Hepsinden İyice Bir Gönül’e Girmektir

İnsan doğar, yaşar ve ölür. Doğması kesin değildir ama her nefis kesin ölümü tadacaktır eğer doğduysa. Bir gün sıra bize de gelecek. Ancak sıramız gelmeden rabbim kalan ömrümüzü geçen ömrümüzden bereketli eylesin.
Geçen ömrü bereketli olan bir kardeşimizi rahmet-i Rahmana gönderdik. İlk samimi sohbetimizi Konya’ya gelmesinden/ yerleşmesinden sonra yaptığımızda İslam’ı daha güzel yaşayabilmek için geldiğini söylemişti. Anlamak çok kolay değildi. Anayı, atayı, vatanı terk edip tek kuruşu olmadan bir ilden başka bir ile gelmek ve hiç kimseye muhtaç olmadan onurluca ve istemeden yaşamak.
İmanı, inandığı Allah’ın onu açta açıkta bırakmayacağı idi. Tabi bir insanda böyle bir iman olur ve adı da Yusuf olursa başlar imtihanlar. Tıpkı Yusuf peygamberimiz gibi bir imtihandan çıkıp bir başka imtihana başlar. Adı Yusuf olduğundan mıdır bilmem ama Yusuf abimin ölünceye kadar imtihanı hiç bitmedi.
Vatandan ayrılık. Yaz kış demeden belki bir günlük karın tokluğuna gazete dağıtmak. Dört ortaklı (aksoy, süme, tümer, şibik) 3 günlük bayram şekeri satmak. 4 ortaklı bir ortamda (süme, gizligider, tümer, şibik) 1 yıl içinde sadece tek bir iş yapıp ortaklıktan ayrılmak, annesiz babasız, bir arkadaşı ile kız istemeye gitmek. Kız istemeye gidildiğinde gelin hanımın kahvesini içemeden tüm kahveyi üzerine dökmek ve o meşhur kafa sallama hareketini yapmak.
Parasız pulsuz düğün yapmak. Gelin almaya gidip dönüşte gelin evi sokaklarında binecek araba bulamamak, yalnız başına kalmak ve son dakika kurtulmak. 20 yaşından evleninceye kadar sürekli gurbette kendi yemeğini, bulaşığını, çamaşırını, ütüsünü yapmak. Kamplarda canı pahasına boğulanları (Oruç Topuz abim) kurtarmak. Askerde çocuğunun kan kanseri olduğunu öğrenmek. Kendi gurbetine mi yansın, çocuğuna mı yansın, elinden hiçbir şey gelmemesine mi yansın?
Ve zorunlu 2. hicret Ankara’ya. İş te bir Yusuf hikâyesi mi dersiniz yoksa bir Yusuf masalı mı? Onca imtihan, sıkıntı ama vazgeçilmeyen tek şey var HAYATIN HER ANINDA HİZMETİN İÇİNDE OLMAK. Hizmet adına verilen her işi “kayış yarmadan” ve “müzmal” etmeden gereken hassasiyet ve titizlikle “Dımışklıca” yapmak. İslam’a er yetiştirmek için çoluk çocuk, genç toplayıp BEYŞEHİR’e LİMONLU’ya, ERDEMLİ’ye, ÇAMLIK’a, ULUDAĞ’a, KARADENİZ’e ve Türkiye’nin bilmem neresine kamplara gitmek.
O kadar kişinin çadırını kurmak, yemeğini ve cankurtaranlığını yapmak, kardeş vakıflara iaşe için yüzsuyu dökmek. Ve arkadan o KOCA YUSUF’tan daha KOCAMAN bir İZ bırakmak. Binlerce insanı kendine şahid bırakıp belki kalan ufak tefek, büyük küçük günahlara kefaret olacak ıstıraplı hastalık ve hastane günleri.
Peygamberimizin, Hz. Ali efendimize buyurduğu “Senin elinle bir kişinin hidayete ermesi, yeryüzünde bulunan ve üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” sözüyle amel eden bir kardeşimiz. O, bu hadisteki müjdeye erişmek için dünya ve içindekilerle bir temas kurmadı. Tabir yerinde ise bir lokma ve bir hırka ile ömrünü tamamladı.
O biliyordu ki “HEPSİNDEN İYİCE BİR GÖNÜL’E GİRMEKTİR”. Bir değil binler gönle girdi. Gönlümüze girdi. İnşallah bizde onun gönlüne girmişizdir.
Pek çok hocamızı, kardeşimizi rahmet-i Rahmana gönderdik. Rabbim cennetiyle cemaliyle müşerref etsin. Muhterem Hocalarım ZEKİ SOYAK, AHMET AĞMANVERMEZ, OSMAN BAĞCI ve çok kıymetli kardeşim YUŞUF ŞİBİK. İnanıyorum ki yine bizim için önden gittiniz ve öncü oldunuz. İnanıyorum ki ENDERUN’un çadırını kurdunuz ve bizi bekliyorsunuz.
SELAM SİZE EY HOCALARIM, KARDEŞLERİM, ALLAH SİZİ DE BİZİ DE MAĞFİRET EYLESİN. İNŞAALLAH YAKINDA BİZ DE ARANIZA KATILACAĞIZ.