Hangimiz Sevmedik

“Herkesten bir anı saklar bu yollar
Herkesin acısı sevgisi kadar
Güzelmiş çirkinmiş ne fark eder ki
Deli gibi sevmek ruhumuzda var.”
Müslüm Gürses
“Deli gibi sevmek ruhumuzda var” deli gibi nefret etmek de kalbimizde. Önce tek görüşte âşık olmak “Onsuz nasıl yaşamışım?” diye vahlanmak, sonra işler filmlerde olduğu gibi gitmeyince de tüm fedakârlıkların çetelesini tutup maşuka bedel ödetmek de damarlarımızda var. Zaten ana yurdundan ayrı gurbette insan, ünsiyet eden ve edilen anlamına gelen insan, bitmeyen taksitlerden, sıkı çalışma saatlerinden, her gün artan ihtiyaç listelerinden bunalan insan, isminin anlamının da öngördüğü gibi kendini değerli hissetmek isteyen, metafizik âlemden bir soluk duymak, ferahlamak isteyen insan, bu nedenle belki de bir can simidi gibi aşka sığınan ve karşısına bu kurtarıcı kelimeye uygun kişi çıktığında ise dört kalple sarılan insan. Ancak bu terazi bu kadar sıkleti kaldırmıyor, ne aşk insana yetiyor ne insan aşka…
Oysaki aşk bazen insana sevilme ve değerli olma ihtiyacını hissettiren bu zaafını anlamasını sağlayan ilahi bir ders, bazen bu ağırlığın aşkın kaldıramayacağı kadar olduğunu fark ettiren iradi bir tercih olmalıydı sadece. Ama insan mutlak değerli olma ihtiyacını sadece beklediği aşka bağladığında aşk bir yanılgı, bir düş kırıklığı oldu. Belki de tüm bunlar yetişkinliği provasız olarak yaşadığımız ve bu nedenle tecrübesizce davrandığımız için yarım yamalak oluyordur kim bilir, belki de emirler ve nehiyler tam olarak kavranmadığı ve çocukluğumuzdan gelen bir izdüşümleri olmadığı için hem dünyamız hem ahiretimiz eksik kalıyordur kim bilir, belki de uzun bir zamandır İslam ve çocuk barışmadığı için herkes böyledir kim bilir, belki de az sayılmayacak bir süredir dindarlık ve tefekkür uzak düştüğü için her şey bu şekilde oluyordur kim bilir.
Babası küçük oğlunun yanına yeni doğmuş bir kuzu hediyesiyle geliyor, insan evladı ve hayvan evladı beraber büyüyor, küçük adam kendinden farklı bir canlının da çok büyük emeklerle büyüdüğüne şahitlik ediyor. Kendi küçük hayatına bir canlının şahitlik etmesi de hoşuna gidiyor, hayvan bile olsa bir canın ona bağlı olması, ona muhtaç olması sanki kalbinde bir boşluğu dolduruyor. “Ancak ölüm ile ayrılığı tartmışlar elli dirhem fazla gelmiş ayrılık.” mısralarını yaşattıran kurban bayramı geliyor, koyunumuzun insanlığa olan son vazifesini Allah için yapması gerekiyor. Küçük adam sınırlı aklıyla bu irrasyonel durumu kavrayamıyor ‘Neden’ diye soruyor. “Et yemesek ne olur, canı yanacak, bir daha onu göremeyeceğim, unutulacak mı kınalı kuzum? Ben de ölünce hiç yaşamamış gibi mi olacak?” diye sorular yağıyor küçücük beynine. Unutulmayı mutlak unutulmayı düşünmek bile titretiyor kalbini. Anne babası, sevdikleri geçiyor gözünün önünden, ölümle yüzleşiyor ilk kez. Ancak sonra bazı insanları ölmedikleri halde unuttuğunu hatta kendi yaşadıklarını bile bazen unuttuğunu hatırlıyor, “Demek ölüm unutulma ve unutma sebebi değil” diyor.
