve iliklerine kadar üşüdüğünü hissetmişti. O esnada merkeple duvar arasından, Allah zülcelal öylesi bir sıcaklık lütfetmiş ki, vücudunun her zerresinin çok güzel ısındığına şahit olmuştu. Bizlere bunu anlatırken, “Bakın hizmet ne kadar önemli ve bereketli, karşılığını ise daha dünyada iken böyle veren Allah acaba ahirette bu hizmetlerimizin karşılığında nasıl nimetler lütfedecek” diyerek, hizmet aşkını ortaya koymuştu.
Hizmette muhatabı tanımanın ne kadar önemli olduğunu, muhatabın nasıl biri olduğunu, nelerden hoşlanıp-hoşlanmadığını, kabiliyetlerini v.s. her bir şeyini öğrenmenin önemli olduğunu vurgular, “Bir öğretmen, sınıfına girdiğinde öğrencilerini öyle tanımalı ki her öğrencinin neden anlayacağını hesap ederek davranmalıdır. Mesela kimi öğrenci vardır güzel sözden anlar, kimisi nasihatten, kimisi sert bir bakıştan, kimisi azarlanmaktan, kimisi kulağının çekilmesinden anlar. Kimisi ise bunların hiçbirinden anlamaz. Ama bir muallim sert bir bakıştan anlayacak öğrencisine, azarlayacak olursa zulmetmiş olur” diyerek konunun önemi üzerinde dururdu. Yine bu konu üzerinde sık sık, “Hizmette bulunan kardeşlerin kabiliyetlerini iyi bilelim ve bu minval üzerinde değerlendirelim” nasihatini yapardı.
Hizmetlerde hep işin ucundan tutmak için gayret sarf edişini, bir nevi nebevî hareketi nasıl özümsediğini görür ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, Mescid-i Nebinin inşaatındaki taş taşıması, Hendek Harbindeki kayayı kırması, bir gazveden dönüşte yemek yapılırken çalı çırpı toplaması aklımıza gelir ve böylesi bir hizmet kervanında, böylesi bir Hizmet Rehberi ile çalışmayı bizlere nasip ettiği için Allah zülcelale şükrederdik.
“Mümini, yegâne kudret sâhibi olan Allâh’a bağlayan îmân, aynı zamanda bir heyecandır. Bu heyecana sâhip olan bir müminin gözü hiçbir şeyden korkmamalı, azmi kırılmamalı ve ümitsizliğe düşmemelidir.” diyerek ve “(Ey müminler!) Sakın gevşemeyin, üzülmeyin; eğer gerçekten müminler iseniz muhakkak en üstün sizlersiniz.” (Âl-i İmrân 139) ayetini sık sık okuyarak, en olumsuz anlarda bile bizlere ümit verir, aşk verir, heyecan verirdi.
Hizmetlerde şunlara dikkat etmemizi isterdi:
1) Zaman çok önemlidir. Zamanımız boşa kullanacak kadar çok değil, ömür çok kısa.
2) Söz vermek çok önemlidir. Sözünde durmamakla hizmetlere sekte vuruyorsun, kul hakkını alıyorsun.
3) Örnek çalışma ve örnek topluma ihtiyaç vardır. Örnek olabilmek çok önem arz etmektedir.
4) Biz düşüp kalkan, yürüyen ve hedefe doğru yılmadan giden bir hizmeti hedeflemeliyiz.
5) Hizmette önce fert olarak sonra da toplum olarak mükemmelliği hedeflemeliyiz.
6) Hizmetlerde, kararlı, istikrarlı, “haydin” dediğinde kalkıp arkasına bakmayan, “acaba” türü istifhamları olmayan insan ve toplum yetiştirmeliyiz.
7) Hizmetlerde önemli olanın bilgi öğrenmekten ziyade, doğru davranış, doğru hareket, sevgi, saygı, diğerkâmlık gibi güzel hasletlerinin yerleşmesidir.
8) Hizmetlerde bütün engelleri geçmek için güçlü bir imana sahip olmamız gerekmektedir. İmanımızda zafiyet olursa, en basit engelde takılıp kalırız. Yeni bir diriliş ve silkiniş için imanımızı tashih etmek zorundayız.
