Filmine Mutlu Son Arayanlar (bkz: Mücadele, 22)

Şecaat, kimi zaman umursamazlıkla omuz omuza Siyonist tanklara karşı avuç dolusu taşlarla, kimi zaman Doğu Türkistan’da zulmün kızıllığına aldırmadan gök mavi bir alın ve dik bir başla dolaşan, kimi zaman da Felluce’nin, Halep’in, Grozni’nin sokaklarını kardeşî umursamazlıkla arşınlamış serseri bir erdemlilik…
Bu umursamazlığı ayyaş bir babanın, çocukları evde açken meyhane köşelerindeki miskinliği sanmayın sakın! Habibullah aleyhisselam’ın “İstemez misin ya Ömer! Dünya onların olsun ahiret bizim?” buyurmasındaki umursamazlık… Ömer bin Abdülaziz’in “Mahşer gününden başka hangi günden korkuyorsam Allah beni o günden kurtarmasın” derkenki umursamazlığı bu… Dünyanın bütün maddi nimetlerinin O’nun rızasının yanında bir hiç olduğunu idrak, dünyevi bütün korkularında aslında yaşamın, ölümün ve kaderin O’nun elinde bulunduğundan gafil olmak olduğunun farkındalığından bahsediyorum.
Doğu Türkistan, Filistin, Suriye, Mısır gibi zulmün kol gezdiği coğrafyalardaki kardeşlerimizin damarlarında dolaşan şecaati görmemek ve hayran kalmamak mümkün değil. Son yıllarda Suriye’de olduğu gibi malından, canından geçip zulme karşı tüfeğini omzuna, aile hasretini gönlüne takıp cihad meydanlarına inen erlerin, Mısır’daki gibi bütün işini gücünü bırakıp silahlı firavun ordusuna imanını siper edip meydanlardan çekilmeyen ihvanın şecaati, Türkiye’de “arayı bulma, dengeyi sağlama” konumundaki biz Müslümanları imrendirmeye devam ediyor.
Umursamazlığın olmadığı yerde de maalesef şecaat barınmıyor. Söylemesi acı olsa da, bazen eski baskıcı, zalim devlete dönme korkusuyla hâşâ “demokrat”, bazen memuriyetimizi, dershanemizi ya da ihaleyi kaybetme korkusuyla Müslüman kimliğimize yakışmayacak haller içinde bulunabiliyoruz. (Söylediklerimizi, yazdıklarımızı kendi nefsimizi temize çıkarmadan, bütün Müslümanları da yaftalamadan sözün hedefini bulması niyetiyle söylüyoruz.) Ve öyle görünüyor ki bu hal böyle sürüp giderse bulaşıcı manevi bir hastalığa dönüşme, Müslüman şahsiyetinde onarılmaz bir yara açma tehlikesini fazlasıyla içinde barındırıyor.
Reçetede Nebevî bir umursamazlık, Nebevî bir şecaat yazdığı kanaatindeyiz. Reçetede; zulmün ılımlı türünü zalim türüne tercih etmeden zulmün her türlüsüne zulüm diyerek, “egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır!” düsturumuzu “demokrat Türkiye” çığırtkanlığına satmadan, memuriyetimizi, dershanemizi kaybetme ya da biz öğrenciler için dersten geçme korkusuna kapılmadan asıl kimliğimizi korumanın yazdığı kanaatindeyiz.
Sözün özü, “kınayanın kınamasından” ve dünyevi bir makamı, malını veya canını kaybetmek uğrunda mevzu bahis Allah yolu ise korkma! Çünkü “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlarda O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın taraftarlarıdır. Muhakkak ki başarıya ulaşacak olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır”. Mücadele, 22