Büyükler birisi ölünce “onu kaybettik” diyorlar, şimdi ben de “kınalı kuzumu kaybettim mi diyeceğim herkese?” diye söyleniyor, ama sonra “onu kaybetmedim ki, onun hatıraları hala içimde, sadece gözümle göremiyorum o kadar.” diyerek kendi kendine cevap veriyor. “Hayvanların ölüm meleği var mıdır acaba?” diye sorarken buluyor bir ara kendisini. Ve tüm bu soruların üstü babasının elindeki taze doğmuş bir kuzuyu “yeni emanetimiz” diyerek oğluna vermesiyle örtülüyor.
Küçük adam daha dikkatli seviyor bu sefer kuzuyu, kuzunun asıl amacını düşünerek bağlanıyor ona, sonsuza dek sahip olmaya değil sadece onunla geçireceği âna, onun hayatına şahitlik etmeye odaklanıyor. Gelecek korkusu-kaygısı hissetmiyor ilk defa, hatta yeni bir kuzunun gelmesine sebep olduğu için kurban olan koyununun ölümünü bile kabulleniyor ve öyle ki kendi ölümünü dâhi şimdiden seviyor.
Bir canın dünyaya geldiğine ne fedakârlıklarla büyütüldüğüne şahitlik eden çocuk bu nedenle sulama kanalı yüzünden öldüren elleri, ölüm emri veren dilleri anlayamıyor. Karısının mutlak sahibi olamadığı için cinayet işleyen erkeklere “keşke bir kuzu büyütseydiniz o aman öldürmek sizin için kurtuluş olarak görünmezdi” demek istiyor.
“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.” (Hac, 37)
24 saatini bir işle doldurmaya çalışan, sayı sayı diye koşturan, ulaştığı insan niceliğini her gün arttırmaya çalışan aktivistlere “yavaş olun sakinleyin, bakın Allah’a nicelikler, saatler değil niyetler ulaşıyor” demek istiyor.
“Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona ‘Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?’ dedi. O da ‘Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. (Saffat, 102)
“İslam ataerkil-otokratik aileyi savunur” diyenlere “Allah’ın emrini bile çocuğuna danışan, zorla dayatmayan bir İbrahim Peygamber var biliyor musunuz?’” demek istiyor.
“Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim’de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona şöyle seslendik: ‘Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.’ Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat, 103-107)
“Allah biliyorsa ve diliyorsa biz niye yaşıyoruz, bilmiyorsa Allah’lık vasfı olan nasıl bilmez?” sorusuna Allah’ın “İbrahim’e indirdiği koçu görmüyor musun?” demek istiyor. “Allah zaten koçu indirecekti ama bunun için önce İbrahim’in en sevdiğinin boynuna kendi iradesiyle o bıçağı dayaması gerekiyordu.”
Hangimiz düşmedik kara sevdaya
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi
Hangimiz bir kuytu köşe başında
Bir vefasız için yol gözlemedik.
Doğrudur, deli gibi sevmek kanımızda var ama deli gibi sevmemek de dinimizde var ve bu iki hali dengelemek de kurban bayramında var, kurban bayramında da etten, akraba ziyaretinden, bayram tatilinden ötesi var.
“Yani öbür günlerdeki ölüm de ölümdür ama dışımızda, hatta idraklerimizin dışında bir ölümüdür hayvanın. Alanımıza girdiği zaman, hayvan, artık canlı varlık değil, sadece ettir. Hâlbuki kurban olayında, ölüm artık yalnız kurban edilenin değil, kurban edenin de bir yaşantısıdır. Yani insan da kendi ölümünü bir parça yaşar o anda. Yani, sanki o anda kendisi ölecekken, o hayvancağız, kendisinin yerine ölmekle ödevlendirilmiştir. Hz. İsmail’in yerine koç’un kurban edilmesi gibi. Bu alanda kurban, bir nevi, hayvanın şehidi gibidir.
“Bunu gör, buna tahammül et. Ve gerçeği anla. Kurban bir semboldür. Aslında her gün, senin için, nice varlık kurban olmaktadır. Ama sen de bunun dışında değilsin. Öyleyse neye adandığını araştır ve bil.” demektir Kurban. Kurban, ölümden yapılmış, böylesine canlı bir konuşmadır.” Sezai Karakoç