9) Hizmetlerde niyetlerimizi tashih etmeliyiz. Hizmet ehlinin niyetleri karmakarışık olamaz. Niyeti ihlâs ile yalnız ama yalnız Allah için olmalıdır.
10) Akabinde de amelimizi tashih etmeliyiz. Öncelikli işlerimiz İslamî hizmetler olmalıdır. Arta kalan zamanlarda hizmet değil. Hizmeti birinci sıraya alabilmeliyiz.
11) Hizmet ederken, ölçüleri kendimize göre değil de, kendimizi İslamî Ölçülere uydurarak hareket etmeliyiz.
12) Hizmet eden mümin odur ki, 24 saat yaptıklarını yazıp halk içinde okuyabilen insandır. Yani hizmet ehli utanabilecek iş yapmamalıdır.
13) Hizmet ehli geçici heveslerin insanı olmamalıdır.
14) Hizmet ehli kalıcı heyecanlar yakalamalıdır.
15) Hizmet ehlinin kafası maziden istikbale doğru akmalıdır. Mazisi olmayan toplumun istikbali olamaz.
16) Hizmet ehlinin ilmi, makamı, mevkii, parası arttıkça, tevazusu ve İslamî hassasiyetleri de artıyorsa o adamdır. Yoksa sıfır adamdır.
“Hizmet şevk verir. Hizmetin heyecanını duyarsanız hücreleriniz canlanır. İnanarak yapmak şartıyla, hizmet heyecanıyla ölü hücrelerimiz canlanarak, tüm vücudumuz yenilenir ve ruhumuza bir şevk gelir.” diyen Hocamız son anına kadar bu heyecanını yitirmemiştir.
Hizmetlerde “İşin Sırrına” önem veren Hocamız “Her şeyin özünü öğrenip almak lazım. Arı çiçeğin içine girip özüne iner. Çıktığında sapsarı olan arı, çiçekte fâni olmuştur. Bizler de işin sırrına ererek, hizmetlerde öze inmeliyiz ve fenafillâh makamına ererek hizmetleri son nefesimize kadar devam ettirmeliyiz,” diyerek bizlere bu işin özünü yaşayarak anlatmıştır.
Hele hizmet ehli kardeşlere, hizmetlerimize duası ise bambaşka bir hadise idi. En son hasta yatağında yatarken bir dua yapmıştı. Ellerini açtı ve gözyaşları ile “Yarabbi hizmet ömrü ver dilimi çöz, kalp gözümü aç, zırhımı giyeyim ve gönüllerin fethine çıkayım senin adını yeryüzüne yayayım” diye dua etmişti. Bir başka duasında ise “Enderun çatısı altında bizleri burada buluşturduğun gibi ahirette de buluşturmanı ve firesiz orada o büyük kapıdan almanı istiyorum. Onları önden al. Beni bir kenarda garip bırakma. Beni de onların arkasından onların ihlâsı hürmetine cennetine kabul eyle” diye dua ederek, hizmetlerinde sadece dünya birlikteliği değil cennette de beraberlik istiyordu.
Kısacası Zeki Hocamızın ne tarafını alsak, hep hizmet hep hizmet idi. O, belki de bu konuda sayfalar dolusu yazılar yazılabilecek bir kaynak idi. Ama bu fakirin aklına bu kadarcığı geldi. Zeki Hocamızı anlatmak kolay bir iş değildir. Bu hususta kitap yazılacak kadar materyal mevcuttur.
“Gaib Olmaz Hak için hizmet veren bir Hak Eri,
Tac olur başlarda onlar vâris-i Peygamberi”
Rabbimiz, Zeki Hocamızın bu hasletlerinden gereği gibi hisse alabilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Hizmeti gönlümüzde hissettirerek ferâset, azim ve gayret dolu bir hizmet ömrü ihsân eylesin. Gönüllerimize hizmet heyecanı ve canlanışını lütfedip rızâsına muvâfık bir şekilde gayret edebilmeyi hepimize nasîb eylesin!